azadzanavli @ hotmail.com

1. GİRİŞ

Tarihî kayıtlardan anlaşıldığı üzere Osmanlılar, Gürcistan/Gürcü kavramını daha çok “bölge” anlamında kullandığı için Kıpçak Atabeglerine de bu manada “Gürcü Sultanları” veya “Gürcü Beyleri” demişlerdir. Nitekim bölgenin şartları ve dönemin dilinin tam olarak bilinmesi, konunun doğru anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Bugün genel olarak Gürcistan diye bilinen bölge, tarihî coğrafya itibariyle Sağ/Sol Gürcistan veya Doğu/Batı Gürcistan olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Dolayısıyla bugün Gürcü ismi, Gürcistan’da yaşayan bütün halklar için kullanılsa da Kartvel halkı arasında “Gürcü” kelimesi kullanılmamaktadır (Tellioğlu, 2009).

Öte yandan tarihte Ahıska bölgesine “Gürcistan”, Kıpçaklı Atabeglere de “Gürcü begleri” denilmesinden olsa gerek ki, Ahıskalı Türkler de “Gürcü” olarak görülmüş ve Ahıska Bölgesi daha çok Gürcü araştırmacıların ilgi odağı olmuştur. Nitekim dönemin dili doğru okunduğunda “Gürcü” kavramıyla sadece bugünkü anlamda Kartvellerin/Gürcülerin değil aynı zamanda “Kıpçakların” da anlaşıldığı görülecektir. Böylece bu kavramlar doğru anlaşıldığı sürece Ahıskalı Türklerin etnik yapısı ve Ahıska bölgesinin tarihi en az hatayla ortaya çıkmış olacaktır. Ayrıca her ne kadar titizlikle araştırılsa da bölgenin kozmopolit yapısı, Kafkaslar gibi stratejik bir mevkide yer alması yine de bazı hataları beraberinde getirmektedir.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından tarihî Gürcistan Bölgesi ve Gürcü kavramına geçmeden önce bölgede 1268-1578 yılları arasında tam 310 yıl hüküm süren Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti hakkında kısa da olsa bilgi vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Zira 14 Kasım 1944’te Stalin tarafından Orta Asya’ya sürgün edilen ve hâlâ sürgün hayatı yaşayan Ahıskalı Türklerin kökeni olarak bilinen Ahıska bölgesindeki Kıpçaklar, her ne kadar bazı çevrelerce bilinmese de Anadolu’nun en uzun süreli Türk beyliğini kurmuşlardır. Ahıska Bölgesi 1578’de Osmanlıya bağlandıktan sonra da değerini yitirmemiş bu sefer Osmanlılarca 1579’da kurulan “Çıldır Eyaleti”nin başşehri olmuştur. Osmanlı livası altında 250 yıl en ihtişamlı dönemini yaşayan bölge, Rusların gelişiyle 1829’da ikiye bölünerek bir kısmı Osmanlılarda bir kısmı ise Çarlık Rusya’sında kalmıştır. 1921’de ise SSCB sınırları içerisinde kalan Ahıska Bölgesi, 14 Kasım 1944’te vuku bulan büyük sürgünle Türk nüfusundan tamamen boş kalmıştır. Bütün bunlarla birlikte her ne kadar çağdaş Kartvel/Gürcü yazarlar bölge halkının “Gürcü” olduğunu iddia etseler de Ahıska bölgesinin 1944’te Sovyetler tarafından sürgün edilen “Türk nüfusu” bugün 10 ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadır (Dedeoğlu, 2021).

2. ORTODOKS KIPÇAK ATABEGLER HÜKÛMETİNE KISA BİR BAKIŞ

Kür ve Çoruh boylarına yerleşmiş olduğu belirlenen Türk kavimleri hakkında en açık bilgi, Buntürk ve Kıpçaklarla ilgili olarak Gürcü kroniği Kartlis Chobreba’da yer almaktadır (Dedeoğlu, 2021). Bu kayıtta M. Ö. 336’da Gürcistan’a yapılan seferde Çoruh boylarına gelen Büyük İskender’in ordusunun, doğuda Hazar Denizi kıyısına kadar uzanan sahaya yerleşen “Buntürk” ve “Kıpçaklarla” karşılaştığı belirtilmektedir (Brosset, 1849). Kartlis Chobreba’daki ifadeye göre, “Buntürk” ve “Kıpçaklar”ın yaşadığı alanı ana hatlarıyla verecek olursak; sınırları çizilen bu alan Tiflis’in kuzeyindeki tarihi Mtzkheta bölgesi, Kür Nehri’nin sol tarafından Hazar Denizi kıyısındaki bölgenin sınırı olan, Ahıska Dağları’na kadarki sahayı içine alan Samtskhe (Cамцхе) bölgesi ve Doğu Gürcistan sınırları içerisinde kalan Kaheti bölgesidir (Lang, 1997; Tellioğlu, 2004). Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere, Kıpçakların hâkimiyet kurduğu alan Hazar Denizi kıyısından itibaren batıda Çoruh Nehri’ne kadar uzanan geniş bir bölgeyi kapsamaktadır.

Bu kronikten hareketle Kırzıoğlu (1992), M. Ö. VIII. yüzyıldan M. S. VI. yüzyıllara kadar Kafkasların kuzeyinden güneye geçip yukarı Kür ve Çoruh boylarına yerleşen Kıpçakları İlk Kıpçaklar” diye isimlendirmiştir. Burada yukarı Kür ve Çoruh boyları tabiriyle; Göle’den çıkıp Hazar Denizi’ne dökülen Kür Nehri’nin Türkiye ve Ahıska’da kalan kısmı ifade edilmektedir (Doğru, 1985). Kırzıoğlu, bu bölgeye XII. yüzyılın ilk çeyreğinde gelip Kartvelleri (Gürcüleri) ihya eden Kıpçakları “Eski Kıpçaklar”, 1195’te gelip yerleşen ve Kraliçe Tamara Dönemi Kartvellere “altın çağı” yaşatan Kıpçakları ise Son Kıpçaklar” diye isimlendirmiştir (Kırzıoğlu, 1970).

XII. yüzyılda Gürcistan bölgesine gelen Kıpçakların büyük bir kısmı geri dönmemiş ve Gürcistan tarihi için önemli roller icra etmiştir. Yaklaşık bir asır boyunca aralıklarla bölgeye gelen binlerce Kıpçak ailesinin, Kartvel/Gürcü-Kıpçak birliği sonucunda yeniden ele geçirilen İrminiye bölgesine de yerleştirildiği görülmektedir. Böylece XII. yüzyılın ilk çeyreğinde Çoruh Vadisi’ne, Ardahan ve İspir bölgesine yerleşen Türkmenlere baskın vererek kovalayan Kıpçaklar, bu bölgeleri ele geçirmiş ve Türkmenlerden boşalan topraklara yerleşmeye başlamışlardır. Daha sonraki dönemde ise Kıpçakların yerleşme sahası Şavşat, Ardanuç, Yusufeli bölgelerine kadar genişlemiştir (Brosset, 1849; Tellioğlu, 2004). Çeşitli bölgelere yerleştirilen bu Kıpçaklar, Abaka Han döneminde Gürcü krallarından ayrılarak merkezi Ahıska/Samshe olmak üzere Ahıska bölgesinde 1268’de tarih sahnesine çıkan yarı bağımsız ve Anadolu’nun en uzun süreli Türk beyliği olarak bilinen Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmetini kurmuşlardır (Togan, 1981; Kırzıoğlu, 1992; Dedeoğlu, 2021).

Bununla birlikte “Ahıska, Ahılkelek, Altunkala, Çıldır, Ardahan, Artvin, Borçka, Göle, Posof, Şavşat, Ardanuç, Oltu, Bardız, Mâmervan/Nariman, Tortum ve Yusufeli” gibi geniş bir sahaya hâkim olan Kıpçaklı Ortodoks Atabegler içerisinde, Artvin-Borçka kesimini elinde bulunduran grubun, 1479 yılından itibaren Osmanlı hâkimiyetini kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu grubun Trabzon Sancağı’na bağlanarak üç kol halinde ocaklık aldığı kaydedilmektedir (Kırzıoğlu, 1993). Kanunî’nin ikinci Doğu seferi sonrasında 1549’da Atabegler yurdunda dört sancaklık yerin daha zaptedildiği ve zaptedilen bu yerlerde Tortum, Akçakale, Kemhis ve Livane Deresi adında dört sancak kurularak Erzurum’a bağlandığı belirtilse de diğer Kıpçak boylarının ise 1578 yılına kadar bağımsızlığını devam ettirdiği görülmektedir (Kırzıoğlu, 1992; Aydın, 1998; Tellioğlu, 2004; Çınar, 2015). Böylece bugünkü Ahıska, Ardahan ve Artvin kesimlerine hükmeden bu Kıpçaklı Atabegler; İlhanlılar (1256-1353), Celâyirliler (1340-1431), Karakoyunlular (1351-1469), Akkoyunlular (1340-1514) ve kısmen de Safevîler (1501-1736) ve Osmanlılar (1299-1922) gibi Müslüman Türk devletlerine bağlı olarak tam 310 yıl (1268-1578) buraları idare etmişlerdir (Öztuna, 1983). Ayrıca stratejik mevkide yer almaları hasebiyle yukarıda zikrettiğimiz Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî ve Osmanlı akıncılarına kılavuzluk yapmak suretiyle daima Türk devletlerinin yanında yer aldıkları görülmektedir (Kırzıoğlu, 1970; Özder, 1971).

Netice itibarıyla XVI. yüzyılda Atabegler Yurdu iki hegemon güç olan Osmanlı-Safevî mücadelesine sahne olsa da Kıpçaklı Atabegler Hükûmeti Begleri’nin Gürcü-Bagratlılar’dan ziyade her zaman “Türk Devletleri”nin yanında yer aldığı görülmektedir. Nitekim soy itibariyle Kartvel/Gürcü olmayan Kıpçaklı Atabeglerin (Dedeoğlu, 2021), Bagratlı sülalesinden gelen Kartli/Gürcistan Kralları ve Beyleri ile sürekli anlaşmazlık yaşadığı görülmekle birlikte, hatta aynı mezhepten olmalarına rağmen her zaman Akkoyunlular ve Osmanlılar gibi Müslüman Türk ordularına kılavuzluk yaparak hasımlarını ezdirmişlerdir. Ayrıca Öztuna da Atabeglerin “aslen Türk/Kıpçak olduğunu” belirterek, bu Beylerin (arada Bagratlı hâkimiyetine girmiş olsalar da) genel itibariyle “Türk Devletlerine tâbi olarak hayatlarını devam ettirdiklerini” vurgulamaktadır (Öztuna, 1983).

3. GÜRCİSTAN BÖLGESİ VE GÜRCÜ KAVRAMI

Gürcüler, efsanevî ataları Kartlos’a izafeten kendilerini “Kartvel-ebi”, ülkelerini de “Kartvellerin Vatanı” anlamında “Sa-kartvelo” diye isimlendirirler (Lang, 1997). Gürcüce olmayan “Gürcü” kavramı, onlara Pers/İranlılar tarafından verilmiş olan “Gurgi/Gürci” adının Türkçe’deki kullanım şeklidir. Gürcistan kelimesine gelince aynen Türkistan gibi, Farsça mekân edatı olan “sitan/istan”  ile “Gürcî” kelimesinin birleştirilmesiyle ortaya çıktığı ve “Gürcü Yurdu”, “Gürcülerin çokça bulunduğu yer” manalarına geldiği kaydedilmektedir (Gümüş, 2000; Tellioğlu, 2009). Diğer bir görüşe göre ise Gürcistan adı, “Kur Ülkesi” anlamında “Kur” veya “Gur” Irmağı’ndan dolayı Farslar ve Türkler tarafından türetilmiş bir isimdir (Klaproth, 1814).

İlk kez Pehlevî kaynaklarında “Gurgistan” şeklinde geçen “Gürcistan” ve “Gürcü” isminin, İslâm kaynaklarında daha çok “Cürzân” ve “Kurc” şeklinde geçtiği görülmektedir (İbnü’l-Esîr, 1417/1997). Bununla birlikte Arap coğrafyacılarının “Cürzân” olarak tanımladıkları bölge, bugünkü Gürcistan’ın tamamını kapsayan bölge değildir. Zira Ermeniyye/İrmîniyye sınırları içerisinde tarif edilen coğrafyada, Tiflis ve çevresi ayrı bir bölüm olarak değerlendirilmektedir (Belâzurî, 1988). Kanaatimizce bu sebepledir ki, İbnü’l-Esîr (1417/1997) 514/1120 yılı olaylarından bahsederken “Gürcüler, Hazarlardır (الْكُرْجُ، وَهُمُ الْخَزَرُ)” diyerek bölgede yaşayanların aynı zamanda “Hazarlar” veya “Kıpçaklar (Türkler)” olduğunu söylemektedir. Ayrıca Eyyûbîler Devri müverrihlerinden el-Bundârî’nin (ö. 643/1245), Sultan Alparslan Dönemi’ni (457/1064) anlatırken “Gürcistan bölgesi”nden “Hazar Memleketi” diye bahsetmesi de bu görüşü destekler mahiyettedir (Bundârî, 1943). Bu ve İbnü’l-Cevzî’de (ö. 597/1201) geçen بلاد الخزر (Hazar Beldesi) gibi benzer kayıttan, daha Selçuklular Dönemi’nde Güney Kafkasya ile birlikte Gürcistan’ın da “Hazarlar Memleketi” olarak isimlendirildiği anlaşılmaktadır (Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, 1434/2013).

Öte yandan XIV. yüzyılın başlarında yaşayan ve Deşt-i Kıpçakın etnik durumuyla ilgili geniş bilgiler veren, Memlükler Devri’nin önde gelen tarihçilerinden Nüveyrî (ö. 733/1333) de İbnü’l-Esîr gibi “Gürcüler Hazarlardır” diyerek, onların da “Türklerden bir tâife (طائفة من الأتراك)” olduğunu vurgulamaktadır (Nüveyrî, 1423/2002). Diğer taraftan Osmanlıların “Kıpçak Atabegleri”ni “Gürcü (Kıpçak) Beyleri” olarak ifade etmesi, bölge halkına bugün dahi “Gürcü veya Gürcistan Türkleri” denmesi, bölgeye yerleştirilen Kıpçaklar ve yukarıda zikrettiğimiz kullanımdan kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Gürcistan’a gelen Kıpçaklar daha çok “Sağ Gürcistan” diye bilinen bölgeyi kendilerine yurt edinmişlerdir. Nitekim Ahıska, Kars, Erzurum, Revan ve Gence bölgelerindeki yerli Türkler, Gürcistan’ı “Sağ Gürcistan” ve “Sol Gürcistan” olmak üzere iki ayrı bölge olarak zikretmişlerdir. Şöyle ki, merkezi Tiflis olan doğu kesimine “Sağ Gürcistan” veya “Terekeme Gürcistan”ı, merkezi Kutayis/Kartli olan batı kesimini ise, “Sol Gürcistan” veya “Asıl Gürcistan” diye isimlendirmişlerdir (Kırzıoğlu, 1972; Dedeoğlu, 2021). Ayrıca Avrupalı seyyahların “Türk Gürcistan”ı (Georgie Turque) dedikleri bölge, yukarıda ifade ettiğimiz Türklerin yer aldığı “Sağ Gürcistan/Terekeme Gürcistanı”dır (Danişmend, 1972).

Bu kavramı XVII. yüzyıl Seyyahlarından Kâtip Çelebi (1145/1732) ve Evliya Çelebi’de (1314/1896) de görmekteyiz. Nitekim Evliya Çelebi “Vilayet-i Asıl Gürcistan Kal’a-yı Kütatıs”ın “Açıkbaş (İmeret) Vilayeti Tahtı” olduğunu belirterek; “Hilâfet-i Selim Hân’da burası ocaklık hükûmet olmuştur. Hâsı 606.000’dir. Muti’ Gürcistan olmakla timar ve ze’ameti yoktur.” diye de bölgenin XVII. yüzyıl ortalarındaki idari durumu hakkında bilgi vermektedir (Çelebi, 1314/1896). Ayrıca Baykara’nın Gürcistan hakkındaki tespitleri de konumuz açısından önemlidir: “Gürcistan; Kafkasların güneyinde, Tiflis yöresinin adıdır. Bu yöredeki siyasi gücün, bir zaman için hâkim olduğu topraklara da bu ad verilmiş, böylece kısa bir süre için Çıldır tarafları böyle anılmıştır. Ancak, gerek Türkiye Selçukluları, gerekse Osmanlılar döneminde böyle bir tabir yoktur. Sadece Tiflis yöresi için kullanılan bir coğrafi addır. Osmanlılar, sadece Tiflis Eyaleti’ne, bazen nâm-ı diğer Gürcistan’ demişlerdir” (Baykara, 2015). Ahmed Cevdet Paşa da Gürcistan’ın iki parçaya bölündüğünü ve “Asıl Gürcistan’ın Tiflis olduğunu” ifade etmektedir (Cevdet Paşa, 1307).

Öte yandan Tiflis Vilayeti’ne bugün de “Terekeme Gürcistanı” denilmesi, koyuncu ve yılkıcı “Karapapak/Terekemeleri”nin burada çok kalabalık ve güçlü olmalarından kaynaklanmaktadır. Buna ilaveten kaynaklarda Ahıska/Atabegler Yurdu da sağ Gürcistan Bölgesi olarak geçmektedir (Danişmend, 1972). Bu kullanımdan hareketle Kıpçak Atabeglerine coğrafi bölgeye nispetle yer yer “Gürcü Atabegleri” denilse de kanaatimizce bunu etnik anlamda bugünkü Gürcülere atfetmek doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim Anadolu’ya “Diyâr-ı Rûm” veya “Rûmî” denilmesi gibi, Kuman-Kıpçaklara da bu anlamda bölgeye nispetle “Gürcü” denilmiştir. Ayrıca Kâtip Çelebi’in, Ahıska bölgesinde bir idari birim olan “Ahılkelek”ten bahsederken “Ahıl-Kelek Ak-Kala’ mânasında ‘Gürcî’ lügatidir” diyerek, buradaki “Gürci” kavramıyla “Kıpçaklar”ı kastettiği anlaşılmaktadır (Çelebi, 1145/1732). Zira bir başka yerde ise, Gürcistan’ın Osmanlıya bitişik yerlerinde yani Atabegler yurdunda “karışık boylar”ın yaşadığını ve bunlara da “Çinçavât” denildiğini ifade etmektedir.

Diğer taraftan buna benzer bir kullanımı coğrafi bölge olarak bilinen “İrmîniye”de de görmekteyiz. Zira bölgeye Türkiye Selçukluları döneminde “Ermen Diyarı” denilmesi ve bu coğrafi bölgede hüküm süren Türklerin kendilerini “Ermen-şâh” diye adlandırması da bu manada kayda değerdir (Baykara, 2015). Bu bakımdan XVI. yüzyıl Alman seyyahlarından Salomon Schweigger’in Atabegler hakkındaki şu ifadeleri konumuz açısından önem arz etmektedir: İki Gürcü soylusu M. S. 1579 yılının 3 Haziran günü 150 kişilik maiyetleriyle birlikte Konstantinopolis’e geldiler. Söz konusu Gürcüler gösterişli, uzun boylu, dik duruşlu, geniş yapılı güçlü kişilerdir. Tenleri esmer, saçları siyahtır ve Polonyalılara ya da Macarlara benzerler. Korkusuz ve yiğit savaşçılardır. Gürcüler, sanki uzun süredir Konstantinopolis’te yaşıyorlarmış gibi şehrin içinde rahatça dolaştılar.” (Schweigger, 2004). Schweigger metnin başka bir yerinde bölge halkının bütününe “Cumani” yani “Kuman-Kıpçak” denildiğini ifade etmektedir. Ayrıca “Macarlara benzetmesi” ve diğer özelliklerden hareketle, burada zikri geçen Gürcülerin “Kıpçaklar” olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira başta Macarlar olmak üzere birçok kavmin etnolojik ve etno-medeni gelişimlerinde muhakkak bir “Kuman-Kıpçak” unsurunun var olduğunu tarihi kayıtlarda yer almaktadır (Kıldıroğlu, 2013). Öte yandan Batı’da “Don Juan” olarak bilinen İranlı Oruç Bey de Kıpçaklı Atabeglerden II. Manuçehr’i bu manada “Gürcü (Kıpçak) Prensi” olarak isimlendirmiştir (Don Juan, 1926).

Osmanlılar Gürcistan/Gürcü kavramını daha çok “bölge” anlamında kullanmışlar ve Türk oldukları kesin olarak bilinen “Kıpçak Atabegleri”ne de bu manada “Gürcü Sultanları” veya “Gürcü Beyleri” demişlerdir (İbrâhim, 1283). Zira bölge ile ilgili Osmanlı tahrir defterlerinin ön sözünde yer alan “Padişah Kanunnameleri”ndeki “Kanunnâme-yi Vilâyet-i Gürcistân” ibâresinde de “Gürcistan” kavramının “bölge” anlamında kullanıldığını görmekteyiz (Defter-i Mufassal, 1595; Zeyrek, 2001; Niyazov, 2016). Bununla birlikte Emir Timur’un isteği üzerine 804/1401’de yazılmış olan Zafernâme’de de “Gürç Diyarı, Gürç Vilâyeti” şeklinde “bölge” anlamında geçtiği anlaşılmaktadır (Şâmî, 1987). Nitekim XVI. yüzyıl tarihçilerinden Selânikî’de bile aynı anlamda kullanılmıştır (Selânikî 1999). Nihayetinde Osmanlıca bir metinde Kıpçaklı Atabeg Mîrzâ Çâpûk’tan (ميرزا چاپوق) bahisle: “Gürcistan Sultanı Mîrzâ Beğ’den bu menzilde iki elçi gelüp, hediyyesin takdîm itdi” denilmesi (Ahmed Bey, 1265/1848), Gelibolulu Mustafa Âlî Künhü’l-Ahbâr’ında Kıpçak Atabeglerden bahsederken: “Bunlar Tamar Didü Pâl yani Kraliçe Tamara evlâdından değildir” demesi bu görüşümüzü destekler mâhiyettedir (Çerçi, 2000). Ayrıca Evliya Çelebi (1314/1896), Çıldır Beylerbeylerini “Gürcü/Kıpçak” kabul ederek Atabeglerin soyundan geldiklerini söylemekte ve Ahıska ziyareti esnasında “dilâver” ve “hünerver” diye vasıflandırdığı Vali Sefer Paşa’yı da “Gürcü asıllı bir devlet adamı” olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla Atabegler yurdunda yapılan birçok kale ve yapıların da bu anlamda “Gürcü beyleri” tarafından yapıldığını söylemektedir. Bununla birlikte benzer kullanımı Öztuna’da da görmekteyiz. Zira o, Anadolu fethinden bahsederken: “1068’de Tiflis’i fetheden Alparslan Kars’a geldi ve akıncılarını Trabzon’a kadar yolladı. Bu sırada bir kısım Gürcüler Müslüman dinini kabul etmişlerdir.” demektedir. Aynı yazar Malazgirt’i anlatırken Bizans ordusu içinde: “Slavlar/İslâvlar, Gürcüler, Abhazlar, Peçenek ve Uzlar” gibi Müslüman olmayan ücretli “Avrupalı Türk” askerlerden bahsetmektedir (Öztuna, 1964). Dolayısıyla buradaki Gürcülerden maksat Kartveller değil, bilakis bunların Oğuznamelerde kendilerinden “kâfir/küffâr” diye bahsedilen Hıristiyan Kıpçaklar olduğu anlaşılmaktadır. İbn Bîbî (ö. 684/1285), el-Evâmirü’l-Alâiyye isimli eserinde Sultan Alâeddin ordusu içinde “Gürcü”, “Rum”, “Rus”, “Arap” ve “Frank” askerlerinden bahsetmektedir ki, buradaki “Gürcüler” de kanaatimizce o dönem paralı asker olarak hizmet veren Kıpçaklardır (İbn Bîbî, 1996).

Bugünkü Gürcülerin, ilk ataları Kartlos’a atfen kendilerine “Kartvel” dediklerini yukarıda belirtmiştik. Bu sebeple de ana yurtları olarak kabul ettikleri Tiflis ve çevresine “Kartli” ismini vermişler, XI. yüzyıldan sonra ise buraya “Sakartvelo” demeye başlamışlardır (Tellioğlu, 2009). Zira Özder’in de ifade ettiği gibi ilmî açıdan da asıl Gürcistan sayılan Kutayis ve Tiflis bölgeleri halkı, etnolojik anlamda Kartvel grubuna bağlı olduklarından dolayı kendilerine nispet edilen Gürcü sıfatını hiçbir zaman benimsememişlerdir (Özder, 1971). Kırzıoğlu (1992) da bu bilgileri teyit mahiyetinde şu ifadelere yer vermektedir: “Hıristiyan olan, ne Tiflis (Kartli), ne de Kutayis (İmeret) halkı, ‘Gürci/Gürcü’ adını bilmez ve benimsemezler. Acara ve Batum’un Müslüman halkı ise bu adla tanınır ve bu adı benimserler. Çünkü eski ‘Kolk/Gorg’ ülkesinde onlar oturmaktadırlar”. Dolayısıyla Gürcü kelimesinin Asya’dan gelen bir topluluk olan “Kolchit”lerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Herodotos: “Kolkhisliler, besbelli Mısırlıdırlar. Kolkhisliler Mısırlıları, Mısırlıların Kolkhislileri hatırlamalarından daha iyi hatırlıyorlar.” diyerek, bunların köken itibariyle Mısırlı olduğunu ve Mısır Kralı Sesostris’un seferi neticesinde bu bölgelere kadar geldiklerini, dolayısıyla Kolkhislilerin Mısır ordusunun orada kalan bakiyeleri olduğunu haber vermektedir (Herodotos, 2012).

Avusturya elçisi Busbecq 1560’ta İstanbul’a geldiğinde, Dadian/Dadyan isminde “vakur, boylu, poslu ‘Kolk/Kolhis Kralı’nın maiyetiyle beraber şehre yaptığı ziyaretten” bahsetmekte ve konuyla ilgili olarak şu bilgilere yer vermektedir: “Bunlar Hazar Geçitleri (Türkler Demir Kapı diyor) ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında yerleşmiş kavimlerden biridir. Ait oldukları Hıristiyan mezhebinden veya -bu daha muhtemel- eski isimlerinden (Kolk/Gorg) dolayı şimdi Gürcü adıyla anılıyorlar. Komşu oldukları diğer kavimler Albanyalılarla (Azerbaycan) İberyalılardır (asıl Gürcistan). İberyalılar bu kralın babasını öldürmüşler, Kolhisliler de onlara uzun zamandır derin nefret besliyorlar.” (Busbecq, 2005). Zira Lang’a (1997) göre de bilinenin aksine Gürcü ismi Aziz Georgi’den gelmiş değil, bilakis Arapça ve Farsça bir terkip olan Kurc veya Gurc/Curc adıyla irtibatlıdır. Ayrıca 1003/1595 tarihli Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska isimli tahrir defterinde “Gürcü” veya “Gürcistan” isimlerinin “كرجى / Gürci”, “كرجى باصله / Gürci Bâsıla” ve “كورجستان / Gürcistân” şeklinde “Hıristiyan Kıpçak” şahıs ismi olarak geçtiği görülmektedir. Dolayısıyla bu isimler Kartveller (Gürcüler) tarafından verilmiş olsaydı kendi dillerine uygun olarak “Kartvel” veya “Sakartvelo” şeklinde olması gerekirdi (Uyğur, 2017). Bununla birlikte Orta Çağ seyyahlarının birçoğu Kıpçakları “Gürcüler” diye görmüş, bu kullanımdan hareketle coğrafi anlamı göz ardı eden bazı araştırmacılar ise “Gürcü” kavramına bugünkü anlamda “Gürcüleşmiş Ortodoks Kıpçak Türkleri” anlamını yüklemişlerdir. Zira son dönemlere kadar genel bir millî isme sahip olmayan Hıristiyan Gürcü halkı, tarihî seyir içerisinde kendilerine coğrafi-kabilevi mensubiyet anlamında “İmeret (Açıkbaş), Kartli (Asıl Gürcistan) ve Kahet” gibi isimler kullanmışlardır (Dedeoğlu, 2021). Buna ilaveten Orta Çağ literatüründe Gürcü ismi, Aşağı Çoruh ve Batum Acar arazilerini ifade eden coğrafi bir isim olarak bilinmektedir (Kırzıoğlu, 1953). Dolayısıyla bugünkü manada Gürcü adının umumileşerek etnik bir anlam kazanması XVIII. yüzyılda Rusların bölgeye gelmesiyle olmuş ve böylece genel bir etno-coğrafya olan “Gürcistan” ismi ortaya çıkmıştır (Necef, 2010).

Diğer taraftan şunu da belirtelim ki, XII-XIII. yüzyıldan itibaren Kür, Çoruh ve Aras Boylarına yayılan Kıpçakların bir kısmının Gürcü Ortodoks Kilisesine, diğer bir kısmının da Ermeni Gregoryen Kilisesine bağlandıkları görülmektedir. Dolaylısıyla Türkçe konuşsalar da sırf “Hıristiyan/Haçperest” oldukları için bu Kıpçaklara bölgesel veya mezhepsel anlamda “Gürcü” veya “Ermeni” denilmesi âdet olmuştur. Gürcü ve Ermeni kiliselerinin millî bir kilise olması hasebiyle, bu kiliselere intisap eden Türkler de “Gürcü” veya “Ermeni” olarak algılanmıştır. Ermeni ve Gürcü kavramlarının, ırki bir millet değil “Ortodoks veya Gregoryen Kilise Mezhep” milleti olduğu anlaşılmaktadır (Dedeoğlu, 2021). II. Murad (ö. 855/1451) döneminde yazılmış bir takvimde 762/1360 yılı olayları anlatılırken Kıpçaklı Atabeg Ak-Buğa (اقبوقا) ve halkından “Gürcü kâfirleri” manasında “küffâr-ı kurc” (كفاركرج) diye bahsedilmesi bu görüşümüzü destekler mahiyettedir. Burada da bölge halkı Ortodoks Hıristiyan Kıpçaklar oldukları için “Türk” olmalarına rağmen mezhepsel anlamda “Gürcü” olarak bilinmektedir (Tarihi Takvimler, 1954). Ayrıca buna benzer ifadeler Dede Korkut Oğuznamelerinde de geçmektedir. Nitekim Kitab-ı Dede Korkut’ta anlatılan olaylar, Müslüman Oğuzlar ve kuzey komşuları olan Hıristiyan Kıpçaklar arasında meydana gelen çeşitli mücadelelerden ibarettir. Destanda geçen ana konu da Oğuz-Kıpçak mücadelesi ve kendi aralarında yaptıkları kardeş kavgasıdır. Bu sebeple Dede Korkut’ta “küffâr” veya “kâfirîn” diye zikredilenler daha çok Hıristiyan Kıpçaklardır (Çınar, 2015).

Bununla yakından irtibatlı olarak Karaim Türkleri veya bugünkü kullanıldığı şekliyle Karay Türklerini de hatırlatmakta fayda vardır. Zira Türkler arasında tarihî ve coğrafi şartlara bağlı olarak yayılan mezhepler arasında zikredebileceğimiz Karâîliğin de zamanla etnik kimlikle özdeşleştiği görülmektedir. Dolayısıyla Kıpçak-Hazar oluşumundan ortaya çıkan Karay Türkleri de ırki bir millet değil, aksine Türklerin oluşturduğu mezhebî bir millettir (Arık, 2005). Kuzgun’a göre hangi dilden alındığı kesin olarak bilinmeyen Karaim kelimesi; İbranicede, Karaî, Karaim; Arapçada, Karraî, Karraûn; Kuman-Kıpçak Türkçesi’nde ise “Karay, Karaylar” şeklinde söylenmektedir (Kuzgun, 1985). Kanaatimizce İbraniceden Arapçaya geçen kelime “kıraat” yani okumayla alakalı olup, Yahudilik’te kariler Hz. Musa’nın şeriatına bağlı olan ve Tevrat’tan başka hiçbir yorumu kabul etmeyen bir akımı temsil etmektedir. O sırada çeşitli dillerin etkisi altında kalan Hazarcadan ziyade saf Kıpçakçayı benimseyen ve Kıpçak-Hazar birliğinden oluşan bu topluluk, daha sonra Kıpçak ve Hazar isimlerini tamamen terk ederek içinde bulunduğu mezhebin adını benimsemeleriyle “Karaim” yahut Kıpçakça deyişiyle “Karay Türkleri” ismini aldıkları anlaşılmaktadır. Zamanla bu topluluğa diğer milletlerden az sayıda katılmalar olsa da bu durum onlardaki “Türk karakterini” etkilememiştir. Bu bağlamda yukarıda zikri geçen “Gürcü Türkleri” kavramını da bu bağlamda anlamamız gerektiği kanaatindeyiz (Dedeoğlu, 2021).

Bununla birlikte İberya da Gürcistan coğrafyası için kullanılan isimlerden olup, bu isimden hareketle bu ülkeye Yunanlılar “İber”, Ermeniler ise “Verya/Vrasdan” demektedir. Ayrıca bugün muhtelif milletler Gürcüleri farklı bir şekilde adlandırmışlardır. Buna göre Araplar Cürzân/Cürcân, Kurcân, Kurc, İngilizler Georgian; Ruslar Gruzin; Fransızlar Georgien; Türkler ise Gürcü diye isimlendirmişlerdir (Dursun, 1996). Dolayısıyla Gürcü milletinin soyunu gösteren bir “ırk/toplum ismi”nin olmadığı ve bu milletin bugünkü adlarının “Memleket adı”ndan geldiği anlaşılmaktadır. Lang (1997), bu isimlerin Gürcülerin kendi ortak ismi olarak bilinen “Kartveli” ile hiçbir alakasının olmadığını ifade etse de bugün Gürcistan isminin bölgede yaşayan Kartvel, Kahet, İmeret, Megrel vb. halklara diğer devletlerin vermiş olduğu genel bir isim olduğu görülmektedir. Zira bugünkü Gürcistan’da sadece Kartveller değil başta “İmeretyalılar, Svanlar, Kevşurlar ve Tuşlar” olmak üzere Kafkasya’nın güney kesiminde yaşayan ve “Pşavlar, Karsevel, Kürtişler” diye bilinen büyük bir halk kitlesi yaşamaktadır (Aydın, 2005).

 4. SONUÇ

Bugün Gürcistan sınırları içinde birçok etnik grup yaşamaktadır. Bunların hepsi Gürcü (Kartvel) olmayacağına göre başta Acara ve Ahıskalı Türkler olmak üzere bölgede yaşayan diğer azınlıkları da bugünkü manada “Gürcü” diye isimlendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Tarihî Gürcü ve Gürcistan kavramlarının günümüzdeki “Gürcü” ve “Gürcistan” kavramlarıyla doğrudan ilgisinin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla “Moğol-Tatar İlişkisi”nde olduğu gibi (Özdemir, 2005), biz de “her Kartvel Gürcü’dür, fakat her Gürcü Kartvel değildir” diyerek konuyla ilgili görüşümüzü ifade edebiliriz. Öte yandan Batılı yazarların XII. yüzyıldaki “Kıpçak-Kartvel Taaruzu”nu “Gürcülerin Haçlı Seferleri/La Croisade Georgiens” olarak adlandırmasında, Kartvellerle birlikte özellikle Kıpçak varlığına da işaret edildiği görülmektedir. Zira Müverrih Genceli Kiragos’un (1928), Kartvel ordusunda hizmet eden “Şehinşâh, Zakare/Zekeriya, Atabeg İvane/İvone, Şalve/Şalva ve Avak” gibi Kıpçak komutanlarının cesaretlerinden bahisle onları “Gürcü Reisleri” diye zikretmesi bu görüşümüzü destekler mahiyettedir. Ayrıca Subaşı (2015) da Moğol-Gürcü ilişkisindeki dönüm noktasından bahsederken Kıpçak Atabeg İvane’nin oğlu Kıpçaklı Prens Avak’tan “Gürcü” diye bahsetmekte ve Kartli’nin yerleşik halkının da ormanlara veya kalelere sığındığını vurgulamaktadır. Yine bu sebeple olsa gerek ki, Osmanlı Devri kaynaklarında “Gürcü” ve “Gürcistan” isminin, genellikle Kıpçaklı Atabegler ve Samshe Sa-Atabago yani Kıpçak Atabegler Hükûmeti için kullanıldığı görülmektedir. Hatta bazı çağdaş eserlerde de Kıpçaklı Atabeg Mîrzâ Çâpûk, “Gürcü Beyi” olarak geçmektedir. Bu bağlamda İranlı Oruç Bey (1926) de Gürcistan’ın çok sayıda beldeden meydana geldiğini ayrıca dük, markiz veya kont ile aynı statüde olan muhtelif idareciler tarafından yönetildiğini belirterek “Kıpçak Atabegler”in bölgesini farklı bir idari birim olarak göstermektedir.

 

KAYNAKÇA

Ahmed Bey, F. (1265/1848 ). Münşeâtü’s-Selâtîn. Takvimhâne-yi Âmire.

Arık, D. (2005). Türk Yahudiler: Kırım Karâîleri. Dinî Araştırmalar. Cilt VII, Sayı 21.

Aydın, M. (2005). Üç büyük gücün çatışma alanı Kafkaslar. Gökkubbe Yayıncılık, İstanbul.

Aydın. D. (1998). Erzurum Beylerbeyliği ve Teşkilatı: Kuruluş ve Genişleme Devri (1535-1566), Türk Tarih Kurumu.

Baykara, T. (2015). Anadolu’nun tarihî coğrafyasına giriş: Anadolu’nun idari taksimatı. Bilge Kültür Sanat Yayınları.

Belâzürî, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd, (1988). Fütûhu’l-Büldân. Dâru Mektebetü’l-Hilâl.

Brosset, M. F. (1849). Histoire de La Georgie I (Gürcistan Tarihi I). Academie Imperiale des Science.

Bundârî, Kıvâmüddîn Ebû İbrâhîm el-Feth b. Alî b. Muhammed, (1943). Zübdetü’n-Nusra ve Nuhbetü’l-Usra (Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi). (Çev. Kıvameddin Burslan). Maarif Matbaası.

Busbecq, O. G. (2005). Türk mektupları: Kanuni döneminde Avrupalı bir elçinin gözlemleri (1555-1560). (Çev. Derin Türkömer). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Cevdet Paşa (1858a) Târîh-i Cevdet. III, 144.

Çelebi, E. (1314/1896). Evliya Çelebi seyahatnamesi. İkdâm Matbaası.

Çelebi, K. (1145/1732). Cihannümâ.

Çerçi, F. (2000). Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbârı’nda II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri II. Kayseri Erciyes Üniversitesi Yayınları.

Çınar, İ. (2015). Atabek Yurdu; Jeokültürel Yaklaşım. IQ Kültür Sanat Yayıncılık.

Danişmend, İ. H. (1971-1973). İzahlı Osmanlı tarihi kronolojisi. Türkiye Yayınevi.

Dedeoğlu, A. (2021). Ahıska bölgesi ve Kıpçak Atabegler tarihi. Kitap Dünyası Yayınları.

Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska. (1003/1595) Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyûd-i Kadîme Arşivi, No. 130.

Doğru, A. (1985). Yukarı kür boylarının yer adları üzerine bir araştırma. TDAV Yayınları.

Don Juan of Persia: A Shi’ah Catholic 1560-1604, (1926). (Çev. Guy Le Strange). London.

Dursun, D. (1996). Gürcistan. DİA, XIV.

Gökbel, A. (2000). Kıpçak Türkleri. Ötüken Neşriyat.

Gülensoy, T. (2011). Kafkaslar’da Kıpçaklar ve öteki Türk kavimleri, güney Kafkasya halkları dil-tarih-kültür ilişkileri uluslararası bilgi şöleni bildirileri. Ordu Üniversitesi SBE, Ordu.

Gümüş, N. (2000). “XVI. Asır Osmanlı-Gürcistan ilişkileri”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi SBE).

Hammer, J. F. (1989). Büyük Osmanlı tarihi. (Haz. Erol Kılıç, Mümin Çevik). Üçdal Neşriyat.

Herodotos, (2012.). Tarih, (8. Baskı). (Çev. Müntekim Ökmen). İş Bankası Kültür Yayınları.

İbn Bîbî, (1996). el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-Umûri’l-Alâiyye I. (Haz. Mürsel Öztürk). Kültür Bakanlığı Yayınları.

İbn Hurdâzbih, Ebü’l-Kāsım Ubeydullah b. Abdillâh, (1889). el-Mesâlik ve’l-Memâlik. Leiden.

İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, (1434/2013). Mir’atü’z-Zaman fî Târihi’l-A’yân. Darü’r-Risaletü’l-Âlemiyye.

İbnü’l-Esîr, (1417/1997). el-Kâmil fi’t-Târîh, Dâru’l-Küttâbü’l-Arabî.

İbrâhim, P. (1283). Târîh-i Peçevî. Matbaa-i Âmire.

İstanbul’un fethinden önce yazılmış tarihî takvimler. (1954). (Haz. Osman Turan). Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Kamalov, İ. (2003). Moğolların Kafkasya politikası. Kaknüs Yayınları, İstanbul.

Kıldıroğlu, M. (2013). Kırgızlar ve Kıpçaklar: IX. asrın ikinci yarısından XVI. asra kadar Kırgızlar ve Kıpçakların etno-siyasi ilişkileri. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Kırzıoğlu, M. F. (1953). Kars tarihi I. Işıl Matbaası.

Kırzıoğlu, M. F. (1970). Ahıska bölgesi ve Türklük, Türk Kültürü.

Kırzıoğlu, M. F. (1972). Karapapaklar: Borçalı-Kazak Uruğu’nun Kür-Aras boylarındaki 1800 yılına bir bakış. Atatürk Üniversitesi Basımevi.

Kırzıoğlu, M. F. (1992). Yukarı-Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Kırzıoğlu, M. F. (1993). Osmanlıların Kafkas-elleri’ni fethi (1451-1590). Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Kiragos, M. (1928). Ermeni Müverrihlerine Nazaran Moğollar, Türkiyat Mecmuası, Edvar Dulaurier Tarafından Asıl Metinden Tercüme Parçalar, Cilt II.

Klaproth, J. (1814). Reise in den Kaukasus und nach Georgien (Kafkasya ve Gürcistan'a seyahat). Buchhandlungen d. Halleschen Waisenhauses.

Kuzgun, Ş. (1985). Hazar ve Karay Türkleri. Seda Yayınları.

Lang, D. M. (1997). Gürcüler: eski halklar ve ülkeler. (Çev. Neşenur Domaniç). Ceylan Yayıncılık.

Necef, E. N. (2010). Selcuqlu Dövletleri ve Atabeyleri Tarihi: Oğuzların Ortaya Çıkmasından XIV. Esre Qeder. Qanun Yayınları.

Niyazov, A. (2016). Ahıska mufassal defteri, Bizim Ahıska; Üç Aylık Kültür Dergisi, Yıl 12, Sayı 42.

Nüveyrî. (1423/2002). Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb. Dâru’l-Kutub, Kahire.

Ögel, B. (2002). Sino-turcica Çingiz Han ve Çin’deki hanedanın Türk müşavirleri. IQ Kültür Sanat Yayıncılık.

Özdemir, H. A. (2005). Moğol istilâsı: Cengiz ve Hülagu dönemleri. İz Yayıncılık.

Özder, M. A. (1971). Tarihte Çıldır Atabeğleri ve torunları.

Öztuna, Y. (1964). Başlangıçtan zamanımıza kadar Türkiye tarihi. Hayat Yayınları.

Öztuna, Y. (1983). Büyük Türkiye tarihi, (2. Baskı). Ötüken Neşriyat.

Schweigger, S. (2004). Sultanlar kentine yolculuk: 1578-1581. (Çev. S. Türkis Noyan). Kitap Yayınevi.

Selânikî, M. E. (1999). Tarih-i Selânikî (971-1003/1563-1595). (Haz. Mehmet İpşirli). Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Solakzâde. M. H. (1297/1880). Târîh-i Solakzâde. Mahmud Bey Matbaası.

Subaşı, Ö. (2015). Gürcü-Moğol ilişkisi-Güney Kafkasya 1220-1346. Kitabevi Yayınları.

Şâmî, N. (1987). Zafernâme. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Tellioğlu, İ. (2004). Osmanlı hâkimiyetine kadar doğu Karadeniz’de Türkler. Serander Yayınları.

Tellioğlu, İ. (2009). XI-XIII. yüzyıllarda Türk-Gürcü ilişkileri, Serander Yayınları.

Togan, A. Z. V. (1981). Umumi Türk tarihine giriş. (3. Baskı). Enderun Kitabevi.

Uyğur, S. (2017). “1595 tarihli Defter-İ Mufassal-I Livâ-İ Ahısha’da geçen Türkçe kökenli kişi adları üzerine”, Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl 2, Kafkasya Özel Sayısı.

Yınanç, M. H. (1964). Ermeniye, İA, IV, 317-326.

Zeyrek, Y. (2001). Ahıska bölgesi ve Ahıska Türkleri. Pozitif Matbaacılık.

 

 NOT: Makale,  Uluslararası Ahıska Araştırmaları Dergisi'inde (Cilt: 2, Sayı: 1 / 2022, ss. 43-55) yayımlanmıştır. Makaleye erişim: https://www.aharde.com/wp-content/uploads/2022/05/4-2022-2-4-A.-Dedeoglu-Gurcistan-Bolgesi-ve-Gurcu-Kavrami.pdf