azadzanavli @ hotmail.com

Giriş

Gürcü Türkolog Sergi Cikia’nın matbû hale getirdiği 1595 tarihli Ahıska Tahrir Defteri'ne yönelik bir değerlendirme sunulmadan önce, konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına Cikia’nın akademik arka planına dair kısa bir bilgilendirme yapılmasının yerinde olacağı düşünülmektedir. Sergi Cikia (1898-1993), Sovyet dönemi Gürcistan’ı Bilimler Akademisi üyelerinden olup, Türk Filolojisi, Osmanlı diplomasisi, paleografi, Yakın Doğu ve Kafkasya halklarının tarihî ve kültürel ilişkileri gibi alanlarda uzmanlaşmış bir bilim insanıdır. Gürcistan’da özellikle Türkolojinin kurucusu olarak tanınan Cikia, 1927 yılında Türkiye’ye gelmiş ve ünlü Türkolog Prof. Fuat Köprülü’nün öğrencisi olmuştur. Bu süreçte Türkçe ve Osmanlı belgelerini okuyabilme becerisi kazanarak akademik çalışmalarına yeni bir boyut katmıştır (Duduçava, 2014: 9).

Türk kültürü, tarihi, dili ve edebiyatı, diğer halklarda olduğu gibi Gürcü halkı için de önemli bir ilgi ve merak konusu olmuştur. Bu ilginin izlerine, eski Gürcü tarihçilerin eserlerinde, vakanüvislerin kayıtlarında ve Gürcü yazarlarının gezi yazılarında sıklıkla rastlanmaktadır. Gürcü General Giorgi Kazbegi’nin 1874 yılında dönemin Osmanlı topraklarında gerçekleştirdiği üç aylık seyahati neticesinde kaleme aldığı ve Bir Rus Generalinin Günlükleri: Türkiye Gürcistanı’nda Üç Ay adlı eserinde de bu ilginin yansımalarını görmek mümkündür (Kazbegi, 2019).

Gürcü Türkolog Sergi Cikia, Türkolojinin inşası, bir bilim dalı olarak kurumsallaşması ve bu disiplinin anabilim dallarına ayrılması süreçlerinde önemli bir rol oynamıştır. Cikia, anabilim dallarının akademik kadrolarının yetiştirilmesi ve bu alanlara yönelik kaynakların hazırlanması konularında Gürcü Türkologlar için yol gösterici bir figür olmuştur. Türkçenin yapısı, tarihi, diyalektolojisi, tarih bilimi, kaynak bilimi ile Gürcü-Türk kültürel ve tarihsel ilişkileri alanında yaptığı çalışmalarla, Gürcü Türkolojisinin ilk 40 yılına damgasını vurmuş önde gelen isimler arasında yer almaktadır (Üstünyer, 2017: 64).

Sergi Cikia, 1926-1927, 1931-1936 ve 1941-1958 yılları arasında Ahıska bölgesi üzerine çalışmalar yapmıştır. Ahıska ağzı üzerinde de incelemeler yapan Cikia, Petersburg’da, Anadolu Türkçesinin Ahıska Ağzı başlıklı bir bildiri hazırlamıştır (Duduçava, 2014: 11). Onun en önemli çalışmalarından biri esas konumuzu teşkil eden 1595 tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska adlı Ahıska tahrir defteridir. (TTD, 1595; Cikia, 1947). Defterin Eyalet nüshası Tiflis Devlet Müzesi’nde 478 numarada muhafaza edilmektedir. Bu bağlamda defterin Tiflis’teki nüshası esas alınarak ismi tebdîl edilmek suretiyle Sergi Cikia tarafından 1941-1958 yılları arasında Tiflis’te üç cilt halinde neşredilmiştir. Buna göre 1947’de hatt-ı siyâkatten Osmanlıca harflerle matbû hâle getirilen defterin Türkçe metni, Defter-i Mufassal Vilâyeti Gürcistan / Gürcistanis Vilayetis Didi Davtaris adı altında Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Ulûm Akademisi tarafından yayımlanmıştır (Cikia, 1947)

Defterin aslını görmeyen ve Gürcü tezini destekleyen bazı Gürcü araştırmacılar, defterin isminde yer alan Gürcistan ifadesinden hareketle Sergi Cikia’nın tezini devam ettirmiş ve Atabegler Yurdu’nun tamamının Kartvel/Gürcü olduğunu savunmuşlardır. Böylece tarihî bağlamından koparılan Gürcü/Kıpçak mefhumu yanlış yorumlanmış ve bunun neticesinde de 1944 Büyük Ahıska Sürgününe kadar bölgede meskûn Ahıskalı Türklerin de bugünkü mânada “Gürcü” iddiası ileri sürülmüştür. Gürcü araştırmacıların bu görüşlerinde, başta bugünkü Ahıska Bölgesi/Coğrafyası olmak üzere hatta târihî Atabegler Yurdu’nun da vatanlaştırılma çabalarının ne kadar etkili olduğu görülmektedir. Ancak tarihî kaynaklar, 1578’de Devlet-i Aliyye tarafından zaptedilen Atabegler Yurdu’nun, 1828’de Ruslar tarafından işgal edilerek ikiye bölündüğü ve böylece SSCB döneminde 14 Kasım 1944’te de Türklerden müteşekkil Sunnî Müslüman ahalinin Ruslar tarafından sürgüne gönderildiğini ortaya koymaktadır.

XVI. Yüzyıl’da Devlet-i Aliyye’de İdarî Yapı

Devlet-i Aliyye, kuruluşundan itibaren taşra idaresinin temel yapı taşlarını oluşturan iki ana yönetici tayin etmiştir. Bunlardan ilki hukukun temsilcisi olan kadı, diğeri ise idari yetkinin temsilcisi subaşıdır. Bu yöneticiler, Osmanlı taşra yönetiminin işleyişinde hukuk ve idarenin birbirini tamamlayıcı unsurları olarak önemli roller üstlenmişlerdir. Fetih harekâtlarıyla genişleyen Devlet-i Aliyye, Fatih Sultan Mehmed dönemi ile teşkilatlanma konusunda en mükemmel seviyeye ulaşmıştır. Bu bağlamda XVI. yüzyılda Devlet-i Aliyye’nin taşra idaresinin de karye/köy, nahiye, kaza, livâ/sancak ve eyalet/beylerbeyilik şeklinde teşkilatlandığı görülmektedir. Bu sisteme göre küçük birimlerin birleştirilmesiyle bir üst birim meydana geliyordu. Nitekim Osmanlı Taşra Sistemi hakkında bilgi veren Halaçoğlu, köylerin birleşmesiyle nahiyeler, nahiyelerin birleşmesiyle kazalar, kazaların birleşmesiyle sancaklar, sancakların birleşmesiyle de eyâletlerin oluştuğunu belirtmektedir (Halaçoğlu, 1991: 73-75).

Sancak (Livâ) İdaresi ve Sancakbeyliği

Aslen Türkçe olup sançmak fiilinden türediği belirtilen sancak kelimesi, ucu sivri direk üzerinde olan bayrak anlamına gelmektedir. Bu mânasıyla sancak, savaşlarda taşınan, rengi ve deseniyle bir hükümdar veya komutanın hâkimiyetini sembolize eden bir bayrak olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Arapça’da livâ ve râye kelimelerinin de hem sancak hem bayrak mânasını taşıdığı kaydedilmektedir (Köprülü, 1979: 401; Ünal, 1999: 19; Şahin, 2009: 97-99). Böylece başlangıçta, savaşlarda hükümdar tarafından verilerek onun hâkimiyetini temsilen komutanlarca taşınan ve hâkimiyeti belirten bir sembol olan sancak, sonradan coğrafî ve idarî açıdan belli bir bölgeyi ifade eder hâle gelmiştir. Ayrıca bir idarî mıntıka olan livâ/sancakların, asla bir iskân yeri olmadığı belirtilmektedir (Baykara, 2015: 32).

Tahrir defterlerinin sancak esas alınarak düzenlenmesi, tahrirlerin dibâcesinde yer alan kanunnâmelerin her sancak için ayrı ayrı kaleme alınması ve reayanın suç işlediği sancakta yargılanması gibi uygulamalar, sancakların Osmanlı merkezi idaresi nezdinde ne denli önemli bir idarî alt birim olduğunu göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Osmanlıların büyümesiyle birlikte XIV. yüzyılın ortalarına doğru askerî ve idarî bir anlam ifade eden sancağın, XV. yüzyıla gelindiğinde ise artık bir sancakbeyi idaresindeki idarî bir bölgeyi ifade ettiği görülmektedir (Kunt, 1978: 18-19).

Sancak, idarî yönden en üst düzey idareci olan sancakbeyi tarafından yönetilmekteydi. Sancak merkezini oluşturan kazâda ikamet eden sancakbeyileri, en yüksek idareci konumunda olmaları dolayısıyla geniş yetki ve sorumluluklarla sahipti. Osmanlılarda önceleri geniş askerî yetkilere sahip kumandan anlamında kullanılan sancakbeyi veya beylerbeyiler, yeni fetihlerden hemen sonra kurulan ve taşra teşkilâtında en büyük idarî birim olan eyaletlerin askerî ve idarî âmiri idi. Sancakbeyileri, komuta ettikleri birliğin özelliklerine göre Müsellem/Atlı, Yaya/Piyade veya Timarlı Sipâhi Sancakbeyi adıyla anılıyordu ve bu üç sınıfın komutanına da Bey deniliyordu. XVI. yüzyıldan itibaren sancakbeyi mefhumu yerine bu anlamda Mirlivâ’nın da kullanıldığı görülmektedir (Akdağ, 1979: 425-426; Dedeoğlu, 2021a: 350).

Tahrir Sistemi; Kanunnâmeler, Mufassal ve İcmâl Defterleri

Türk İslâm devletlerinde veya diğer devletlerde olduğu gibi, Devlet-i Aliyye’de de zaptedilen ya da ilhâk edilen bir beldenin derhal tahririnin yapıldığı görülmektedir. Devlet-i Aliyye’de her yeni fetih, yeni bir tahriri zorunlu kılmaktaydı. İlaveten yeni Padişah’ın tahta geçmesi, zamanla meydana gelen umûmî değişimler gibi sebepler neticesinde de yeni tahrirlerin yapılmasının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı’da bu gibi sayımların ne zaman başladığı tam olarak bilinmese de en eski tahririn 835/1432 tarihli Arvanîd Sancağı Defteri olduğu belirtilmektedir (İnalcık, 2009: 219). Bu defterler muharrîr ya da il yazıcısı diye bilinen şahıslar tarafından kayıt altına alınırdı (Öz, 2010: 426).

Bir arşiv hazinesi olan Devlet-i Aliyye’den günümüze intikâl eden on binlerce defter arasında, mezkûr devletin hukukî yapısını, sosyal bünyesini ve müesseselerini gün yüzüne çıkartması bakımından Tahrir (Sayım) Defterleri büyük öneme sahiptir. Nitekim Barkan’a göre, bu defterler Devlet-i Aliyye’nin idarî-malî bütün teşkilâtının esasını oluşturacak surette tasarlanmış ve yalnız vergi mükellefleri değil, çeşitli hizmetler ve imtiyazlar dolayısıyla vergiden muaf olanları, ümerȃ ve askerleri, kör, topal, işsiz vb. bütün erkekler kayıtlı olduğundan hakiki nüfus istatistikleri mâhiyetini taşımaktadırlar (Barkan, 1951-1953: 8).

Ayrıca XVI. yüzyılda idarî bir birim olan sancakların, Osmanlı kanunnâmelerinde yer aldığı ve hazırlanan tahrir defterlerinin dibâcesinde her bir sancağın ayrı ayrı kanunnâmelerinin bulunduğu görülmektedir (TTD, 1595: 1-7; Cikia, 1947: 1-5).

Kanunnâmeler ve Önemi

Devlet-i Aliyye’yi asırlarca ayakta tutan iki önemli unsurdan birinin adalet, diğerinin ise vergi sistemi olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda Osmanlılarca zapt edilen beldelere ayrıca kanunnâmelerin gönderilmesi de önemi haizdir. Kanunnâmeler genel olarak belirli bir konuya dair hukukî maddeleri ortaya koyan padişah hükmünü ifade eder (İnalcık, 2001: 333). Barkan’a göre, Devlet-i Aliyye’de şer’i hukukun yanında idarî, malî, cezâi gibi muhtelif hukuk sahalarına ait olmak üzere, padişahların emir ve fermanları ile vaz’edilmiş olan kanun ve nizamları aynen veya hûlâsa olarak bir araya toplanarak oluşturulan kânun kitabına Kanunnâme denilmektedir. Bazen kanun yerine yasak, kanunnâme yerine de yasaknâme tabirinin kullanıldığı da görülmektedir (Barkan, 1977: 185). Osmanlılar, bir beldeyi zaptettikten sonra bölgenin tahririni gerçekleştirir ve bu beldeye yönelik yeni kanunlar içeren kanunnâmeler tanzim ederdi. Bu durum, aynı zamanda bölgede hâkimiyetin tesis edildiğini de ifade etmektedir (Dedeoğlu, 2021a: 352).

Devlet-i Aliyye, zaptettiği bölgelerde eski kanunları ya olduğu gibi kabul eder ya da halkın çıkarları doğrultusunda bazı değişiklikler yaparak uygulamaya koyardı. Bu uygulamadaki temel amacın da belde halkını Devlet-i Aliyye’ye ısındırmak olduğu anlaşılmaktadır (Barkan, 1977: 194). Ancak bazı Gürcü araştırmacılar, Osmanlıların ağır vergi yükleri getirerek Gürcistan'da ziraati mahvettiğini ve Hıristiyan Gürcü halkını Müslüman olmaya zorladığını iddia etmektedir. Oysaki bölgeye ilişkin günümüze kadar ulaşan kanunnâmeler, bu iddiaların gerçeklerle örtüşmediğini ortaya koymaktadır.

Tahrir/Mufassal ve İcmâl Defterleri

Osmanlı tarihinin arşiv kaynakları arasında tapu tahrir defterleri oldukça seçkin bir yer tutmaktadır. Bu defterlerin; timar sisteminin işleyişi, nüfusun hesaplanması, üretim kaynaklarının tespiti, vergi düzeni vb. konular hakkında önemli bilgiler ihtiva ettiği âşikârdır. Devlet-i Aliyye, bu tahrirler sayesinde eyaletlerdeki vergi nüfusunu ve vergi gelirini tespit edebilmekteydi. Osmanlılarda bu defterler; bürokraside alınan kararların, hükme bağlanan konuların dîvan ve maliye kalemlerinde kaydolunduğu seriler olarak bilinmektedir (Arıkan, 1993: 69).

Tahrir, “nüfus ve araziyi genel olarak sayıp yazma” anlamında kullanılan bir terimdir. Sözlükte “yazma, kaydetme, deftere geçirme” anlamına gelen tahrir kelimesinin, terim olarak “Osmanlı maliye teşkilâtında vergilerin ve bu vergileri verenlerin ismen tespiti için değişik dönemlerde farklı şehirlerde gerçekleştirilen sayımları ve bu sayımların kaydedildiği defterleri” ifade ettiği belirtilmektedir (Öz, 2010: 425). Tahrir işleminin tamamlanmasıyla birlikte Defter-i Mufassal ve Defter-i İcmâl adıyla iki ayrı defter türünün ortaya çıktığı görülmektedir. İsimlerinde de anlaşılacağı üzere mufassallar ayrıntılı bilgi içerirken, icmâllar ise özet yani mücmel bilgi içermektedir (Emecen, 1996: 37-44).

Devlet-i Aliyye’de, bütün tebaayı ilgilendiren toprağın sıkı devlet gözetimi altında tutulması için, tarım topraklarının raiyyet çiftliği denilen ufak aile tarım birimlerine bölündüğü ve böylece köylü tasarrufuna verildiği görülmektedir. Ayrıca bu birimlerin kaybolmaması, devamlı kontrol altında tutulması için de zaman zaman toprak ve köylünün sayımı yani köy tahririnin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu mânada raiyyet çiftliklerini ve gelirlerini tespit eden ayrıntılı defterler mufassal defter diye tesmiye edilir ayrıca arazi ve timar kayıtlarıyla ilgili defterlerin tamamı defterhânede muhafaza edilirdi (Afyoncu, 1994: 100). Defterhânedeki en önemli defterin, arazi tahririnin ayrıntılı sonuçlarını ihtiva eden mufassal defterler olduğu ve bu defterlerin tuğralı bir nüshasının da ait olduğu eyalette bulunduğu kaydedilmektedir. Zîra 1003/1595 tarihli Ahıska Tahrir Defteri’nin de önce eyalette (Ahıska) olduğu, 1828-1829 Ahıska felaketi sonrasında ise Tiflis’e intikâl ettiği bilinmektedir (Niyazov, 2016: 17; Dedeoğlu, 2021a: 354).

Defterhânede mufassal defterler kadar teferruatlı olmayan başka defterlerin de varlığı bilinmektedir. Bunlardan biri de mufassal defterlere dayanılarak hazırlanan icmâl defterleri idi. Nitekim mufassallar ışığında hazırlanmasına rağmen, mahiyeti itibariyle kısmen mufassallardan farklılık arzeden icmâl defterleri, köy gelirlerini ve yıllık hâsılatları içeren defterlerdir. Bu bağlamda XVI. yüzyıl içinde Ahıska/Çıldır Sancağı’nda yapılmış sayım sonuçlarıyla ilgili olarak Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyûd-i Kadîme Arşivi’nde 221 ve 340 numarada iki icmâl defteri, bir tane de konumuzu teşkil eden 130 numarada muhafaza edilen mufassal defterin bulunduğu görülmektedir. Öte yandan 130 numaralı Ahıska Tahrir Defteri’nin bir nüshasının da Tiflis Devlet Müzesi No. 478’de bulunduğu bilinmektedir (Kayabalı-Arslanoğlu, 1973: 59-60; Niyazov, 2016: 16-19; Uyğur, 2017: 589).

1003/1595 Tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska Tahrir Defteri

XVI. yüzyılın sonlarına doğru Atabegler Yurduna Osmanlı idarî sisteminin yerleştirilmesinin ardından, özellikle 1587-1595 yılları arasında bölgede tahrir işlemlerinin gerçekleştirildiği ve Osmanlı kanunları ile vergi sisteminin tesis edildiği gözlemlenmektedir (Gümüş, 2000: 191-192). Defterden anlaşıldığı üzere, 09 Ağustos 1578’de Çıldır zaferinin ardından zaptedilen son Atabegler yurdunun idarî teşkilatlanmasının akabinde düzenlenen bu defter, bugünkü Ahıska bölgesi ve târihî Atabegler Yurdu hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Dolayısıyla araştırmamızın konusu Ahıska’ya ait 130 numaralı Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska isimli tapu tahrir defteri olduğu için mezkûr defter hakkında kısa da olsa bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Hicrî evâil-i cumâdelûlâ sene 1003, Miladî 12-20 Ocak 1595 tarihli defterin orijinal ismi Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska şeklindedir. Defter, 13, 181, 182, 183, 187, 188 varakları olmak üzere 6 sayfası boş olmak kaydıyla 258 sayfa olup 15x41 cm. ebadındadır. Defter’de numaralandırma 7’den başlamış olup Padişah kanunnâmesi defterin 1-7. sayfa aralığında yer almaktadır. Ayrıca “Ahıska” isminin sarîh bir şekilde geçtiği ilk mufassaldır. Diğer tahrirlerde ise bölgenin daha çok “Çıldır” adı altında geçtiği görülmektedir. Defterin 8, 9, 20, 34, 60, 82, 104, 143, 159, 167, 201, 211, 214 no’lu varaklarında mürekkep lekesi vardır.

Defter, eyalet defteri ve başkent defteri olmak üzere iki nüsha olup biri “Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü”nde tapu tahrir defterleri fonunda TADB. TTD fon kodu ve 58/130 defter numarasıyla yer almakta, diğeri yani eyalet nüshası ise Tiflis’te Sakartvelos Sahlntsipo Muzeumide (Tiflis Devlet Müzesi) Turkuli Helnatseri Bölümü’nde 478 numarada bulunmaktadır (Uyğur, 2017: 587-635).

Osmanlı padişahlarından III. Murad (1574-1595) dönemine ait 1003/1595 tarihli bu defterlerde, Ahıska Bölgesi’nin 8 sancağı ve 28 nahiyesi yer almaktadır. Bugünkü idarî taksimatta Acara, Maçahel, Livana/Artvin, Yusufeli, Ardanuç, İmerhev, Şavşad, Oltu, Nariman, Kamhis, Posof, Ardahan, Çıldır, Göle gibi il ve ilçelerde yer alan bazı kazâ ve nahiyeler XVI-XVIII. yüzyıllarda Ahıska/Çıldır Eyaletine dâhildi (Kırzıoğlu, 1953: 525).

Defter siyâkat ile yazılmış olup, içerisindeki bütün rakamlar da divân rakamlarıdır. Defterin muhtelif yerlerinde kısa da olsa vakıflarla ilgili bilgiler yer almaktadır.

Mufassal Defter’e Göre Ahıska Bölgesinde İdarî Taksimat

XVI. yüzyıl taşra teşkilâtının temel idarî birimini teşkil eden sancaklar, bir veya birkaç kazâya ayrılmaktaydı. Kazalar ise bir alt birim olarak bilinen nahiyelerden meydana geliyordu. Nahiye kavramı Osmanlı idarî ıstılâhı içerisinde çok değişik mânalarda kullanılmıştır. Buna göre nahiye; “aynı özelliklere sahip köylerden müteşekkil idarî bir bölge”ye denildiği gibi, “cihet, yön, taraf, bölge, vilâyet, dîvân ve cemaat” anlamlarında da kullanılmıştır (Şahin, 2006: 306-307).

Devlet-i Aliyye’de taşra idaresinin karye/köy, nahiye, kaza, livâ/sancak ve eyalet/beylerbeyilik şeklinde teşkilatlandığını, köylerin birleşmesiyle nahiyeler, nahiyelerin birleşmesiyle kazalar, kazaların birleşmesiyle sancaklar, sancakların birleşmesiyle de eyâletlerin oluştuğu bilinmektedir. Bu taksimat aynı zamanda Osmanlı vergi ve nüfus sayımlarında da kolaylık teşkil etmekteydi. Bu bağlamda Atabegler Yurdu Ahıska sancağının da bu sistem gereği nahiye ve onun alt birimi olan karye/köylerden müteşekkil olduğu görülmektedir (Dedeoğlu, 2021a: 357-358). Buna göre, 1595 tarihli Ahıska tahrir defterinde, Ahıska eyaletine bağlı 8 sancak ve bu sancaklara bağlı 28 nahiye yer almaktadır. (Kırzıoğlu, 1993: 294-295). XVI. yüzyıl Osmanlı idarî taksimatına göre, Ahıska Bölgesi’ndeki sancak ve nahiyeleri şu şekilde sıralanabilir.

  1. Ahıska Sancağı: Güney, Kuzay, Ude, Kobliyan, Azğur, Altunkale, Oshe, Aspinza ve Seçerek nahiyeleri.
  2. Hırtız Sancağı: Hırtız, Meşecavahet ve Bozmert nahiyeleri.
  3. Ahılkelek Sancağı: Akşehir, Tümük ve Niyaliskur nahiyeleri.
  4. Çıldır Sancağı: Canbaz, Kenarbil ve Kurdkalesi nahiyeleri.
  5. Poshov Sancağı: Güney ve Kuzay nahiyeleri.
  6. Bedre Sancağı: Bedre ve Kaşvet nahiyeleri.
  7. Penek Sancağı: Penek, Kemhis ve Peneskirt nahiyeleri.
  8. Ardahân-ı Büzürg Sancağı: Güney, Kuzay ve Meşe nahiyeleri.

Netice itibariyle târihî Ahıska Bölgesi’nde kurulan Ahıska/Çıldır Eyaleti’nin sancak sayısı ilk başlarda 7 olsa da 1003/1595 tarihli tahrir defterinde bu sayının 8’e çıktığı görülmektedir. Daha sonraki tarihlerde ise Eyalet’in sancak sayısı 13 ile 21 arasında değişecektir (İnbaşı, 2006: 78-82).

Matbû Defterde Tespit Edilen Bazı Hususlar

Tarihî gerçeği kabul etmekte zorlanan bazı Gürcü/Kartvel yazarların, Ahıska Bölgesi’nde Kıpçakları göz ardı ettikleri ve her fırsatta “zorla İslâmlaştırma” veya “Türkleştirme” iddialarını dile getirdikleri gözlemlenmektedir. Bu durum, bölgenin tarihî ve kültürel dinamiklerinin yeterince anlaşılmadığını göstermektedir. Bunlardan Miminoşvili; Ahıska Bölgesi’nin, Gürcistan’ın mükemmel bir bölgesi olduğunu” belirterek bölge halkının “XVII. yüzyılda zorla İslâm’ı kabul ettiğini” ayrıca “bölgeye yoğun bir şekilde Türklerin ve diğer milletlerin -zorla ya da isteyerek- yerleştirildiğini” iddia etmektedir (Miminoşvili, 1999: 97). Bölge insanının aslında "Gürcü" kökenli olduğunu ve XVI-XVII. yüzyıllarda Osmanlı fetihlerinin ardından Müslümanlaşarak Türkleştiklerini öne süren bazı Batılı yazarlar da bu doğrultuda “Gürcü” iddialarını sürdürmekte ve ilgili görüşleri desteklemektedirler. Meselâ bu yazarlardan Conquest: “Mesket (Ahıska) Türkleri XVII. yüzyılda Müslüman olup Türkleşen Gürcülerdir” gibi ifadelere yer vermektedir (Conquest, 1987: 184). Nitekim başta 1003/1595 tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska olmak üzere dönemin kaynakları incelendiğinde, söz konusu iddiaların doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Yaptığımız tespitlere göre, bu defterde geçen “Arslan, Bayındır, Ayvaz, İslâm, Mervân, Rüstem, Rasim, Mizam, Narimân, İsvender, Çâbûk, Bekâr, Korkur, Murâd, Yusif, Ağdagül, Gülsedef, Mikayıl” gibi isimlerin “Türk/Kıpçak” kökenli isimler olduğu görülmektedir. Ancak, bu tarihî tahrir defterinin Gürcü Türkolog Sergi Cikia tarafından 1947’de yayıma hazırlanırken, bazı Türk vergi mükelleflerinin isimlerinin Gürcü fonetiğine uygun biçimde değiştirilerek, bölge halkının "Gürcü/Kartvel" olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Devlet-i Aliyye’nin Gürcistan Bölgesi’ndeki idarî taksimatına bakıldığında, Atabegler Yurdu halkının Kartvel/Gürcülerden farklı bir etnik gruba mensup olduğu anlaşılmaktadır. Zîra bu taksimata göre, Atabegler Yurdu eyalet sistemi ile idare edilirken, Dadyân, Gûril, Açıkbaş ve Abaza gibi Gürcü/Kartvel prenslerinin ise Voyvodalığa benzer bir yönetim şekli olan Meliklik sistemi ile idare edildiği görülmektedir. Bu bağlamda, İmereti/Açıkbaş, Dadyân ve Gûril meliklerinin vergilerini Ahıska/Çıldır beylerbeylerinin ikamet ettiği Ahıska’daki Osmanlı paşasına gönderdikleri kaydedilmektedir (Kılıç, 2022: 239). Devlet-i Aliyye’nin Çıldır Beylerbeyiliği vasıtasıysa, kuzeydoğu Anadolu üzerinde bulunan Gürcü Prensliklerini kontrol altında tuttuğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Gürcü meliklerine yakınlığı dolayısıyla Paşa Sancağının zaman zaman Ahıska olarak anılması da bu durumu destekler niteliktedir. Bu uygulamalardan, Ahıskalıların Osmanlı Dönemi'nde uzun bir süre (1578-1828) sınır bekçiliği görevini üstlendikleri anlaşılmaktadır. (Kılıç, 1997, 16-17; 65-67; 174-184).

Cikia’nın orijinaldeki Ahısha/Ahıska ismini Gürcistan olarak değiştirmesi, birçok araştırmacının eleştirilerine neden olmuştur. Özellikle Kırzıoğlu, Cikia’yı “sahtekârlık” ile itham etmiş ve XVI. yüzyıl Osmanlı idarî sisteminde Gürcistan Vilayeti adıyla bir eyaletin bulunmadığını ifade etmiştir (Kırzıoğlu, 1993: 393; 395). Defterin başında yer alan Padişah kanunnâmesindeki Kanunnâme-yi Vilâyeti Gürcistân ibaresinden orijinal ismin değiştirildiği anlaşılmakta olsa da bu ifadenin dahi defterin ismini değiştirmeye dayanak teşkil etmeyeceği bilinmektedir. Zîra burada kullanılan vilâyet kavramının coğrafî bölge anlamında olduğu, Osmanlı Devleti’nde idarî anlamda vilâyet sistemine 1864 yılında geçildiği iyi bilinen bir husustur (Sezen, 2006: VII). Bu bağlamda Niyazov, söz konusu defterin Vilâyet-i Gürcistân olarak adlandırılmasının, Gürcistan gibi geniş bir coğrafî alanı Ahıska ile sınırlamanın doğru olmayacağını vurgulamaktadır (Niyazov, 2016: 18). Bununla birlikte, XVI. yüzyılda Osmanlıların Atabegler Yurduna coğrafî anlamda Gürcistan, Atabeglere de Gürcü/Kıpçak Atabegleri denildiği dikkate alındığında, Cikia’nın Osmanlıların Kıpçaklar için kullandığı Gürci/Gürcistan kavramını bağlamından kopararak bugünkü anlamda Gürcistan olarak yorumladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, defterin yayımlandığı dönem (1947) ve bu dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda, bu tahrifatın o dönemin koşulları doğrultusunda gerçekleşmiş olabileceği olasılık dâhilindedir.

Osmanlı kaynaklarında Kıpçaklara atfen Ahıska bölgesinde hüküm süren Kıpçak Atabeyliğine, Çıldır ve Ahıska ile birlikte Gürcü/Gürcistan adının da kullanıldığı görülmektedir. Kıldıroğlu’nun belirttiği üzere, bugün Kafkaslar üzerinden gelip Karadeniz’e yerleşen halklar arasında Gürcü olarak adlandırılan toplulukların büyük bir kısmının Kıpçaklar olduğu anlaşılmaktadır (Kıldıroğlu, 2013: XVIII). Bu kullanımdan hareketle, her ne kadar Sergi Cikia tarafından Ahıska ismi Gürcistan olarak değiştirilmiş olsa da Tapu Kadastro’da yer alan 1003/1595 tarihli Ahıska tahrir defterinin orijinal nüshasında Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska olarak geçmesi, Cikia’nın bilinçli bir şekilde bu değişikliği yaptığını düşündürmektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere, Stalin döneminin koşulları göz önünde bulundurulduğunda, bu tahrifatın kasten yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu duruma yönelik kanaatimiz, tarihî Türk topraklarının Gürcistan’dan sayılması ve Ahıskalı Türklerin bugünkü anlamda Gürcü olarak gösterilmesi amacı taşıdığı yönündedir. Ayrıca, bu tahrifatın, Stalin rejiminin Türkiye’den toprak talebinin altyapısını oluşturduğu da düşünülebilir. Sovyetler Birliği’nin o yıllarda Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep ettiği bilinen bir gerçektir (Uzman, 2018: 117-142; Comins, 2002: 872). Nitekim defterin adında ve içeriğinde yapılan bazı değişiklikler, bu görüşü kısmen de olsa destekler niteliktedir.

Bölgedeki Kıpçak Atabeglerini görmezden gelmenin yanı sıra, dönemin diline ve bölgenin kültürüne yeterince hâkim olmayan Cikia, hatt-ı siyâkatın sağladığı esnekliği kullanarak defteri matbu hâle getirirken birçok hataya yol açmıştır. Matbû defter incelendiğinde, bazı Hıristiyan Türk ve Müslüman Türk şahıs adlarının değiştirildiği gözlemlenmektedir. Bu değişiklikler neticesinde, yukarıda da belirtildiği gibi, bölge halkının ısrarla “Gürcü” olduğu iddiası öne sürülmüştür. Örneğin, Kıpçaklı vergi mükelleflerinden “Atabek(g) Veledi Satılmış” (TTD, 1595: 151), Cikia tarafından “انانيك ولد صاتلمش / Anânîk Veledi Sâtılmış”  (Cikia, 1947: 283) şeklinde yorumlanarak Atabeg ismi anlamsız bir hâle getirilmiştir. Bu bağlamda, Niyazov’un yaptığı çalışmada, Arapça kökenli Mansûr isminin Cikia tarafından Msûr ve Mîsûr gibi iki farklı şekilde kullanıldığını vurguladığı görülmektedir (Niyazov, 2016: 18).

Tahrir defterleri, dil, tarih ve coğrafya gibi alanlarda kıymetli bilgiler sunmakla birlikte, Türk onomastiği açısından da büyük bir değer taşımaktadır. Zîra onomastik, özel adlar bilimi anlamına gelen bir terim olup, bu bilimin yer adlarını inceleyen kısmına toponim, kişi adlarını konu alan kısmına ise antroponim denir (Kurt, 1990-1991: 169-171). Bu bağlamda, defterlerde livâ/sancak, nahiye, köy, mezrâ ve su isimleri gibi onomastikle ilgili pek çok veri yer almakta; ayrıca zengin bir kişi adları çeşitliliği de dönemin ve coğrafyanın tarihine ışık tutabilecek malzemeler sunmaktadır (Uyğur, 2017: 590). Onomastik çalışmalarda problemlerin sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için, özellikle mufassallarda siyâkat ile yazılan kişi ve yer adlarının doğru okunması son derece önemlidir. Aksi takdirde, yukarıda ifade edildiği üzere, Atabeg isminin Ananek, Mansûr isminin Mîsûr, Ömürşâd isminin ise Ömürşâr olarak okunması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca, bazı isimlerin doğru okunabilmesi için bölge tarihinin iyi bilinmesi ve kelimelerin etimolojisine hâkim olunması gerekmektedir.

Defterin orijinalinde “انسارى / Ensârî” (TTD, 1595: 28), “اصلاه / Islân/İslâm”, “رستاه / Rüsten/Rüstem” (TTD, 1595: 72), آزار / Âzer/’Âzer” (TTD, 1595: 42), “ابوغه / Abûğa/Ağbuğa” (TTD, 1595: 73), “ازيز / Azîz/’Âzîz” (TTD, 1595: 84), “ماصور / Mâsûr/Mansûr” (TTD, 1595: 118), vb. gibi bazı şahıs adlarının yanı sıra hatalı imlâlar tespit edilmiştir. Bu durum, yalnızca muharrîr veya il yazıcısının bölgeyi tam olarak tanımaması ya da dikkatsizliği ile açıklanabilir. Ayrıca, benzer hataların diğer mufassal tahrir defterlerinde de mevcut olduğu kaydedilmektedir (İlhan, 2006: 46).

Yukarıdaki açıklamalardan hareketle, Ahıska bölgesinin etnik kimliğini daha net bir şekilde ortaya koymak amacıyla, Sergi Cikia tarafından matbû hâle getirilen 1947 Tiflis basımlı defterdeki bazı tahrifâtların incelenmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. Zîra bu ve benzeri çalışmalar dikkatle incelendiğinde, Gürcü/Kartvel Türkologların, defterde geçen Türkçe kökenli kişi adlarının çoğunu göz ardı ettikleri, Atabegler yurdunda yaşayanların etnik olarak Gürcü olduklarını öne sürdükleri ve İslâmlaşma sürecinin ardından Türkleşmenin gerçekleştiğini ifade ettikleri anlaşılmaktadır. Tüm bu iddialar, özünde basit bir ideolojik saplantıdan başka bir anlam taşımamaktadır.

Diğer taraftan, Ahıska mufassal tahrir defterindeki tahrifât ile birlikte Ahıska Bölgesi’nde yaşanan maddî ve manevî Türk kültür mirasının tahribi; ayrıca hâlâ sürgün hayatı yaşayan Ahıskalı Türklerin geri dönüşüne izin verilmemesi ve dönmek isteyenlere dinî ve etnik kabullenme süreçleri açısından baskı uygulanması gibi yaptırımlar, Gürcü Türkologların defterde kayıtlı Türkçe kökenli kişi adlarını göz ardı etmelerinin yanı sıra, bölgenin Türk yurdu olduğu gerçeğini de bildiklerine işaret etmektedir (Uyğur, 2017: 595-596).

Asıl konumuza geçmeden önce, günümüzde Gürcistan sınırları içerisinde yer alan Ahıska bölgesinin, XVI. yüzyıl taksimatına göre hangi sancak ve nahiyeleri kapsadığını tespit etmenin önemli olduğunu düşünmekteyiz. Zîra defterde yer alan ve günümüzde de Ahıskalılar tarafından kullanılan nahiye ve köy isimleri üzerinden hareketle, bugünkü Ahıska bölgesine dâhil olan sancak ve nahiyeleri belirlemek mümkündür. Buna göre, Ahıska sancağına bağlı Güney, Kuzay, Ude, Kobliyan, Azgur, Altunkale, Oshe, Aspinza, Çeçerek nahiyeleri; Hırtız sancağına bağlı Hırtız, Meşe-Cavahet, Bozmert nahiyeleri ve Ahılkelek sancağına bağlı Akşehir, Tümük, Niyaliskur nahiyeleri kısmen de olsa bugünkü Ahıska bölgesini kapsamaktadır. Bu tespit, 130 numaralı Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska’nın 15-140 sayfa aralığını, Cikia’nın 1947 yılında matbû hâle getirdiği Defter-i Mufassal Vilâyet-i Gürcistan’ın ise 19-262 sayfa aralığını içerdiğini ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, 1595 tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska tahrir defteri ile 1947 yılında matbû hâle getirilen ve Defter-i Mufassal-i Vilâyet-i Gürcistan olarak tebdîl edilen defter, mukayeseli bir biçimde incelenerek, defterde gerçekleştirilen değişiklikler belirlenmeye çalışılacaktır. Ayrıca, belirtilen adların her iki defterdeki sayfa numaraları verilerek, bu adların kontrolü kolaylaştırılacaktır. Yalnızca tebdîl edilen şahıs adları, Arap harfleriyle olduğu gibi aktarılacak olup, gerektiğinde tarihi bilgiler de sunulacaktır.

Atabeg/Ananik: Ahıska bölgesinin aynı zamanda Atabegler Yurdu olduğunu daha önceki bölümlerde belirtmiştik. Zîra Kıpçaklı Atabeglere atıfta bulunarak Atabeg isminin defterde birkaç yerde geçmesi, bu durumu yeniden kanıtlamaktadır. Ancak, bölgede Atabegleri görmezden gelen Cikia’nın, bu ismi değiştirerek farklı formlara dönüştürdüğü gözlemlenmektedir. Bu durumun, Gürcü tezini savunma çabasından kaynaklandığı açıktır. Nitekim daha önce ifade edildiği üzere, defterde kayıtlı Kıpçaklı vergi mükelleflerinden “Atabek(g) Veledi Satılmış” (TTD, 1595: 151), Cikia tarafından “انانيك ولد صاتلمش / Anânîk Veledi Sâtılmış” (Cikia, 1947: 283) şeklinde yorumlanarak Atabeg ismi anlamsız bir hale getirilmiştir. Başka bir örnek olarak, “Sargis veled-i Atabeg” (TTD, 1595: 95) isminin noktasız bir biçimde “سركس ولد اٮٮك / Sargis veled-i A…k” (Cikia, 1947: 173) olarak kaydedildiği, dolayısıyla aynı ismin okunaksız bir imlâ ile matbû deftere aktarıldığı görülmektedir. “Atabeg” isminin yanı sıra, “Sargis” şahıs adının da Kıpçaklı Atabegler Hükûmeti’nin ilk kurucusu olan Papa I. Sargis ile ilgili olarak defterde birçok yerde geçtiği tespit edilmiştir.

Zakaria/Zikra: Kıpçaklı Atabeglerin isimlerlinden olan “Zakaria/Zekeriya” ismini Cikia ذكره / Zikra” (Cikia, 1947: 20) imlâsıyla okumuştur. Defterde bu isim “Zekeria veled-i Kördük/Gördük” (TTD, 1595: 15) şeklinde geçmektedir. Zîra bu ismin Atabegler Yurdu’nda yaygın olduğu, hatta Kıpçaklı komutanlardan “Zakaria” ve “İvane” adındaki iki Hıristiyan Türk kardeşin Kraliçe Tamara döneminde önemli faaliyetlerde bulunduğu diğer tarihi kayıtlarda da yer almaktadır. (Brosset, 2003: 420; Vardan, 1937: 219-221). Öte yandan “z”den sonra uzatan “elif” olmadığı için, bu ismin “Zâkir” şeklinde okunabileceği ise uzak bir ihtimaldir. Ayrıca Zekeriya ismi, defterde birçok yerde geçmektedir.

Kûmal/Kuman: Kuman ve Kıpçakların aynı etnik kimliğe sahip olduğu bilinen bir husustur. Bununla birlikte, Ahıska mufassal defterinde Kıpçak isminin geçmemesine rağmen Kuman şahıs adlarının birkaç kez yer aldığı görülmektedir. Bu isimler, matbû defterde Cikia tarafından farklı imlâlarla sunulmuştur. Örneğin, defterde açıkça “Kûman” olarak bilinen bazı isimler, “?” işaretiyle “Novrûz veled-i Kûman(?)” şeklinde belirtilirken, aynı sayfada yer alan bir başka Kuman adı ise كوكچه ولد كومىل / Gogiça veled-i Kûmal/Kumil” imlâsıyla kaydedilmiştir (TTD, 1595: 67; Cikia, 1947: 118). Bu şahıs adlarının Kıpçaklara atfen “Kuman” olarak nitelendirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Atabegler yurdunun kültürel dokusunda, günümüzde bile Kuman-Kıpçakların izlerine rastlanmaktadır. Ermeni ve Gürcü vakayinamelerinde geçen Kıpçaklı Atabeglerin isimleri ile özellikle Ahıska tahrir defterlerinde görülen çok sayıda Kuman-Kıpçak yer ve şahıs isimleri, bu durumu daha da somutlaştırmaktadır.

Bu bağlamda Rásonyi’nin “Kuman Özel Adları” başlıklı makalesinde Kuman/Kıpçaklar arasında tespit ettiği yüzlerce kişi adından “Apa/Aba, Azgır/Azgur, Balaban, Barak, Barkan, Bay/Beg, Beke, Belük, Berk, Buga, Bugaç/Boğaç, Çıbuk/Çâbûk, Çomak, Kaban, Kaçmaz, Kaplan, Kara, Karaça, Kaytar, Koç, Koça, Koçalı, Kurman, Közel/Güzel, Kubasar, Kuman, Kumandur, Küre, Satan, Satuk, Sauk, Sonkur, Tatar, Tolmaç, Tuman, Ulaş, Yolçi, Uzur/Oğuz” olmak üzere kırk kadarının Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska tahrir defterinde de yer alması basit bir rastlantı olmasa gerektir (Rasonyi, 1966-1969: 78-144; Uyğur, 2017: 606). Bununla birlikte defterde geçen “Bayındır, Kozan, Salur Kazan, Korkut, Bayrek, Kanduralı, Mamuk, Amiran, Boğaç, Ârız, Bîcan, Ak-Buga, Arslan, Ba(y)ram, Demür, Kuman/Kıpçak, Çâbûk, Demür, Goç/Koç, Kara, Gaga, Yarali, Turar, Turan, Yalguz, Manguberdi, Yüngül, Yaman” vb. isimlerin bir kısmının da Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde geçmesi, yine bölge halkının etnik kökeni hakkında bilgi vermesi açısından önem arzetmektedir.

Mollâ/Nollâ: Mollâ unvanının bazı İslâm toplumlarında tanınmış din âlimlerine veya belirli seviyede öğrenim görmüş kimselere verildiği bilinen bir husustur. Bu kelimenin Arapça’da “efendi, sahip, âmir” mânasındaki mevlâdan geldiği kabul edilmektedir (Algar, 2005: 238). Bu sebeple Ahıska mufassal defterinde de tanınmış din âliminin “Mollâ nâm” şeklinde cemaat adı altında kayıt edildiği görülmektedir (TTD, 1595: 124). Buna rağmen “Mollâ” adının, Cikia tarafından نلا نام / Nollâ nâm” şeklinde verilerek anlamsız bir hâle sokulduğu görülmektedir (Cikia, 1947: 231). Diğer taraftan aynı isim defterin bir başka yerinde مولانا مصطفى الموذن / Mevlânâ Mustafa el-Müezzin” şeklinde “Müslüman Türk şahıs adı” olarak geçmektedir (TTD, 1595: 104; Cikia, 1947: 190).

Mansûr/Mîsur/Msur/Msûra: Aslen Arapça olan bu ismin, Cikia tarafından Gürcü fonetiğine uygun olarak “ميصور / Mîsûr”, “مصور / Msûr” veya “مصوره / Msûra” şeklinde verildiği görülmektedir (Cikia, 1947: 19-21, 50-51, 156). Zîra orijinal tahrirde “Mansûr veled-i Kola,” Mansûr veled-i Uvanus” ve “Mansûr veled-i Selman” diye aslına uygun şekilde “mansûr” diye kayıtlı ismin (TTD, 1595: 15-16), Cikia tarafında iki farklı imlâ ile verilmesi ayrıca dikkat çekmektedir. Cikia’nın bu ismi farklı imlalarla vermesinde siyakat hattının etkisi olduğu gibi onun siyasî temayülünün de etkisi olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Ahıska bölgesinin tamamen İslâmlaşmasının XVI. yüzyılın sonlarına tekabül ettiği gözlemlense de mufassalda yer alan “Abdullah, Emin, Muhammed, Murâd, Mansûr, Yusif/Yusuf, Hasan, Muhtar, İbrahim” gibi Müslüman köylü isimleri, bölgede dikkate değer bir Müslüman Türk azınlığın varlığını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, Atabegler yurdunun yönetici sınıfının 1578’de İslâm ile tanıştığı belirtilse de halk tabakasının da kademeli olarak İslâm’a geçiş yaptığı ve Müslüman isimleri benimsediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, defterde geçen Müslüman Türk isimlerinin varlığını dinî bir etki ile açıklamanın daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.

Ayrıca, Türklerin geçmişte dinî bir kutsiyet atfettikleri menkıbevî şahsiyetler, dervişler ve toplum içinde saygı gören yaşlı kimselere ata veya bab/baba unvanını verdikleri bilinmektedir. Nitekim Çoban Ata, Zengi Ata, Sâhib Ata ve Mansur Ata gibi şahıslar, “Türk Dünyası”nda bu unvanla tanınan önemli kişiliklerdir (Köprülü, 1976: 17-20; Alptekin, 1991: 32). Ahıskalı Türklerde günümüzde bile var olan Mansûr şahıs adı, Ahıska tahrir defterinde birçok yerde kayıtlıdır.

Kurban/Krûbân/Kurbîn: Aslen Arapça olan ve “yaklaşmak, yakın olmak” anlamlarına gelen “Kurban” ismi defterin orijinalinde “Krûbân veled-i Zasîl” şeklinde kaydedildiği görülmektedir (TTD, 1595: 117). Cikia bu şahıs adını “Kef” ile “كروبين / Kurbîn” imlâsıyla vermiştir (Cikia, 1947: 216). Ayrıca “Zasîl” isminin de “sağlam, dayanıklı, metin, muhkem” anlamlarına gelen “Rasif” şeklinde okunması muhtemeldir. Zîra orijinal kayıttaki hatt-ı siyâkat bu ismi “Rasif” şeklinde okumamıza da imkân sağlamaktadır.

Zersıba/Zerzîbâ/Zersıpa: Defterin orijinalinde “Zersıba”  (TTD, 1595: 123) imlâsıyla kaydedilen bu ismin doğrusunun “Altın Süslü” anlamına gelen “Zerzîbâ” olması muhtemeldir. Cikia bu şahıs adındaki “b”yi “p”ye tebdîl ederek ismi “زارسپه / Sersıpa” şeklinde yorumlamıştır (Cikia, 1947: 228).

Sıdkı/Sıdka: Defterde “Gogiça veled-i Sıdkı, Sıdkı nâm,” (TTD, 1595: 123) imlâlarıyla geçen ve bugünde kullanılan bu şahıs adları, Cikia tarafından “صدقه / Sıdka” şeklinde Gürcü ismi olarak yorumlanmıştır (Cikia, 1947: 229). Nitekim Ahıska tahrir defterinde “Gogiça, Sıdkı” ve “Sıdkı nâm” adlarının yanı sıra “Berber, Cihânşâh, Verem, Yârende, Sâkine, Polâd, Garîbşe, Zîrek, Misil, Baysungur, Cânbeg, Îrem, Uluşıh/Uluşeyh, Mazhar, Nuşîrevân nâm, Diyarbeg vb.” Hıristiyan Ortodoks Kıpçak vergi mükelleflerinin varlığı da görülmektedir (TTD, 1595: 119-129; Cikia, 1947: 221-240).

Ağdagül/Ağdagüml: Bugün daha çok bayan ismi olarak “Ağdagül” şeklinde bilinen bu isim, tahrir defterinde “Ağdagül birader-i O” diye erkek ismi olarak geçmektedir (TTD, 1595: 15). Cikia bu ismi “اغدكومل / Ağdagüml” şeklinde yorumlamıştır (Cikia, 1947: 19). Orijinal kayıttaki hatt-ı siyâkatten hareketle “Ağdagün” şeklinde de okunması muhtemeldir.

Râşid/Râsid: Defterde “Gersuvân veled-i Râşid” (TTD, 1595: 55) şeklinde geçen bu isim, Cikia tarafından “كرصوان ولد راسد / Gersuvân veled-i Râsid” imlâsıyla okunmuştur (Cikia, 1947: 97). Zîra defterde geçen “İlyâz, Muhammd b. Abdullah, Mihrân, Münâsi, Ahkîyâr, Îbâşîr, Râsid/Râşid, Yusuf ağa, Mustafa Paşa, Şa’bân çavuş, Nasrullâh vb.” Müslüman Türk varlığından hareketle bu ismin “Râşid” olması kuvvetle muhtemeldir (TTD, 1595: 51-56; Cikia, 1947: 91-100). Bu isimlerden anlaşılacağı üzere 1578’e kadar Ahıska bölgesinde Hıristiyan Kıpçak vergi mükelleflerinin yanı sıra kısmen de olsa Müslüman Türk vergi mükelleflerinin de varlığı görülmektedir. Ayrıca bu şahıs adları, Kartvel/Gürcü yazarlarının aksine “Kıpçakların” bölgedeki varlığını bir daha ispatlar mahiyettedir.

Cemşîd/Cemşîr/Cemşîra: Defterde birkaç yerde “Cemşîd mazman”, “Cemşîd Toruni” (TTD, 1595: 51, 83, 105) imlasıyla geçen Türk şahıs adları, Cikia tarafından Gürcü fonetiğine uygunlaştırılarak جمشير / Cemşîr veya جمشيره / Cemşîra” şeklinde yorumlanmıştır (Cikia, 1947: 90, 149, 192). Nitekim bu ismin de defterde geçen “Demürçi, Kayınatasi, Kabûlâzi, Mezmân, Dürk/Türk, Kuyumçi, Kalaycı, el-Yasâ, el-Yazar, Duhtihâtun” gibi Hıristiyan Ortodoks Kıpçak vergi mükelleflerinden olduğu anlaşılmaktadır (TTD, 1595: 46-51; Cikia, 1947: 81-90).

Cânik/ Hânil: Defterde atabeg yani lala unvanına nispetle “Lâlâ veled-i Cânik” (TTD, 1595: 103) şeklinde geçen şahıs adı, Cikia tarafından “ﻻﻻ ولد حانل / Lâlâ veled-i Hânil” (Cikia, 1947: 179) imlâsıyla verilmiştir. Cikia tarafından her ne kadar “Hânil” şeklinde tebdîl edilse de bu ismin Kıpçaklarla irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan bugünkü “Samsun/Canik” yerleşim yeri adının da Kıpçakların hatırası olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Hıristiyanlarla meskûn kısım Türk devrinde “Kâfir” veya “Kara Samsun” diye yaşamaya devam etmiştir. Bu dönemde şehrin adı Samsun olarak anılsa da sancak ismi için Canik adının kullanıldığı bilinmektedir (Öz, 2009: 83). Ayrıca klasik İslâm kaynakları ve Dede Korkut Oğuznâmelerinde daha İslâm’la müşerref olmamış Türklerden “Küffâr/Kâfirler” diye bahsedildiğini dikkate alırsak burada “kâfir/küffâr” diye bahsedilenlerin “Hıristiyan Kıpçaklar” olduğu anlaşılmaktadır (Şeşen, 2017: 11; Dedeoğlu, 2021a: 121, 157).

Öte yandan, menşe itibariyle Türklere ait olan ve XVI. yüzyıla kadar önemini koruyan atabeglik müessesesi, daha sonraki dönemlerde Anadolu Selçukluları’nın son zamanlarında ortaya çıkan lala uygulaması ile farklı bir kimlik kazanmıştır. Böylece eski önemini yitiren atabegler, saraylarda lala olarak şehzadelerin mürebbileri ve öğretmenleri haline gelmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı döneminde şehzade hocalığı müessesesinin lala veya “hâce-yi sultâni” unvanlarıyla devam ettiği gözlemlenmektedir. Nitekim şark serdarı olarak bilinen Lala Mustafa Paşa, Sultan II. Selim’in (1566-1574) lalası olması dolayısıyla bu unvanla tanınmıştır (Refik, 1997: 71; Baykara, 2003: 70-71)."

Ayrıca defterde birkaç yerde “Lûma veled-i Lâlâ, Kîkna veled-i Lâlâ, Lâlâ veled-i Cânik, Lâlâ nâm” (TTD, 1595: 102-103, 119, 133, 139; Cikia, 1947: 182, 189, 221, 248, 260) şeklinde geçen “Lâlâ” şahıs adlarının bölgenin fâtihi Atabeg/Lala Mustafa paşaya nispetle konulduğu kuvvetle muhtemeldir.

Sonuç ve Değerlendirme

Bu çalışma, orijinal ismi Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska olan 1003/1595 tarihli Ahıska tapu tahrir defterinin Gürcü Türkolog Sergi Cikia tarafından 1947 yılında matbû hâle getirilerek Defter-i Mufassal-i Vilayet-i Gürcistân adı altında yayımlanmasını incelemektedir. Cikia’nın bu çalışması kısmen başarılı görülse de Türkiye’de defterin bilimsel yayınına dair yalnızca birkaç araştırma dışında ciddi bir çalışma yapılmamıştır.

1595 tarihli Ahıska tapu tahrir defteri dikkatle incelendiğinde, bazı vergi mükelleflerinin isimlerinin yanlış imlâ ile kaydedildiği tespit edilmiştir. Tespit edilen örnekler, defterde yapılan değişikliklerin kasten gerçekleştirildiği düşüncesini akla getirmektedir. Ayrıca, bazı şahıs adlarının birden fazla imlâ ile kaydedildiği gözlemlenmektedir. Sonuç olarak, belirli Türkçe isimlerin tebdîl edilerek anlamsız bir hale getirildiği, siyâkat hattının yanı sıra Cikia’nın siyasî eğilimlerinin de bu süreçte etkili olduğu anlaşılmaktadır.

1595 tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska ile 1947’de yayımlanan matbû defter arasındaki karşılaştırma, bölgedeki toplumsal yapı ve etnik kimliklerin değişimini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Kıpçak kökenli şahıs adlarının ve köy isimlerinin yer aldığı belgeler, tarihsel sürekliliğin yanı sıra kültürel mirasın korunmasına da işaret etmektedir. Gürcü Türkologların, bu isimleri göz ardı etmesi, bölgenin tarihine dair eksik bir anlayışa yol açmaktadır.

Her ne kadar bazı Kartvel/Gürcü tarihçiler, Gürcistan Tarihi açısından Kıpçakların önemli icraatlarını görmezden gelseler de başta anonim Gürcü kroniği Kartlis Chobreba olmak üzere Ermeni kaynaklarında da bölgeye davet edilen Kıpçakların faaliyetlerine ayrıntılı bir şekilde yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla, Dünya tarihi için Türklerin önemi ne ise, günümüz Gürcü tarihi için de Kıpçak uruğunun yeri benzer bir öneme sahiptir. Nitekim başta Cikia olmak üzere Gürcü araştırmacılar, Ahıska Bölgesi veya Atabegler Yurdu için tarihte kullanılan “Gürcü/Gürcistan” kavramını tarihi bağlamdan kopararak, bölge halkının etnik yapısının günümüzdeki anlamda “Kartvel/Gürcü” olduğunu iddia etseler de defterdeki veriler bu görüşün geçerliliğini sorgulamaktadır. Dönemin dili dikkate alındığında, kaynaklarda geçen Gürcü kavramıyla yalnızca Kartveller değil, aynı zamanda bölgede önemli bir nüfusa sahip olan Kıpçakların da kastedildiği anlaşılmaktadır.

Bu çalışma, Ahıska Bölgesi'nin tarihi ve kültürel kimliğinin çok katmanlı bir yapı olduğunu ortaya koymaktadır. Kıpçakların, Gürcü ve Türk kimlikleri arasındaki etkileşim, bölgenin tarihsel mirasını daha kapsamlı bir biçimde anlamak için gereklidir. Gelecek araştırmaların, bu konulara daha fazla odaklanması, Ahıska'nın zengin tarihini ve kültürel çeşitliliğini gün yüzüne çıkaracaktır.

Bu bağlamda, çalışmanın bulguları, tarih yazımında etnik kimliklerin ve kültürel mirasın göz önünde bulundurulmasının önemini vurgulamaktadır. Ahıska Bölgesi, sadece Gürcü kimliğiyle değil, aynı zamanda Türk ve Kıpçak kimlikleriyle de şekillenmiştir. Dolayısıyla, tarihsel verilerin yeniden değerlendirilmesi ve farklı perspektiflerin göz önünde bulundurulması, Ahıska'nın zengin tarihi mirasını anlamada kilit bir rol oynamaktadır.]

Sonuç olarak, Ahıska bölgesinin tarihi kimliği ve etnik yapısı, Türk ve Gürcü tarihçilerin yaklaşımlarının daha kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu kapsamda, gelecekteki çalışmaların, bu tarihi zenginliği ve kültürel çeşitliliği daha iyi anlamak için daha geniş bir perspektiften ele alınması önemlidir. Bu çalışma, Ahıska’nın tarihsel ve kültürel mirasını yeniden değerlendirme sürecine katkı sağlamayı hedeflemektedir.

 KAYNAKÇA

Afyoncu, Erhan (1994). “Defterhâne”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, IX, 100-104.

Ahıska Bölgesindeki Türk-İslam Mimari Yadigârları, (2019). Ed. Nebi Gümüş vd., Ankara, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı.

Akdağ, Mustafa (1979). Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi: 1243-1453, I, Ankara, Tekin Yayınları.

Akgündüz, Ahmed (1994). Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, VII, 578-581; VIII, 645-647.

Algar, Hamid (2005). “Molla”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXX, 238.

Alptekin, Coşkun (1991). “Ata”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, IV, 32.

Arıkan, Zeki (1993). “Tapu-Tahrir Defterleri Yayınıyla İlgili Bir Tasarı”, İstanbul, Osmanlı Araştırmaları XIII.

Barkan, Ömer Lütfi (1943). XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Barkan, Ömer Lütfi (1951-1953). “‘Tarihî Demografi’ Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuası, İstanbul, Cilt X, s. 8.

Barkan, Ömer Lütfi (1977). “Kanûn-nâme”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 185.

Baykara, Tuncer (2003).“Lala”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXVII, 70-71.

Baykara, Tuncer (2015). Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş: Anadolu’nun İdari Taksimatı, İstanbul, Bilge Kültür Sanat Yayınları.

Brosset, Marie Felicite (2003). Gürcistan Tarihi: Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar, çev., Hrand D. Andreasyan-Erdoğan Merçil, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Comins, Walter-Richmond (2002). “Sovyetlerin Türk Halklarını Sürgün Etmesi”, Türkler Ansiklopedisi, çev., Erhan Yükselci, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, XVIII, 872-876.

Conquest, Robert (1987). “Kayıp Bir Halk: Rusya Mesketyalıları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, çev., Eşref Özbilen, Sayı 50, s. 184.

Dedeoğlu, Azad (2019). “1003/1595 Tarihli Tahrir Defterine Göre Ahıska Bölgesinde Türk Nüfusu Üzerine Bir Mülâhaza”, Sürgünün 75. Yılında Ahıskalı Türkler Uluslararası Sempozyumu (16-17 Kasım), İstanbul, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, ss. 7-27.

Dedeoğlu, Azad (2021a). Ahıska Bölgesi ve Kıpçak Atabegler Tarihi, İstanbul, Kitap Dünyası Yayınları.

Dedeoğlu, Azad (2021b). “Ahıska Bölgesi’nin İslâmlaşması Üzerine Bir Mülâhaza”, Yaşanabilirlik Açısından İslam Dini Uluslararası Sempozyumu, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 21-22 Ekim, ss. 663-676.

Dedeoğlu, Azad, (2022). “Tarihî Gürcistan Bölgesi ve Gürcü Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Ahıska Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, ss. 43-55.

Defter-i İcmâl Livâ-yı Ahıska, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyûd-i Kadîme Arşivi, No. 221.

Defter-i İcmâl Mustahfazân-ı Ahıska, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyûd-i Kadîme Arşivi, No. 340.

Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska, (1595). Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyûd-i Kadîme Arşivi, No. 130.

Defter-i Mufassal-i Vilayet-i Gürcistan, (1947). haz., Sergi Cikia, Tiflis, Gürcistan SSR Bilimler Akademisi.

Duduçava, İa (2014). Gürcü Türkolojisinin Kurucusu: Sergi Cikia, çev., İlyas Üstünyer, Konya, Palet Yayınları.

Emecen, Feridun M. (1996). “Mufassaldan İcmâle”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı 16, İstanbul, ss. 37-44.

Gümüş, Nebi, (2000). “XVI. Asır Osmanlı-Gürcistan İlişkileri”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi SBE).

Halaçoğlu, Yusuf (1991). XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

İlhan, M. Mehdi (2006). “Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara, Cilt XXV, Sayı 40, ss. 41-58.

İnalcık, Halil (2001). “Kanunnâme”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXIV, 333.

İnalcık, Halil (2009). Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

İnbaşı, Mehmet (2006). “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Çıldır Eyâleti ve İdarecileri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erzurum, Cilt 7, Sayı 1, ss. 78-82.

Kayabalı, İsmail-Arslanoğlu, Cem (1973). “Osmanlıların Fethinden (9 Ağustos 1578 yılından) Önce Kuzey Doğu Anadolu Sınırlarımızdaki Ardahan, Çıldır, Posof, Hanak Bölgesinin Türklüğü, Köyleri ve Köy Adları”, Türk Kültürü, Ankara, Yıl XI, Sayı 126, ss. 54-63.

Kazbegi, Giorgi, (2019). Bir Rus Generalinin Günlükleri: Türkiye Gürcistanı’nda Üç Ay, çev., Rıdvan Atan, İstanbul, Doruk Yayınları.

Kıldıroğlu, Mehmet (2013). Kırgızlar ve Kıpçaklar: IX. Asrın İkinci Yarısından XVI. Asra Kadar Kırgızlar ve Kıpçakların Etno-Siyasi İlişkileri, Ankara. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Kılıç, Orhan (1997). 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin İdarî Taksimatı: Eyalet ve Sancak Tevcihâtı, Elazığ, Ceren Matbaacılık.

Kılıç, Orhan (2022). “Osmanlı İdari Taksimatında Bir Diğer Unsur: Dadyan, Açıkbaş, Gürel ve Abhaza Meliklikleri”, XVIII. Türk Tarih Kongresi 1-5 Ekim 2018, Ankara, Türk Tarih Kurumu.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin (1953). Kars Tarihi I, İstanbul, Işıl Matbaası.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin (1989). “Ne ‘Mesket’ Ne ‘Misket’; Ahıska Türkleridir”, Ankara, Azerbaycan Türk Kültür Dergisi, Sayı 268, Yıl 38, ss. 17-21.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin (1993). Osmanlıların Kafkas-Elleri’ni Fethi (1451-1590), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Köprülü, Fuad (1976). Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.

Köprülü, M. Fuad (1979). “Bayrak”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, II, 401.

Kunt, İbrahim Metin (1978). Sancaktan Eyalete: 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.

Kurt, Yılmaz (1990-1991). “Adana Sancağında Kişi Adları”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara, Cilt XV, Sayı 26, ss. 169-171.

Kuyûd-i Kadîme Arşiv Kataloğu, (2012). haz., Sevgi Işık, Songül Kadıoğlu, Mehmet Yıldırır, Ankara, Arşiv Dairesi Başkanlığı Yayını.

Kütükoğlu, Mübahat S., (1998). Osmanlı Belgelerinin Dili: (Diplomatik), İstanbul, Kubbealtı Neşriyat.

Miminoşvili, Otar (1999). Gürcüstan’da Etnografik Yolculuk, çev., Hacer Özkan (İremadze), İstanbul, Çiviyazıları Yayınları.

Niyazov, Ahmed (2016). “Ahıska Mufassal Defteri”, Bizim Ahıska; Üç Aylık Kültür Dergisi, Ankara, Yıl 12, Sayı 42, ss. 16-19.

Öz, Mehmet (2010), “Tahrîr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXXIX, 425-429.

Öz, Mehmet, (2009). “Samsun”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXXVI, 83- 88.

Rasonyi, Laszlo (1966-1969). “Kuman Özel Adları”, Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara, Yıl III/VI, Sayı 3-6, ss. 78-144.

Refik, Ahmet (1997). Osmanlı Âlimleri ve Sanatkârları, İstanbul, Timaş Yayınları.

Sezen, Tahir (2006). Osmanlı Yer Adları, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayın Nu: 21.

Şahin, İlhan (2006). “Nahiye”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXXII, 306-308.

Şahin, İlhan (2009). “Sancak”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, XXXVI, 97-99.

Şeşen, Ramazan (2017). İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, İstanbul, Bilge Kültür Sanat Yayınları.

Turgut, Bahattin, (2021). Ahıska’da Osmanlı Vakıfları, İstanbul, Arı Sanat Yayınevi.

Uyğur, Sinan, (2017). “1595 Tarihli Defter-i Mufassal-ı Livâ-i Ahısha’da Geçen Türkçe Kökenli Kişi Adları Üzerine”, Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl 2, Kafkasya Özel Sayısı, Sakarya, ss. 587-635.

Uzman, Nasrullah (2018). “II. Dünya Savaşı Sonrasında Sovyet Talepleri ve Türkiye’nin Tepkisi”, Gazi Akademik Bakış, Cilt. 11, Sayı, 22, ss. 117-142.

Ünal, Mehmet Ali (1999). XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Üstünyer, İlyas (2017). “Gürcistan’da Türk Edebiyatına Adanmış Bir Ömür: Elizbar Cavelidze”, Karadeniz Araştırmaları, XIV/54, ss. 63-73.

Vardan, Müverrih (1937). Türk Fütuhatı Tarihi (889-1269), çev., Hrant D. Andreasyan, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Zeyrek, Yunus (2001). Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara, Pozitif Matbaacılık.

 

NOT: Makale, Sürgünün 80. Yılında Ahıska Türkleri: adlı eserde kitap bölümü (ss. 286-318) olarak yayımlanmıştır.