azadzanavli @ hotmail.com

Yazımızda, bu günkü haritada Gürcistan sınırları içerisinde yer alan Ahıska Bölgesinin Adigön kazasına bağlı tarihi “Zanav Köyü ve Sülalemiz” hakkında genel bilgi verilecektir. Küçükken “gönlümüze nakşolunana kadar” ecdâttan hemen her gün duyduğumuz tarihi Zanav Köyü… Ve yine Zanavlı Molla Ahmed’in:

“Merkezim Ahıska, kazam Adigön,

Zanav köyünde oldum anadan…

Dedim yazayım, bir kaç hâneden,

Ana vatanım, elim Kobliyan…”  diye manzum ifade ettiği Zanav, nâm-ı diğer Rabât Köyü…

Asıl konumuza geçmeden önce girizgâh bölümüyle devam edecek olursak şunu diyebiliriz ki; bugün dahi Sürgün sonrası her bir Ahıskalı ailede, çocuk isminden önce Ahıska’da ki köyünü öğreniyor dersek belki de fazla mübalağa yapmış olmayız. Kelimenin tam anlamıyla daha sonra “neşv-u nemâ bulması düşüncesiyle” küçük gönlüne bir tohum saçılıyor. Kanaatimizce bu uygulamanın sonra ki nesillerce de devam etmesi lazım. Ahıska’dan sürgünle toplumumuzca yaygın hale getirilen bu uygulama şayet unutulursa, bu sefer “Ahıska bizden çıkmış olur” ki asıl hezimet ve garabet budur kanaatimizce. Hal böyle olunca da şairler küser, bülbüller susar, “Soldu gül, gitti bülbül, / İster ağla, ister gül.” diye teselliden başka çaremiz kalmaz diye düşünüyoruz. Oysa ki yıllar öncesinden bizleri de ihtâr mâhiyetinde Mehmet Emin YURDAKUL şöyle haykırmıyor muydu?

“Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir…”

Yaklaşık 30 yıl önce de “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!misali bizim küçük gönlümüze saçılmıştı bu asil tohum. Artık her nereye gidersek gidelim “- Nerelisin oğul?” sorusunun cevabı bizde “Zanavliyiz efendim, Zanavli” diye oluyordu.  Hem de Zanav’ın ne olduğunu, neresi olduğunu bilmediğimiz halde… Haftalar, aylar,  yıllar geçti derken, an geldi “Zanav” tohumu gönlümüzde “yeşerdi, yeşerdi, neşv-u nemâ buldu.” İşte bu yazı da gönlümüzün dışa vuran tezahürüdür.

Evet, Zanav Köyü deniz seviyesinden 1480 metre yükseklikte ve Mesheti Dağının Güney kısmında yer almaktadır. 1595 Tarihli “Defteri Mufassal Livâ-yı Ahıska” tahrir defterinden edindiğimiz bilgiye göre Zanav “Yukarı Zanav” ve “Orta Zanav” olmakla iki köyden ibaret olup, daha sonra halk arasında “Büyük Zanav, Küçük Zanav” diye bilinmiş ve bugüne kadar da varlığını böyle devam ettirmektedir.

Küçük Zanav’daki orta çağlardan kalma “Zanav Kalesi” (Zanav, bir diğer ismi olan “Rabât” ismini bu kaleden alıyor. Bölge stratejik olması hasebiyle Ribât/Rabât Kaleleriyle meşhurdur. Arapça bir kelime olan Ribât, “güçlendirilmiş,” “güçlendirilmiş kale” anlamına gelmekle beraber, aynı zamanda “sınır boylarında ve stratejik mevkilerde askerî amaçlı müstahkem (sağlam) yapılara verilen addır.”) ve XI yüzyıllara ait tarihi “Çule veya Çulev Manastırı,” büyük Zanav’daki “Kilise Kalıntıları” ve “Eski Cami” bu köyün ne kadar önemli ve tarihi bir yer olduğunu bir daha ispat etmektedir.

Sovyetler dönemi 1927 tarihli Zanav Camii ise Acaralı Müslüman kardeşlerimiz tarafından bu gün dahi işlevini devam ettirmektedir. Her ne kadar minaresi olmasa da beş vakit namazın muntazam olarak kılınması bizler içinde sevindirici bir haldir. (Camii görmek için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=zVUntY2J6Is) Ecdâd anavatana her ne kadar hâlâ geri dönemese de, yurdunda camilerin açık olması bölgeyi dolaşan şairlerimizden birisini şöyle heyecanlandırmış:

“Yurdun sahipleri gelmemiş hele,

Acaralılar dört camiyi almışlar ele…

Zeduban, Dersel’de, Zanav, Gordze’de

MÜBAREK CAMİLERİ AÇILMIŞ GÖRDÜM…”

Yine tarihi eserlerden edindiğimiz bilgiye göre Makedonyalı İskender (M.Ö. 336 - 323) Kafkasya’ya gelirken Zanav Köyüne de uğramış hatta bölgede Türklerle de karşılaşmıştır. (Bkz: BROSSET, Marie Felicite, Gürcistan Tarihi; Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar, çev, Hrand D. Andreasyan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2003, ss. 16-17; KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, Yukarı Kür ve Çoruh Boylarında Kıpçaklar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 17.)

Mezkûr Köyde, “14 Kasım (Koç Ayı) 1944 Büyük Sürgüne” kadar varlığını devam ettiren “Bayraktarlar, Dedeemigiller Koçaligiller, Danacıgiller, Hüseyinağalar, Reşidağalar, Yetim İbrahimgiller, Lazoğulları, Çobangiller, Meherremgiller, Kaydaligiller, Besagiller, Çxeidze” ve isimlerini bilmediğimiz nice aşiretler, köyün gelişmesinde emeği geçen sülalelerden olup, bu sülalelerin de bir kısmı sâir Ahıskallar gibi, ABD dâhil Dünya’nın 10 ülkesinde şuan dağınık bir şekilde yaşam mücadelesi vermektedirler.

Yukarı da zikri geçen “Dedeemigiller” Büyük Sürgüne kadar köyde yaşayan bizim sülaledir ki soy ismimiz olan “DEDEYEV” de (resmi evraklar da “DADAYEV” olarak geçer) bu sülaleden gelmektedir. Ecdâd’dan edindiğimiz bilgiye göre bu soy ismini, köyümüzde yaşayan, gayet hürmetkâr birisi olan ve boyu biraz küçük olduğu için de kendisine “Dede Amca” dedikleri ulu babamızdan almışız. Şayet tespitimiz bizi yanıltmıyorsa bu isim 1595 tarihli “Tahrir Defteri”nde “Baydede veya Bâdede” olarak geçmektedir. Nitekim 14 Mayıs 2011 senesinde Saatli İli Nesimikend (halk arasında Adigön) Köyünde âhirete irtihâl eden, Dedeemigiller Sülalesinden “Zanavli Camal Meheddin Oğlu MEHEDDİNOV” dedemiz tarafından sonunda vasiyetle birlikte 04 Haziran 1990’da tertip edilen, oğlu Cemil muallim vasıtasıyla bize intikâl eden soy ağacımızda ulubabalarımızdan bugüne “Nesil Şeceremiz” şu şekilde sıralanmaktadır: Dedegil (1540-1610), Yordam (1590-1660), Yûsuf (1640-1710), Koçali (1690-1763), Gara (1740-1810), Muhammed (1800-1870), Ferhad (1850-1920), Rıdvan (1890-1963), Feteli (1932-2017), Alişan (1952), Azad (1982). Şunu da özellikle ifade edelim ki, “Dedegil” dededen “Ferhad” dedeye kadar ki yaş hesaplaması, ortalama 70 yaş esas alınarak tarafımızdan tahmini olarak verilmiştir. Bu bahsi, bu muhteşem tabloyu (soy ağacı) bizlere kazandıran merhûm Cemal dedemizin mezkûr vasiyetiyle kapatalım: “Vatan ‘ana’ demektir. Vatan uğrunda ölüm ‘şeref’ demektir. O yüzden de neslimize vasiyet ediyorum ki, vakit geldiğinde ‘ana vatana’ gitmeyi unutmayasınız.” (Allah rahmet eylesin)

Yeniden genel bilgi ihtivâ eden asıl (asil) konumuza dönecek olursak, XI yüzyılda inşa edilen Çule Manastırı tarihin en eski devletlerinden Kıpçak Atabek Hükümetinin (1267/8-1578) kültür mirası olmuş ve Cakeli Atabeklerden II. Beka (1364-1391) ve Ağbuğa’nın (1391-1451) merkezi olmuştur. XIV yüzyıla ait “Beka ve Ağbuğa Kanunnamesi (Судебник Беки и Агбуги)” o yılarda adaletin sağlanma simgesi olmuş, bu Kanunnameyi hazırlayanların yeri de Zanav Köyü ve Zanav’daki Çule manastırı olmuştur. “Beka ve Ağbuğa Kanunnamesi” 312 yıl (1268-1578) ömür sürmüş “Atabeyler Devleti”nin Kanunlar topluluğudur. (Çıldır [Kıpçak] Atabekleri [1268-1578] Sülalesinin şeceresi için bkz: ÇORUH-ŞAVŞAT: Tarih, Coğrafya, Folklor, Halk Edebiyatı, Şavşat Merkez Okulu Teknik Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1945, s. 50.)