1. GİRİŞ
Konunun daha iyi anlaşılması açısından Kıpçaklara mensup Kafkasya halklarına geçmeden önce Kafkasya hakkında kısa da olsa bilgi vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Zira tarih boyunca Türk toplulukları için hep önemli bir coğrafya olan Kafkasya, bu önemini hiçbir zaman yitirmediği gibi aynı zamanda büyük devletlerarasında hâkimiyet mücadelesinin hiç eksilmediği bir bölge olmuştur (Berkok, 2000; Bedirhan, 2000). Kafkasya, doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz ve Azak Denizi, kuzeyde Maniç ve Kuma nehirleri, güneyde ise Anadolu ve İran ile çevrilmiş dağlık bir bölgedir (Budak, 2002; Dedeoğlu, 2021).
Herodotos Kafkasya için; “Kafkasları çok ve çeşitli insan soyları doldurur.” demektedir (Herodotos, 2012). Tarihçi el-Mes‘ûdî (ö. 345/956); “birçok halkı ve ülkeyi barındıran ve geniş bir alanı kapsayan Kafkas (Kabh) Dağında yetmiş iki milletin yaşadığını, Kafkas dağı ve çevresinde ise ancak Allah’ın sayabileceği kadar çok halkın” varlığından haber vermektedir (Mesûdî, 2004). İbn Havkal ise; “her köyün ayrı dili olmakla birlikte Kafkasya’da yaşayanların 300’den fazla dil konuştuklarını” söylemektedir (İbn Havkal, 1938). Bununla beraber Baddeley (1989), kaynaklardan edindiği bilgileri “oradaki işler 150 tercüman vasıtasıyla sürdürülmekte ve 300 farklı dil konuşulmaktadır” diye aktarmaktadır. Zira dillerin dağı veya farklı dillerin konuşulduğu bölge manasında Arap tarihçilerinin “Cebelü’l-Elsân” diye niteledikleri Kafkasya’da, bugün yaklaşık kırk kadar farklı dil ve lehçenin konuşulduğu tahmin edilmektedir.
Cumhuriyet tarihinde bölgeyle ilgili bilimsel araştırma yapanlardan biri de Fahrettin Kırzıoğlu’dur. Kırzıoğlu’na (1993) göre 1856’ya kadar İslâm Müellifleri gibi Türklerde de Kafkas, Kafkasya ismine rastlanmamaktadır. Zira ilk dönem İslâm Tarihi kaynaklarına baktığımız zaman İslâmî eserlerde bölgenin ismi “Kabh/Kabk” olarak geçmektedir (İbn Hurdâzbih, 1889). Ayrıca X. yüzyılda Deşt-i Kıpçak, Oğuz ve Bulgar ülkelerini ziyaret eden İbn Fazlan’ın (1975) Seyahatnâmesinde ve XIV. yüzyıl İslâm Âlemiyle beraber Türk dünyasından da levhalar sunan İbn Battûta (2015) Seyahatnâmesinde de “Kafkas” ismine rastlanmamaktadır, Ancak XIII. yüzyılın keşiş seyyâhlarından Carpini (2014) ve Rubruk’un (Rubrouck) (2001) seyahatnâmelerinde yalnız bir yerde “Kafkaslar” ifadesi geçmektedir.
Kırzıoğlu’na (1993) göre Ruslar, Kafkas Ellerini “Kafkasus/Kafkasya” adıyla tek coğrafya olarak göstermekle “eski Deşt-i-Kıpçak, Dağıstan, Komuk veya Kumuk Eli, Çeçenistan, Çerkez Eli, Aphaz Eli, Gürcistan, Şirvan, Aran/Karabağ ve Mugan gibi milli-yerli ve tarihi coğrafi etnik bölge adlarını unutturmak” maksadını gütmüşlerdir. Zira bu politikanın bir neticesi olarak gerek Çarlık Rusya’sında gerekse de Sovyetler Birliği’nde (SSCB) Türkistan üzerinde oynanan oyunlar ve sonrasında “böl, parçala, yut” politikası gereğince parçalayarak, terkibinde olan başta Türk halklarının dili olmak üzere din, örf ve kültürlerinin yok edilmeye çalışılması bu görüşü desteklemektedir. Hatta Sovyetlerin Türk soylu Ahıskalılara millî kimliklerini unutturma adına uygulamaya koydukları “Mesket” kavramı da bu bağlamda değerlendirilebilir. Nitekim Sovyetler Birliği’nde Müslüman Türk soylu halklar arasında sadece Ahıskalı Türklerin pasaportlarının milliyet hanesine “Türk” ibaresi yazılmıştır (Leylak, 2000; Zeyrek, 2001). Diğerleri ise Azerbaycanlı, Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız adı altında farklı bir “etnik köken” gibi gösterilerek bütünleşmeleri önlenmeye çalıştığı gözlenmiştir (Çalışkan, 2012).
Netice itibarıyla kaynaklar dikkate alındığında Kafkasya, fizikî ve siyasî bir coğrafyanın adı değildir. Ortak bir kültür etrafında birleşmiş pek çok halkın bir arada yaşadığı tarihî, etnik ve sosyo-kültürel bir coğrafya parçasının genel adıdır (Tavkul, 2002a).
2. KAFKASYA HALKLARINA GENEL BİR BAKIŞ
Asya ile Avrupa arasında bir köprü olarak telakki edebileceğimiz Kafkasya, Milattan öncesi ve sonrasında Türklerin gelip yerleştikleri bir bölge olmuştur (Kuharçin, 2012; Baddeley, 1989). Zira eski dönemlerden beri Türklerin akınları bilinen bir gerçek olmakla birlikte söz konusu akınların M.S. V. yüzyıldan itibaren giderek yoğunlaşmaya başladığı görülmektedir (Resulzade, 1993). Yine eski çağlardan beri burada Türklerin varlığını tarihi kaynaklar haber vermektedir (el-Cahız, 2002). Nitekim Kafkasya’nın “otokton” yani “yerli halkları” olarak bilinen Azerbaycanlılar, Karapapaklar, Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar, Nogaylar ve Ahıskalı Türkler, ezelden beri Kafkasya’yı yurt edinmiş İskit, Hun, Bulgar, Hazar ve Kıpçak kavimlerinin torunlarıdır.
Coğrafyacılar Kafkasya’yı Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Dolayısıyla bu bölünmeye göre Kuzey Kafkasya; doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz, güneyde Kafkas sıradağları, kuzeyde Maçin çukurluğuyla çevrilen bölgeyi kapsamaktadır. Güney Kafkasya ise; Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Cumhuriyetleri ile beraber Türkiye’de Ağrı, Kars ve Artvin şehirlerini, İran’da da Tebriz’e kadar olan toprakları içine alan ve kuzeyde Kafkas sıradağlarına kadar uzanan bir bölgedir (Bedirhan, 2000; Buntürk, 2007).
Konumuzla bütünlük teşkil etmesi açısından diğer Kafkasya halkları hakkında genel bilgi vermekle yetinip daha çok Kıpçak unsuru barındıran halklar üzerinde durulmuştur. Konunun daha iyi anlaşılması için Kafkasya’nın etnik durumuna temas etmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu manada Kafkasya’da yaşayan halkları üç ana başlıkta toplanabilir:
- Kaslar yani asıl Kafkas Kavimleri: Çerkezler (Abhazlar dâhil), Lezgiler, Çeçenler ve Gürcüler (Özey, 1996).
- Hint-Avrupa Kavimleri: Ermeniler, Osetler, Svanlar, Ruslar, İranlılar, Tatlar, Talışlar ve bazı Avrupa milletleri (Gökçe, 1979).
- Türkler: Azerbaycan Türkleri, Kumuklar (Kumıklar), Karapapaklar, Karaçaylar, Balkarlar, Kalmıklar, Nogay Türkleri, Acaralılar, Ahıskalılar ve Kafkasya Türkmenleri (Caferoğlu, 1988; Attar-Şimşir, 2013).
Tarihte farklı milletlerin birlikte yaşadığı bölge olan Kafkasya aynı zamanda farklı inançların da kaynaştığı bir yer olmuştur. Kafkasya’da yaşayan halkların yaklaşık üçte ikisi Müslümanlığı, üçte biri ise Hıristiyanlığı benimsemiştir. Çerkezler, Abhazlar, Çeçenler, Lezgiler, Gürcülerin bir kısmı, Lazlar ve bütün Türkler Müslümanlığı; yine Gürcülerin bir kısmı ile Ermeniler, Ruslar, Osetler, Svanlar ve diğer bazı Orta Kafkasya halkları Hıristiyanlığı benimsemişlerdir. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Kafkasya’da hâkim dinin İslâmiyet olduğu görülmekle birlikte kısmen putperestliğin varlığı da dikkat çekmektedir (Yıldız, 2006; Saydam, 1997).
3. KIPÇAKLARA MENSUP KAFKASYA HALKLARI
Çeşitli milletlerin geçit sahası olan Kafkasya, VII. yüzyılda İdil (Volga) ve Kuzey Kafkasya arasında devlet kuran Hazar Türklerinin hâkimiyeti altına girmiştir (Togan, 1987; Taşağıl, 1998).
Kafkasya’nın, birçok devlet ve milletin yerleşme ve barınmasında oldukça elverişli bir yer olması hasebiyle kozmopolit bir bölgedir. Bugün ortak bir kültür etrafında birleşmiş, fakat farklı dillerde konuşan etnik gruplara Kafkasya Halkları denilmektedir (Tavkul, 2002b). Ayrıca Hun Federasyonu içinde yer alan Türk dilli boyların, bugünkü Kafkasya’da yaşayan Türk dilli halkların etnogenezinde önemli ölçüde rol oynadığı kaydedilmektedir (Budayev, 2009). Stratejik bir mevkide yer aldığından, tarih boyunca Kafkasya’nın kavimler göçüne sahne olmuştur. Dolayısıyla burada Türk kavimlerinden Hun, Avar, Hazar, Peçenek, Kıpçak, Uz, Selçuk ve Osmanlıların izlerine rastlamamız mümkündür. Bugün Kafkasya’da otuz civarında Türk menşeli halk ve milletin yaşamaktadır (Devlet, 1989; Gökbel, 2000).
Kafkasya’da Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler Azerbaycan, Dağıstan, Gürcistan, Karaçay-Çerkez, Kabartay-Balkar, Azerbaycan’a bağlı Nahçivan Özerk Cumhuriyeti vb. yerler olarak gösterilebilir. Yaşadıkları coğrafi bölgelerde mensup oldukları boylara göre değişik isimlerle anılan Türkler ise: Azerbaycan Türkleri, Avarlar, Kumuklar, Nogaylar, Balkarlar, Karaçaylar, Ahıskalı Türkler, Kundurlar ve Kafkasya Türkmenleri olarak sıralanabilir (Akçura, 1928). Keza Akçura’nın (1928) yazısında, ayrıca Uravelli’nin de bahsettiği gibi (1999) Ahıskalılar da Gürcistan sınırları içerisinde yaşayan Türkler olarak diğer Tükler ile beraber “Gürcistan Türkleri” başlığı altında yer almaktadır. Bu da Gürcü araştırmacılarının “Mesh (Gürcü asıllı)” tezini kısmen de olsa çürütmektedir.
Netice itibarıyla bu başlık altında konuyla ilgili olan ve Ahıskalı Türkler gibi köken itibariyle Kıpçaklara mensup Kafkasya halklarına kısaca değinilecektir. Zira Kıpçakların başta Kafkaslar olmak üzere Hindistan, Mısır, Bizans, Macaristan ve Romanya’ya kadar uzanan geniş bir sahaya yayıldığı ve buralarda önemli faaliyetler icra ettikleri bilinmektedir. Bu anlamda Türk boylarının yanı sıra, Türk olmayan Gürcü/Kartvel, Ermeni, Rus, Romen, Bulgar, Macar ve Tacikler gibi milletlerin etno-medenî ve kültürel yapılanmasında da Kıpçakların önemli ölçüde rolünün olduğu muhakkaktır (Kıldıroğlu, 2013).
3.1. Ahıskalı Türkler
Kafkasya halklarından birini teşkil eden Ahıskalı Türkler, Anadolu Türklüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Bugün Gürcistan’ın güneybatısına sıkıştırılan Ahıska bölgesinin tarihî coğrafyası, sınırları itibariyle zaman zaman farklılık arz etmektedir. Ardahan iline sınır teşkil eden bugünkü Ahıska bölgesi, Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer almakta ve “Abastuban, Adigön/Adıgün, Ahıska, Aspinza, Ahılkelek, Bogdanovka, Azgur ve Hırtız” gibi yerleşim birimlerine taksim edildiği görülse de tarihi seyir içerisinde bu coğrafyanın ta Erzurum’a kadar uzandığı görülmektedir (Zeyrek, 2001). Bu bağlamda Atabegler yurdunu içine alan “Ahıska, Çıldır, Ardahan, Göle, Posof, Şavşat, Ardanuç, Oltu, Bardız, Nariman, Tortum ve Yusufeli” tarihinin Ahıska tarihiyle doğrudan irtibatlı olduğu görülmektedir (Kırzıoğlu, 1993).
Anadolu’nun bir parçası olarak bilinen Ahıska bölgesi veya daha geniş bir adıyla Atabegler Yurdu, eski zamanlardan beri Türklerin varlığını sürdürdüğü bir Türk beldesi olarak bilinmektedir. Zira tarihî seyir içerisinde başta Kıpçaklar olmak üzere diğer Türk boylarının bölgeye gelip yerleştikleri, mesken kurdukları bilinen bir husustur. Bu bağlamda Kafkasya’da çok stratejik bir konuma sahip olan Ahıska bölgesi, XI. yüzyılda Selçukluların eline geçmiş, bilahare Kral IV. David (1089-1125) ve Kraliçe Tamara döneminde (1184-1213) birkaç yıl Gürcü Bagratiler Hanedanı’nın hâkimiyetinde kalmış olsa da daha sonra çeşitli Türk devletlerinin hâkimiyetine girmiştir. Şöyle ki; Kıpçaklı Atabegler sülalesi 1268 yılında bugün Posof sınırları içerisinde yer alan Caksu’da Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmetini kurmuş ve böylece Ahıska Atabegliği İlhanlı yönetimini takiben sırasıyla Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî Türk devletlerine kısmen bağlı olarak 1578’e kadar bölgenin tek hâkimi olmuşlardır. Bu durum 1578’de Safevîler ve Osmanlılar arasında Çıldır’da vuku bulan Çıldır savaşına kadar devam etmiştir (Dedeoğlu, 2021).
Ahıska ismi, Türklerin millî destanı olarak bilinen Kitâb-ı Dede Korkut’un Dresden yazmasında “اق سقا / Ak-Sika”, “Ak-Saka” veya “Akıska” şeklinde geçmektedir (Kitâb-ı Dedem Korkud, No; 46). Bunun da birçok araştırmacı tarafından “Ak-Kale” anlamına geldiği ifade edilmektedir (Kırzıoğlu, 1952; Zeyrek, 2001). Bununla birlikte Evliya Çelebi Kafkasya’da yaşayan farklı milletlerden dolayı “Ahısha” isminin farklı telaffuzlarından bahsederek bu ismin “اخسقه / Ahıska, اخرقسقه / Âhirkıska, اقصق / Âksıka” şeklinde de söylendiğini ifade etmekte, lâkin Padişah defterhânesinde “Çıldır Eyaletine mutasarrıf fulân pâşâ” diye yazıldığını ilave ederek bölgeye zaman zaman “Çıldır” denildiğini de vurgulamaktadır (Çelebi, 1314/1896).
Ahıskalı Türkler veya Ahıska Tarihini araştırırken Kıpçakları, Kıpçaklı Atabegleri görmezden gelmek ve geçiştirmek bölge tarihi açısından yanlış yorumları da beraberinde getirmiştir. Zira Kıpçakların geniş bir sahaya yayıldığını ve buralarda önemli faaliyetler icra ettiklerini, Türk boylarının yanı sıra Türk olmayan milletlerin de etno-medenî ve kültürel yapılanmasında Kıpçakların önemli ölçüde rolünün olduğunu ilgili yerde belirtmiştik (Kıldıroğlu, 2013). Dolayısıyla tarihin akışına yön verecek etkinliği olan Kıpçakların her yönü ile araştırılması, Ahıska tarihi açısında da birçok yenilikleri ortaya çıkaracağı gibi, bazı yanlış bilinenlerin de doğruya yönlendirileceği aşikârdır.
Ahıska bölgesine XII. yüzyıl boyunca yerleşen Kıpçaklar ve mezkûr bölgede 1268-1578 yılları arasında tam 310 yıl hüküm süren “Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti”, Anadolu’nun en uzun “Türk” beyliği olmuştur. Tarihî Türk yurdu olan Ahıska, Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmetine başkentlik yapmıştır (Danişmend, 1971-1973, II/III). Kuzeydoğu Ahıska/Çıldır Eyaletini teşkil eden ve kısa adıyla Atabegler Yurdu olarak bilinen mezkûr bölgenin Ahıska/Azgur’dan bugünkü Erzurum’a kadar geniş bir sahayı içine aldığı bilinen bir husustur (Kırzıoğlu, 1993).
Öte yandan Ahıska bölgesi 1578’de Osmanlıya ilhak olduktan sonra da değerini yitirmemiş bu sefer Osmanlılarca 1579’da kurulan “Çıldır Eyaleti”nin başşehri olmuştur. Osmanlı livası altında 250 yıl en ihtişamlı dönemini yaşayan bölge, Rusların gelişiyle 1829’da ikiye bölünerek bir kısmı Osmanlılarda bir kısmı ise Çarlık Rusya’sında kalmıştır. 1921’de ise SSCB sınırları içerisinde kalan Ahıska Bölgesi, 14 Kasım 1944’te vuku bulan büyük sürgünle Türk nüfusundan tamamen boş kalmıştır. Bütün bunlarla birlikte her ne kadar çağdaş Kartvel/Gürcü yazarlar bölge halkının “Gürcü” olduğunu iddia etseler de Ahıska bölgesinin 1944’te Sovyetler tarafından sürgün edilen “Türk nüfusu” bugün 10 ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadır.
Netice itibarıyla 14 Kasım 1944 sürgünü sonrasında Ahıska bölgesine nispetle daha çok Ahıskalı Türkler diye bilinen bu “Türk” uruğunun menşei, diğer birçok Kafkasya halkları gibi “Kıpçaklar”a dayanmaktadır. Zira XII. yüzyılda Gürcistan’a davet edilen “Eski Kıpçaklar” ile “Yeni Kıpçaklar”ın, sadece bu devletin mukadderatını tayin etmekle kalmadığı, aynı zamanda batıya doğru yayılmaları neticesinde, Kuzeydoğu Anadolu/Atabegler Yurdu ve Doğu Karadeniz bölgesinde de günümüze kadar yaşayan antropolojik ve kültürel izler bıraktıkları görülmektedir. Özellikle Atabegler yurduna yerleşen Kıpçaklar, Kartli ve civarına yerleşen soydaşlarının aksine millî kimliklerini yitirmemiş dolayısıyla Atabegler yurdunun kültürel dokusunda bugün dahi izlerine rastlanan eski “Türk isim”, “din” ve “dilini” bu yöreye hâkim kılmayı başarmışlardır (Tellioğlu, 2004). 1578’de Osmanlıların bölgeye gelmesiyle zamanla Müslümanlaşan “Kıpçak” boyunun, Oğuz boylarının arasına karışarak bir daha bu isimde bir topluluk görülmeyecek şekilde eriyip gittikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bugün bakiyeleri olan Ahıskalı Türkler için, Kıpçak ağırlıklı Kıpçak-Oğuz karışımı bir etnik grup (Ahıskalı Türk Topluluğu) denilmesinin daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
3.2. Acaralılar
Acaralılar Karadeniz’in güneydoğusunda Acaristan diye bilinen alanda yaşayan bir kavimdir (Yıldız, 2006, s. 85). Acaralıların da aynen Ahıskalı Türkler gibi tarihleri ve kökenleri hakkında farklı görüşler ileri sürülse de kesin bir sonuca varılamamıştır. Dolayısıyla Ahıska’nın kuzeyinde Suram (Lik) dağları ile Karadeniz arasındaki bir bölgede yer alan Acaralıların, (Zeyrek, 1999) Ahıska’ya komşu olması ve kısmen Ahıskalı Türklerle aynı kaderi paylaşmaları hasebiyle bu başlık altında ele almayı uygun gördük. Nitekim ister antropolojik özeliklerinden yola çıkarak yapılacak araştırmalar isterse de kuzeydoğu Anadolu halk kültürü ortak yönlerinden hareketle, bugünkü bulgulardan yola çıkarak Kıpçak inanç kültürü üzerinde yapılacak araştırmaların, Acara Türkleri ve Acaristan alanındaki çalışmalara bir fikir verebileceği kanaatindeyiz (Kalafat, 2006).
Acara, Türkiye’nin kuzeydoğusunda Artvin, Ardahan illerinin sınırında ve asıl Gürcistan’ın batısında yer alan, şimdiki Gürcistan’a bağlı özerk (muhtar) bir bölgedir (Yıldız, 2006). Asıl Gürcistan, merkezi Tiflis olan ve Kartli Ülkesi/Memleketi anlamına gelen Sakartvelo’dur (Özder, 1971). Nitekim VII. yüzyılda Tiflis Müslümanlar tarafından fethedilince, Kartveller Batıya doğru kaçmışlar ve dolayısıyla Acarlar, Kartvellerle bu tarihten sonra karşılaşmışlardır (Öztuna, 1990; Zeyrek, 1999). Zira Acaralıların yaşam sürdüğü Çoruh ve Batum havalisinden müteşekkil bu bölge için Mirza Bala (1964), “Burası da İber’lerden (Kartvel) tamamıyla başka bir kavim ile meskûn idi.” demektedir. Ayrıca Yılmaz Öztuna (1990): “Acaristan bölgesi, Acara denen Türk asıllı Gürcülerin yaşadığı Çoruh boylarıdır” diyerek konuya açıklık getirmiştir.
Türk tarihçisi Zeki Velidi Togan da (1981) Acaralıların Türk olduğunu, lakin yukarıda da ifade ettiğimiz gibi M.S. VII. yüzyılda Kartvellerle karşılaştıktan sonra Gürcüleştiklerini (yani Kartvelleştiklerini), bunlara Acarî ismini buralara sonradan gelip hükümranlık etmiş ve onların arasında eriyip gitmiş olan Ağaçerilerin vermiş olduğunu söylemektedir. Ona göre İran ve Azerbaycan’da Türkmenlerin bir oymak ismi Acarlu iken Ağacerili şeklinde yazılmaktadır (Togan, 1961; Yıldız, 2006). Zira bu isim tarihte ilk kez 456’da Bizans kronikçisi Priscus’ta “Akhats-Tsir’oy/Ağaç-Çir’ler” şeklinde geçmekte ve “Ağaç-Adamı, Orman-Adamı” yani “geçimini ağaç işleriyle sağlayan adam” manasına gelmektedir (Huart, 1965). Muhtemeldir ki “Acarlu/Ağacerili” kelimesiyle irtibatlı olarak Ahıska, Artvin, Ardahan ve Posof halkı bu bölgeye kısa şekliyle “Ecere”, halkına da “Ecereliler” demektedir. İlaveten Ahıskalı Türkler eskiden beri yakın ilişkiler içinde olan bu Müslüman halka, hiçbir zaman “Gürci” veya “Kartvel” dememiş, bölge için de “Acaristan” değil, yukarıda da ifade edildiği üzere sadece “Ecere” tabirini kullanmakla yetinmiştir (Uravelli, 2017).
Kanaatimizce de Acaralılar Kartvel’den ziyade içlerinde Kıpçak boyunun da var olduğu bir Türk kavminin bakiyesidir. Yine bazı tarihçilerin yukarıda zikri geçen Ağacerileri Hazarlardan sayması (Asım-Arif, 1335), Hazarların da Kıpçaklar içerisinde eriyip gitmesi yani Kıpçaklaşması (Kuzgun, 1985), İbnü’l-Esir’in 514/1120 yılı olaylarından bahsederken“Hazarlar Gürcülerdir” demeyip “Gürcüler, Hazarlardır (الْكُرْجُ، وَهُمُ الْخَزَرُ)” demesi (İbnü’l-Esîr, 1417/1997), Osmanlıların Kıpçak Atabeglerini “Gürcü (Kıpçak) Beyleri” olarak ifade etmesi bu görüşümüzü desteklemektedir (Aydın, 1998). Ayrıca Oğuznâmeler’de Kanglı ve Kıpçaklarla beraber “Ağaç-eri (Akaceri)” adlı bir kavimden bahsedilmektedir (Sümer, 1962, 1972; Ögel, 2010). Keza bölgede 1268’den 1578’e kadar tam 310 yıllık Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti’nin varlığı ve 1578’de bölge Osmanlıya ilhak olduktan sonra Acara’nın da bütünün bir parçası olarak Ahıska/Çıldır Eyaleti’nin bir sancağı haline gelmesi yukarıyı destekler mahiyettedir. Merkezi Batum şehri olan Acara’da yaklaşık 400.000 Hanefî Müslüman nüfus yaşamaktadır (Zeyrek, 1999; Yıldız, 2006).
Altın Orda Hanlığının dağılma sürecinde ortaya çıkan Türk topluluğu olarak bilinen Nogay Türkleri, Kuzey Kafkasya’da yaşayan Kıpçaklara mensup halklardan birini teşkil etmektedir. Kesin olmamakla beraber topluluğun adının Altın Orda emirlerinden Nogay’dan geldiği ileri sürülmektedir (Alpargu, 2007). Zira konuyla ilgili araştırmaları bulunan Caferoğlu da “Siyasi ve etnik bir ad olan Nogay kelimesi, Cengiz Han’ın büyük torununun adıdır” demekle bu görüşü desteklemektedir (Caferoğlu, 1988). Dolayısıyla Nogay, üstün kabiliyeti, büyük teşkilatçılığı sayesinde Altın Orda Devleti’nin en üst mevkilerine çıkmış ve bu büyük başbuğa tâbi olan Türkler de Nogay ismini almıştır (Nogay, 1997).
Nogay halk tabakasının esas unsurunu Kıpçak Türkleri oluşturmaktadır. Zira Nogaylarla ilgili geniş araştırmaları bulunan Moğol tarihçilerinden Howorth da Nogayları, Kanglı, Uz ve Peçenek Türk boylarından saymıştır (Caferoğlu, 1988). Öte yandan kendilerine has önemli bir edebî birikimleri olduğu bilinen ve Kıpçak Türkçesinin bir kolunu teşkil eden Nogayca, farklı lehçelerden oluşmakta ve Nogay, Kara Nogay, Ak Nogay olarak üç lehçeye ayrılmaktadır (Alpargu, 2007; Bilge, 2015).
Abdullah ibn Rıdvan’ın Tevarih-i Deşt-i Kıpçak isimli eserinde Nogaylar, “Nogay Zümresi” başlığıyla geçmekte ve karakteristik özellikleriyle ilgili şu bilgiler yer almaktadır: “Rüzgâr gibi hızlı giden olarak tanımlanan bu topluluk (zümre), çoğunlukla Tatarlar ile işbirliği yapar. Seçkin adamlara sahiptirler. Tatar hanları tarafından bölünmüştür” (İbn Rıdvan, 2012).
Deşt-i Kıpçak’ta yaşayan, farklı gruplardan meydana gelen topluluk özelliği gösteren Nogaylar, XVI. yüzyılın ortalarında Büyük Orda ve Küçük Orda olarak ikiye ayrılmışlardır. Şöyle ki; aşağı İdil’in sol yakası ile Yayık nehri arasında Büyük Nogaylar, İdil’in sağ yakası ile Kuban-Azak bölgesinde ise Küçük Nogaylar yaşamlarını sürdürmüşlerdir (Bilge, 2015).
Günümüzde özerk bir bölge veya Cumhuriyetleri olmayan Nogaylar, Karaçay-Çerkez Cumhuriyeti, Dağıstan ve Çeçenistan’da yaşamaktadır (Alpargu, 2007).
Kuzey Kafkasya’da yaşayan diğer Türk topluluğu Karaçaylılardır. Her ne kadar bazı kaynaklarda önemli bir farklılık olmadığından dolayı Karaçaylılar ve Malkarlılar (veya Balkarlılar) hakkında tek başlık altında bilgi verilse de, biz burada farklı başlıklar altında ele almayı uygun gördük. Netice itibarıyla Elbrus dağının bir yamacında Karaçaylılar, diğer yamacında Malkarlılar yaşamasıyla iki ayrı coğrafi bölgeden bahsetmekteyiz. Hatta Türkologlar ve bazı tarihçiler dillerinin Kıpçak dil grubuna girmesi hasebiyle, etnik bakımdan Karaçay ve Malkarları birbirinden ayırarak, Malkarların menşe itibariyle Kıpçaklara dayandığını ifade etmektedirler (Türkoğlu, 2001; Bice, 1991). Karaçaylılar ve Malkarlılar aynı kültür ve tarihi paylaşan bir Türk kavmidir. Dolayısıyla Karaçay ve Malkar adları bu boyun yaşadığı iki bölgenin coğrafi adlarını teşkil etmektedir. Ahıskalı Türkler için de yanlış bir kullanım olan “Ahıska Türkleri” tabirinde olduğu gibi “bu adlara etnik bir anlam yükleyerek Karaçaylar ve Malkarlar (Balkarlar) şeklinde kullanmak doğru bir ifade biçimi değildir. Zira doğru olanı Karaçaylılar ve Malkarlılar biçimindeki ifade tarzıdır” (Tavkul, 1993).
Kafkasya halkları arasında Türk unsurunun en önemli bölümünü meydana getiren ve yukarıda da ifade edildiği gibi dil, örf, âdet, din, içtimaî teşkilât, folklor, edebiyat ve tarih itibariyle birbirine çok yakın olan Karaçaylılar ve Malkarlıların temelini de aynen birçok Kafkasya halklarında olduğu gibi Hun, Bulgar, Hazar ve Kıpçak kavimleri oluşturmaktadır (Bilge, 2015).
Karaçay isminin menşei ve Karaçay Türklerinin boy adlarıyla ilgili olarak da farklı rivayetler mevcuttur. O rivayetlerden birinde Karaçay isminin, boyun efsanedeki lideri Karça veya Karaçaydan geldiği ileri sürülmektedir (Aslanbek, 1952). Bazı rivayetlere göre ise aslen Kırımlı olan Karaçaylılar XV. yüzyıldan sonra Kırımdan gelerek Kafkasya’ya yerleşmişlerdir. Kırım Türklerinin menşeinin de Kıpçaklara dayandığı bilinen bir gerçektir.
Karaçay ismine Osmanlı kaynaklarında XVI. yüzyılda, Rus ve Avrupa kaynaklarında ise XVII. yüzyılda rastlansa da mezkûr halkın XV. yüzyıldan önceki tarihleriyle ilgili ayrıntılı bilgiye henüz ulaşılamamıştır (Türkoğlu, 2001).
Caferoğlu Türk Kavimleri adlı eserinde konuyla ilgili olarak şu bilgilere yer vermektedir: “Karaçaylıların eski ve gerçek tarihleri hakkında, şimdilik kesin bir bilgimiz yoktur. Kuman-Kıpçak’lardan geldikleri iddia edilmektedir. Klaproth’a göre bunlar Kuma bozkırından göçüp, kendilerinin Mingitav, yani ‘Tanrı Dağları’ adını verdikleri Elbruz eteklerinde ve Kursuk, Kuban ve Teberde ırmakları boylarında yerleşmişlerdir” (Caferoğlu, 1988).
Karaçaylılar daha XVI. yüzyıldan itibaren Gürcü, Nogay ve Kuzey Kafkasya halklarına karşı giriştikleri mücadelelerle Kafkasya milletleri tarihinde yer almış bir Türk halkıdır. 1733 yılından sonra Osmanlı sınırları içerisine giren Karaçaylılar, 16 Mayıs 1812’de imzalanan “Bükreş Antlaşması”na göre Devlet-i Aliyye ile Rusya arasında Kuban ırmağı sınır kabul edilerek Rus bölgesinde kalmışlardır. Bu tarihten sonra da Karaçaylılar üzerinde Rus baskısı giderek artmıştır (Yıldız, 2006).
Bu zulmün devamı olarak Stalin döneminde 2 Kasım 1943’te toplam 69.267 Karaçay Türkü vatanlarından zorla koparılarak Orta Asya’ya sürgün edilmiştir (Özcan, 2010). Daha sonra vatana geri dönüşleri sağlanarak 1957’de yapılan bir düzenleme ile yeniden kurulan Karaçay-Çerkez Özerk Bölgesi’ne yerleştirilmişlerdir. 3 Temmuz 1991’de ise yeni bir kararla Karaçay-Çerkez Özerk Bölgesi Özerk Cumhuriyet statüsüne yükseltilmiştir (Türkoğlu, 2001).
Karaçay şivesi Kumuk ve Nogay Türk şiveleri ile de münasebette olmakla beraber, Malkar veya Balkar Türkçesi gibi Kıpçak Türkçesi grubuna dâhildir (Caferoğlu, 1988).
Balkarlar veya Tavlular (Dağlıklar) olarak da bilinen Malkarlar Kuzey Kafkasya’da yukarıda zikri geçen Kabartay-Balkar özerk Cumhuriyetinde yaşayan bir Türk boyudur (Yıldız, 2006). Yukarıda da yer yer ifade edildiği üzere Karaçaylar ile aynı tarihi paylaşan Malkarlar, Malkar veya Balkar ismini bir görüşe göre Rusların yerleştirdiği Malkar bölgesinden almışlardır. Tavkul’a (2002a) göre “Balkar/Malkar” ismi “Bashan, Çegem, Holam, Bızıngı ve Malkar” vadilerinde yaşayan dağlıları tek bir isim altında toplamak isteyen Sovyet yönetimi tarafından uydurulmuş sunî bir etnik isim ve millet adıdır.
Bazı araştırmacılar ise Balkar adının “Bulgar”dan kaynaklandığını söyleyerek Malkarların VII.-VIII. yüzyıl eski Kuban Bulgar Türklerinin torunları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Aksini iddia eden araştırmacılara göre ise Malkarlar, isimlerini Kırım göçü esnasında kendilerine önderlik eden Malkar adında bir Bey’den almıştır. Müstakil bir halk olarak tarih sahnesine ancak IX. ve XI. yüzyıllarda çıkan Malkarlar, bir başka görüşe göre ise Hazar Türklerinin bakiyesidir (Caferoğlu, 1988).
Karaçaylılarla benzerlik teşkil eden Malkarların kökeni hakkında da kaynak yetersizliği sebebiyle kesin sonuca varılamamıştır. Dolayısıyla her ne kadar menşeleri hakkında farklı görüşler ileri sürülmüş olsa da Malkarlıların da esas unsurunu Hun, Bulgar, Hazar ve Kıpçak Türklerinin teşkil ettiğini tarihî araştırmalar ortaya koymaktadır (Bilge, 2015).
Malkarlar da Karaçaylar gibi Stalin’in meşum zulmüne maruz kalmışlardır. Bu zulüm neticesinde 8 Mart 1944 tarihinde yaklaşık 37.703 Malkar Türkü vatanlarından zorla koparılarak Orta Asya’ya sürgün edilmiştir (Özcan, 2010).
3.6. Kumuk Türkleri
Kafkasya’da Azerbaycan Türklerinden sonra en kalabalık nüfusu teşkil eden Kumuklar, ekseriyeti Dağıstan’da yaşayan Müslüman Türk kavmidir. Kumuk Türklerinin tarihi Kafkasya’da yaşayan birçok etnik grubun tarihiyle iç içe olması hasebiyle bölgede var olan halklarla benzerlik teşkil etmektedir. Bu sebeple Karaçay, Malkarlar ve diğer Kafkasya halkları gibi Kumukların da etnik kökenleri konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür (Bala, 1997).
Yaygın görüşe göre Ahıskalı Türklerde görüldüğü gibi Kumukların da Oğuz ve Kıpçak Türklerinin karışmasıyla ortaya çıkan bir kol olduğu ileri sürülmüştür (Caferoğlu, 1988; Kurtuluş, 2002). Zeki Velidi Togan’ın verdiği bilgilere göre bugün hakiki Kıpçak şivesinin safiyetini muhafaza eden Kumuklar (Erel, 1961), Oğuz Han zamanında Derbend’in muhafazası için memur edilen Kıpçakların bir boyu olarak zikredilmiştir. İşte bu Kumuk-Kıpçaklara bazen “Kuman” denildiği gibi bazen de “Türk” denilmiştir (Togan, 1981).
Dağıstan’a en son gelip yerleşen Türk kavimlerinden sayılan Kumuklar, bölgede var olan Hazarların bakiyesiyle kaynaşarak önemli bir toplum haline gelmişlerdir. “Kumık, Kumıh, Kumuh, Gumık ve Gumuh” şekillerinde de yazıldığı görülen Kumuk, en eski kaynak olan Dîvânü Lugâti’t-Türk’te bir Bey ismi olarak geçmektedir (Kaşgarlı, 2006).
Dağıstan içinde İslâm dinini ilk kabul edenler Kumuk köylüleri olmuş ve bu dini komşu kabilelere silah zoruyla yaymışlardır. Bu başarılarından dolayı Araplarca “Gâzi” unvanına layık görülmüşlerdir. İslâmiyet buraya girmeden önce Kumukların adı Laklar veya Lekler idi ve Lak/Lek dilini konuşuyorlardı. İslâm sonrasında Dağıstan’ın her yerinde Kumuk ve ya Gâzi Kumuk ismiyle anılmaya başladılar. Millî-Manevi değer ve geleneklerine bağlı olan Kumuklar hiçbir zaman yabancı idarenin nimetlerine kapılmamış şive ve kültürlerini bütünüyle muhafaza etmeyi başarmışlardır (Yıldız, 2006; Devlet, 1989).
Kumuklar, VI-XI. yüzyıllar arasında hüküm sürmüş Hazar Türk Devletinin yıkılmasından sonra, sınırları Derbend’den Kabartay’a kadar uzanan ve “Şamhallık veya Şavhallık” denilen feodal bir beylik kurmuşlardır. Turan (2009), “Hazarların yıkılışından sonra bazı Hazar bâkiyelerinin Derbend’den aşağı doğru indiğini hatta Sultan Alparslan’ın 1064’te gerçekleştirdiği Kafkasya seferinde bu bölgede birçok Türk kavimlerinin varlığını” belirtmektedir. Bunlar arasında daha İslâm’la müşerref olmamış Kumukların, Dağıstan bölgesinde ve Hazar Denizi yakınında oturduğu kaydedilmektedir. XII. yüzyıllarda İslâm’la müşerref olan Kumukların başında bir Kıpçak hanedanının hüküm sürdüğü ve Kıpçaklara ait Şamhal unvanını taşıdığı anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi bu beylik için “Kumuğistan” ve “Dağıstân-ı Kumuk” tabirlerini kullanmıştır (Çelebi, II). Ahmed Cevdet ise “Dağıstân hâkimine Şamhâl denilirdi” diyerek “Şamhallığ”ın bir “unvan” olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca XV-XVI. yüzyıla ait tarihi kaynaklarda bu Şamhallık, “Tarkov” olarak da geçmektedir (Cevdet Paşa, 1858a).
Kumukların bu müstakil ve millî idâresi Rus istilasına kadar devam etmiştir. Kumuk Türkleri 1813 yılında diğer Dağıstan yahut Kuzey Kafkasya halkları gibi Rusya esareti altına girmişlerdir. 1813 tarihli “Gülistan Antlaşması” bu esareti tasdik eden vesikalardan biridir. Buna göre XIX. yüzyılın ortalarına doğru Kumuklar, tamamen millî idaresini kaybetmiş ve Çarlık rejimi tarafından Kafkasya halkları arasında eritilmeye çalışılmışsa da Çarlık Rusyası’nın bu uğurdaki gayreti hiçbir netice vermemiş, millî-manevi değerlerine sadık kalarak kimliklerini korumuşlar ve asimile olmamışlardır (Caferoğlu, 1964).
3.7. Karapapak Türkleri
Kafkasya’nın önemli Türk topluluklarından biri olan Karapapak Türkleri; Karapapah/Qarapapaq, Karakalpak, Borçalı, Terekeme/Terâkime (Türkmenler) gibi çeşitli isimlerle anılmaktadırlar (Kırzıoğlu, 1993). Başlarına siyah kuzu derisinden Kara-Papak yani Siyah-Serpuş giydikleri için bu adı almışlardır (Türkoğlu, 2001). Bunlara Kara-Papaklu adından kısaltılmış olarak Karapapak denilmesi, Sünnî Akkoyunluların yıkılışı üzerine Şiî Safevîler idaresinde Erdebil Şialığının yayılmaya başlaması ile Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın müritlerine giydirdiği on iki İmam’ın adı yazılı on iki dilimli Taç adlı Kızıl-Kavukları giymeyip (yani Kızılbaş olmayıp), Nakşibendî tarikatı Şeyhleri oldukları, Dağıstan’da oturan Kara-Börklü adlı Kıpçak Kumuk boyundan Emir Şeyh’in müritleri gibi, Sünniliklerini belirtmek üzere ısrarla Kara-Papak giyinmelerinden ve Safavîlere bunun için “Resm-i Sünnî” adlı vergiyi vermelerindendir (Kırzıoğlu, 1972). Ayrıca Karapapak ile aynı anlamı ihtiva eden Karakalpak arasında bir münasebet kurmanın mümkün olduğu, dolayısıyla da Kıpçaklardan Kara-Börklü aşiretinin Karapapak ile bir arada mütalaa edilmesi gerektiği çoğu yerde vurgulanmaktadır (Bala, 1967; Kırzıoğlu, 1972).
Borçalı-Kazak boyundan gelen bu Türk boyu da menşe itibariyle Kıpçaklara dayanmakta ve Kuman-Kıpçak, Bulgar ve Hazar Türklerinin Ön-Asya’daki kolu olarak bilinmektedir (Caferoğlu, 1988). Borçalı ve Kazak/Qazax diye iki kola ayrılırlar (Gökalp, 1968). Karapapaklar da tarihî seyir içerisinde diğer Türk boyları gibi, asıl vatanları olan Orta Asya’dan göç ederek Kafkasya’nın Daryal ve Derbend boğazlarından geçip Azerbaycan ve Gürcistan topraklarına gelmişler ve daha sonraki yıllarda bölgeye yayılmışlardır (Türkoğlu, 2001). Dolayısıyla Daryal’dan geçen Kıpçaklar; Kazak, Borçalı, Sıgnak ve Zaqatala bölgelerine, Derbend’den geçenler ise Azerbaycan’ın orta kesimlerine yerleşmişlerdir. Nitekim Selçuklu döneminin tanınmış şahsiyetlerinden “Azerbaycan Atabegler Sülalesini (1146-1225)” kuran Şemseddin İldeniz’in (ö. 571/1175) de Kafkaslar’dan gelmiş bir Kıpçak olduğu bilinmektedir.
Kıpçak ve Hazarların torunları olarak kabul edilen Karapapaklar, diğer Kıpçak kabileleri gibi XVI. yüzyılın yarısına kadar Hıristiyan olup Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra İslâm’la müşerref olmuşlardır. Kafkasya’nın Devlet-i Aliyye tarafından fethi sırasında çoğu zaman Türklerin yanında yer almışlardır (Dedeoğlu, 2021).
Karapapak Türkleri, 1828 tarihine kadar yani Çarlık Rusya’sının bölgeye gelişine kadar Kuzey Azerbaycan ve Borçalı sahasında yoğun bir şekilde yaşamakta iken, bugün Azerbaycan’ın güneyinde, Türkiye’nin Kars ili ve çevresine bağlı yaklaşık 150 köyde, Erzurum, Ağrı ve Sivas’ta, Ermenistan’ın Akbaba nahiyesinde ve İran’da yaşamaktadırlar. Bir kısmı ise Kafkasya’dan sürgün edilen diğer Türk gruplar gibi, II. Dünya Savaşı sırasında Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmüşlerdir. Bugün İran sınırları içerisinde kalan Karapapaklar Şiî, diğer büyük çoğunluğu ise Sünnî Müslüman’dır (Ilgar, 1964; Gökbel, 2000).
4. SONUÇ
Deşt-i Kıpçak gibi geniş bir sahaya yayılan Kuman-Kıpçaklar, gerek bu geniş sahanın ve gerekse komşu memleketlerin tarihinde hem büyük rol oynamışlar hem de derin izler bırakmışlardır. Zira ilgili yerlerde de belirtildiği üzere “Saka, Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Azerbaycan, Başkırd, Karaçay, Malkar, Kazan, Pomak Türkleri, Kırım Türkleri, Ahıskalı Türkler ve Oğuzlar” gibi Türk boylarının yanı sıra, Türk olmayan “Gürcü/Kartvel, Ermeni, Rus, Romen, Bulgar, Macar ve Tacikler” gibi milletlerin etno-medenî ve kültürel yapılanmasında Kıpçakların önemli ölçüde rolünün olduğu bilinmektedir.
Kafkasya’nın, birçok devlet ve milletin yerleşme ve barınmasında oldukça elverişli bir yer olması hasebiyle “kozmopolit” bir bölge olduğu bilinen bir husustur. Bugün ortak bir kültür etrafında birleşmiş, fakat farklı dillerde konuşan etnik gruplara “Kafkasya Halkları” denilmektedir. Burada Türk kavimlerinden Hun, Avar, Hazar, Peçenek, Kıpçak, Uz, Selçuk ve Osmanlıların izlerine rastlamamız mümkündür.
Asya ile Avrupa arasında bir köprü olarak bilinen Kafkasya, milattan öncesi ve sonrasında Türklerin gelip yerleştikleri bir bölge olmuş, söz konusu bu Türk akınları M.S. V. yüzyıldan itibaren giderek yoğunlaşmaya başlamıştır. Nitekim yukarıda kısa da olsa bilgi verdiğimiz Kafkasya’nın “otokton” yani “yerli halkları” olarak bilinen, Karapapaklar, Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar, Nogaylar, Ahıskalılar vb. halklar ezelden beri Kafkasya’yı yurt edinmiş İskit, Hun, Bulgar, Hazar ve Kıpçak kavimlerinin torunlarıdır.
Netice itibarıyla şunu da ifade etmek isteriz ki, Kafkasya tarihinde Kıpçakların oynadığı rol bilinmekle birlikte, “Kıpçaklara mensup Kafkasya halkları”nın tarihinin de benzerlik teşkil ettiği görülmektedir. Menşe itibariyle aynı olan halklar, diğer topluluklarla beraber daha sonraki tarihlerde ister Çarlık Rusya’sı isterse de Sovyet Rusya’sı döneminde, geçmişle olan bağların kopması için başta “Dil Devrimi” olmak üzere “Sürgün, Kıyım, Kırımlar” gibi aynı kaderi paylaşmışlardır. Kanaatimizce her birinin Türk topluluğu olması da bu uygulamada etkin rol oynamıştır. Zira Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’nin Türklüğe karşı olumsuz tutumu bilinen bir gerçektir.
KAYNAKÇA
Akçura, Y. (1928). Türk Yılı 1928, Türk Ocakları Merkez Heyeti.
Alpargu, M. (2007). Nogaylar. Değişim Yayınları.
Aslanbek, M. (1952). Karaçay ve Malkar Türklerinin faciası. Çankaya Matbaası.
Attar, A. ve Sabahattin Ş. (2013). Tarihten günümüze Türkiye’de yaşayan Azerbaycan Türkleri, Berikan Yayınevi.
Aydın, D. (1998). Erzurum Beylerbeyliği ve teşkilatı: kuruluş ve genişleme devri (1535-1566). Türk Tarih Kurumu, Ankara
Baddeley, J. F. (1989). Rusların Kafkasya’yı istilası ve Şeyh Şamil. (Çev. Sedat Özden). Çevik Matbaacılık.
Bala, M. (1964). Gürcistan, İA, IV, 839.
Bala, M. (1967). Karaçay ve Balkarlar, İA, VI, 221.
Bedirhan, Y. (2000). Selçuklular ve Kafkasya. Çizgi Kitabevi.
Berkok, İ. (1958). Tarihte Kafkasya. İstanbul Matbaası.
Bice, H. (1991). Kafkasya'dan Anadolu’ya göçler. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Bilge, S. (2015). Osmanlı çağı’nda Kafkasya 1454-1829 (tarih-toplum-ekonomi. Kitabevi Yayınları.
Brosset, M. F. (1849). Histoire de La Georgie I (Gürcistan Tarihi I). Academie Imperiale des Science.
Budak, M. (2002). “Rusya’nın Kafkasya’da yayılma siyaseti”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, XVIII.
Budayev, N. M. (2009). Memluk tarihinden bir yaprak: kim bu Çerkesler. (Çev. Ahsen Batur). Selenge Yayınları.
Buntürk, S. (2007). Rus Türk Mücadelesi’nde Ahıska Türkleri. Berikan Yayınevi.
Caferoğlu, A. (1964). Kumuk Türkleri, Türk Kültürü, Yıl II, Sayı 17.
Caferoğlu, A. (1988). Türk kavimleri. (2. Baskı). Enderun Kitabevi.
Cevdet Paşa (1858a) Târîh-i Cevdet, III, 144.
Çalışkan, İ. (2012). 20. asırda Asya’da din politikaları: Çarlık Rusya ve Sovyetler birliği hâkimiyetinde belirleyenler ve belirlenenler, Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya, Ahmet Yesevi Üniversitesi.
Çelebi, E. (1314/1896). Evliya Çelebi seyahatnamesi. İkdâm Matbaası.
Danişmend, İ. H. (1971-1973). İzahlı Osmanlı tarihi kronolojisi. Türkiye Yayınevi.
Dedeoğlu, A. (2021). Ahıska bölgesi ve Kıpçak Atabegler tarihi. Kitap Dünyası Yayınları.
Devlet, N. (1989). Çağdaş Türk dünyası. Edebiyat Fakültesi Basımevi.
Doğru, A. (1985). Yukarı Kür Boylarının Yer Adları Üzerine Bir Araştırma. TDAV Yayınları.
el-Cahız ve Türklerin faziletleri, (2002). (2. Baskı). (Haz. Ramazan Şeşen). İSAR Vakfı Yayınları.
Erel, Ş. (1961). Dağıstan ve Dağıstanlılar, 1. Baskı, İstanbul Matbaası.
Gökalp, Z. (1968). Türkçülüğün esasları. (7. Baskı). Varlık Yayınevi.
Gökbel, A. (2000). Kıpçak Türkleri. Ötüken Neşriyat.
Gökçe, C. (1979). Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya siyaseti. Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını.
Herodotos, (2012.). Tarih, (8. Baskı). (Çev. Müntekim Ökmen). İş Bankası Kültür Yayınları.
Huart, C. I. (1965), Ağaç Eri, İA, I, 148.
Ilgar, M. (1964). Kars’ta boy ve oymaklardan kalma köy adları, Türk Kültürü, Yıl II, Sayı XXII.
İbn Battûta, Ebû Abdillâh Şemsüddîn (Bedrüddîn) Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed b. İbrâhîm el-Levâtî et-Tancî, (2015). İbn Battûta seyahatnamesi, (Haz. Mümin Çevik). Bilge Kültür Sanat Yayınları.
İbn Fazlan, Ahmed b. Fadlân b. Abbâs b. Râşid b. Hammâd, (1975). Onuncu asırda Türkistan’da bir İslâm seyyahı: İbn Fazlan Seyahatnâmesi, (Haz. Ramazan Şeşen). Bedir Yayınevi.
İbn Havkal, Ebü’l-Kāsım Muhammed b. Alî en-Nasîbî el-Bağdâdî, (1938). Śûretü’l-Arż. Ofset Leyden.
İbn Hurdâzbih, Ebü’l-Kāsım Ubeydullah b. Abdillâh, (1889). el-Mesâlik ve’l-Memâlik. Leiden.
İbn Rıdvan, A. (2012). Tevarih-i Deşt-i Kıpçak an Hıtta-i Kırım veya Tevarih-i Tatar Hanan-ı Kadim ve Ahval-i Deşt-i Kıpçak, (Haz. M. Akif Erdoğru, Selçuk Uysal). Ege Üniversitesi Basımevi.
İbnü’l-Esîr, (1417/1997). el-Kâmil fi’t-Târîh, Dâru’l-Küttâbü’l-Arabî.
Kalafat, Y. (2006). Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk halk inançları III-IV. Berikan Yayınları.
Kâşgarlı, M. (2006). Divanü lûgat-it-Türk (Çeviri), (5. Baskı), (Çev. Besim Atalay). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kıldıroğlu, M. (2013). Kırgızlar ve Kıpçaklar: IX. asrın ikinci yarısından XVI. asra kadar Kırgızlar ve Kıpçakların etno-siyasi ilişkileri. Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Kırzıoğlu, M. F. (1952). Dede-Korkut Oğuznâmeleri. Burhanettin Erenler Matbaası.
Kırzıoğlu, M. F. (1972). Karapapaklar: Borçalı-Kazak Uruğu’nun Kür-Aras boylarındaki 1800 yılına bir bakış. Atatürk Üniversitesi Basımevi.
Kırzıoğlu, M. F. (1992). Yukarı-Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar. Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Kırzıoğlu, M. F. (1993). Osmanlıların Kafkas-elleri’ni fethi (1451-1590). Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Kitâb-ı Dedem Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân, Sächsische Landesbibliothek Staats Und Universitätsbibliothek Dresden, Ea., 86, No; 46.
Kuharçin, Y. V. (2012). Fiziçeskaya geografya (Fiziki coğrafya).
Kurtuluş, R. (2002). Kumuklar, DİA, XXVI, 372-373.
Kuzgun, Ş. (1985). Hazar ve Karay Türkleri. Seda Yayınları.
Leylak, M. H. (2000). Orta Asya ve Kafkaslar’da Türklerin demografik yapısı (XX. yüzyıl). Poyraz Ofset.
Nogay, S. (1997). Nogay Türkleri.
Ögel, B. (2010). Türk mitolojisi. (5. Baskı). Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Özcan, K. (2010). Kırım Türklerinin varoluş mücadelesi; Kırım dramı. Babıâli Kültür Yayınları.
Özder, M. A. (1971). Tarihte Çıldır Atabeğleri ve torunları.
Özey, R. (1996). Tabiatı, insanı ve iktisadı ile Türk dünyası. Öz Eğitim Yayınları.
Öztuna, Y. (1990). Devletler ve Hanedanlar: İlk Çağ ve Asya-Afrika Devletleri III. Kültür Bakanlığı Yayınları.
Plano Carpini’nin Moğolistan seyahatnâmesi 1245-1247, (2014). (Çev. Ergin Ayan) Gece Kitaplığı.
Resulzade, M. E. (1993). Kafkasya Türkleri. (Haz. Yavuz Akpınar, İrfan Murat Yıldırım ve Selahattin Çağın). Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.
Rubruk, W. V. (2001). Moğolların büyük hanına seyahat 1253-1255. (Çev. Ergin Ayan). Ayışığı Kitapları.
Saydam, A. (1997). Kırım ve Kafkas göçleri: (1856-1876). Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Sümer, F. (1962). Ağaç-Eriler, Belleten, Cilt XXVI, Sayı 103.
Sümer, F. (1972). Oğuzlar (Türkmenler) tarihleri-boy teşkilâtı - destanları, (2. Baskı). Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları.
Taşağıl, A. (1998). Hazarlar, DİA, XVII, 116.
Tavkul, U. (1993.). Kafkasya dağlılarında hayat ve kültür. Ötüken Yayınları.
Tavkul, U. (2002a). Kafkasya ve çevresindeki Türk toplulukları, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları.
Tavkul, U. (2002b). Kafkas dillerinde Türkçe kelimeler. Türkler Ansiklopedisi. Yeni Türkiye Yayınları, XX.
Tellioğlu, İ. (2004). Osmanlı hâkimiyetine kadar doğu Karadeniz’de Türkler. Serander Yayınları.
Togan, A. Z. V. (1981). Umumi Türk tarihine giriş. (3. Baskı). Enderun Kitabevi.
Togan, A. Z. V. (1987). Hazarlar, İA. V/1, 397.
Turan, O. (2009). Selçuklular tarihi ve Türk İslâm medeniyeti. (10. Baskı). Ötüken Yayınları.
Türkoğlu, İ. (2001) Karapapaklar. DİA. XXIV, 470.
Uravelli, O. (1999). “Ahıska Türkleri sorunu ve Gürcü/Meskh tezi”, XII. Türk tarih kongresi: (Ankara 12-16 Eylül 1994) kongreye sunulan bildiriler, Cilt II.
Uravelli, O. (2017). Ahıska’dan çıktım yola. Erkam Yayınları.
Yıldız, M. (2006). Dünden bugüne Kafkasya. Yitik Hazine Yayınları.
Zeyrek, Y. (1999). Gürcistan, Acaristan ve Türkiye. Türk Ocakları Trabzon Şubesi Yayınları.
Zeyrek, Y. (2001). Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri. Pozitif Matbaacılık.
NOT: Makale, Uluslararası Ahıska Araştırmaları Dergisi'inde (Cilt: 1, Sayı: 1 / 2021, ss. 16-31) yayımlanmıştır. Makaleye erişim: https://www.aharde.com/wp-content/uploads/2022/01/2-Dedeoglu.pdf