GİRİŞ
Konunun daha iyi anlaşılması açısından Ahıska Bölgesi’nin İslâmlaşma serüvenine geçmeden önce Bölge’nin tarihi hakkında kısa da olsa bilgi vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Zîra bugün Gürcistan’ın güneybatısına sıkıştırılan Ahıska bölgesinin tarihî coğrafyası, sınırları itibariyle zaman zaman farklılık arzetmektedir. Ardahan iline sınır teşkil eden bugünkü Ahıska Bölgesi, Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer almakta ve “Abastuban, Adigön/Adıgün, Ahıska, Aspinza, Ahılkelek, Bogdanovka, Azgur ve Hırtız” gibi yerleşim birimlerine taksim edildiği görülse de tarihi seyir içerisinde bu coğrafya’nın tâ Erzurum’a kadar uzandığı görülmektedir.
Anadolu’nun bir parçası olarak bilinen Ahıska Bölgesi veya daha geniş bir adıyla Atabegler Yurdu, eski zamanlardan beri Türklerin varlığını sürdürdüğü bir Türk beldesi olarak bilinmektedir. Zîra târihî seyir içerisinde başta Kıpçaklar olmak üzere diğer Türk boylarının bölgeye gelip yerleştikleri, mesken kurdukları bilinen bir husustur. Bu bağlamda Kafkasya’da çok stratejik bir konuma sahip olan Ahıska Bölgesi, XI. yüzyılda Selçukluların eline geçmiş, bilahare Kral IV. David (1089-1125) ve Kraliçe Tamara döneminde (1184-1213) birkaç yıl Gürcü Bagratiler Hanedanının hâkimiyetinde kalmış olsa da daha sonra çeşitli Türk devletlerinin hâkimiyetine girmiştir. Sonrasında ise 1268 yılında Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti kurulmuş ve böylece Ahıska Atabegliği İlhanlı yönetimini tâkiben sırasıyla Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî Türk devletlerine kısmen bağlı olarak 1578’e kadar bölgenin tek hâkimi olmuşlardır. Bu durum 1578’de Safevîler ve Osmanlılar arasında Çıldır’da vukû bulan Çıldır savaşına kadar devam etmiştir.
Ahıska ismi, Türklerin millî destanı olarak bilinen Kitâb-ı Dede Korkut’un Dresden yazmasında “اق سقا / Ak-Sika”, “Ak-Saka” veya “Akıska” şeklinde geçtiği görülmektedir. Bunun da birçok araştırmacı tarafından “Ak-Kale” anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Ahıska bölgesine XII. yüzyıl boyunca yerleşen Kıpçaklar ve mezkûr bölgede 1268-1578 yılları arasında tam 310 yıl hüküm süren “Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti”, her ne kadar bazı çevrelerce bilinmese de Anadolu’nun en uzun “Türk” beyliği olmuştur. Tarihî Türk yurdu olan Ahıska, Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmetine başkentlik yapmıştır. Bu devirde Ahıska coğrafyasının sınırlarının Ahıska/Azgur’dan bugünkü Erzurum’a kadar uzandığı görülmektedir. Bu bağlamda Atabegler yurdunu içine alan “Ahıska, Çıldır, Ardahan, Göle, Posof, Şavşat, Ardanuç, Oltu, Bardız, Nariman, Tortum ve Yusufeli” tarihinin Ahıska tarihiyle doğrudan irtibatlı olduğu görülmektedir.
Öte yandan Ahıska Bölgesi 1578’de Osmanlıya ilhâk olduktan sonra da değerini yitirmemiş bu sefer Osmanlılarca 1579’da kurulan “Çıldır Eyaleti”nin başşehri olmuştur. Osmanlı livâsı altında 250 yıl en ihtişamlı dönemini yaşayan bölge, Rusların gelişiyle 1829’da ikiye bölünerek bir kısmı Osmanlılarda bir kısmı ise Çarlık Rusyası’nda kalmıştır. 1921’de ise SSCB sınırları içerisinde kalan Ahıska Bölgesi, 14 Kasım 1944’te vukû bulan büyük sürgünle Türk nüfusundan tamamen hâlî kalmıştır. Ahıska bölgesinin 1944’te Sovyetler tarafından sürgün edilen “Türk nüfusu” bugün 10 ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadır.
Netice itibarıyla 14 Kasım 1944 sürgünü sonrasında Ahıska bölgesine nispetle daha çok Ahıskalı Türkler diye bilinen bu “Türk” uruğunun menşei, diğer birçok Kafkasya halkları gibi “Kıpçaklar”a dayanmaktadır. 1578’de Osmanlıların bölgeye gelmesiyle zamanla Müslümanlaşan “Kıpçak” boyunun, Oğuz boylarının arasına karışarak bir daha bu isimde bir topluluk görülmeyecek şekilde eriyip gittikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bugün bâkiyeleri olan Ahıskalı Türkler için, Kıpçak ağırlıklı Kıpçak-Oğuz karışımı bir etnik grup (Ahıskalı Türk Topluluğu) denilmesinin daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
1. KIPÇAKLARIN İSLÂM’LA TANIŞMASI
1.1. Türklerin İslamlaşma Sürecine Genel Bir Bakış
Türklerin İslâm’la tanışmaları, sonrasında ise bu dini kabul etmeleri Türk ve İslâm Tarihi’nde olduğu kadar Dünya Tarihi açısından da büyük bir olay olarak değerlendirilmektedir. Türklerin bu yeni dini, İslâm devletinin her hangi bir siyasi tahakkümü neticesinde değil, uzun bir tanıma sürecinden sonra kabul ettiği bilinmektedir.
Türklerin büyük ölçüde kitleler halinde İslâm’a girmesi X. yüzyıllara tekabül etmektedir. Bu yüzyıldan sonra İslâm dini Türklerin millî dini haline gelmiş ve İslâm’a büyük hizmetler vermişlerdir. Dolayısıyla Türkler, kronolojik olarak İslâmiyeti Arap ve İranlılardan sonra kabul etmesine rağmen bu medeniyete büyük hizmetlerini Selçuklular ve Osmanlılar devrinde yapmışlardır. Bu hizmetlerin bir sonucu olarak bugün başta Balkanlar, Hindistan ve Kafkaslar olmak üzere dünyanın birçok yerinde “Türk Olmak” Müslüman olmakla eşdeğer kabul edilmiştir.
Türklerin İslâm’ı kabulünde Tek Tanrı inancının önemli ölçüde etkisi olmuştur. Türklerin eski dinlerinde İslâmiyet’te olduğu gibi Allah’a kurbanın olması, ruhun ölümsüzlüğü, ahiret inancı, İslâm’daki ahlakî kaidelerin Türklerde var olan Alplik anlayışıyla örtüşmesi, adaletin eski Türk töresine uygunluğu, cihat anlayışının Türklerdeki fütuhat ve cihan hâkimiyeti düşüncesine benzerlik teşkil etmesi, Türk kavimlerinin bu dini benimsemelerinde etkin rol oynadığı anlaşılmaktadır.
1.2. Kıpçakların İslamlaşma Süreci
Kıpçakların İslâmlaşma süreci kısmen yukarıda çizilen çerçeve dışında gerçekleşmiştir. X. yüzyılda Türklerin İslâmiyet’e büyük kitleler halinde girmeye başladığı zaman başta Kanglı, Karluk ve Kıpçaklar olmak üzere Türk kavimlerinin büyük bölümü İslâm dairesi dışında kalmaktaydı. Bazı Türk toplulukları VII. yüzyılın başlarında İslâm’la temasa geçerken, Kıpçakların İslâm’la teması ve tanışması ticaretle birlikte İslâm dininin güney ve doğudan Deşt-i Kıpçak’a nüfuz etmesiyle başlamıştır. Özellikle Bulgar ve İdil gibi büyük merkezler başta olmak üzere, Volga havzasının ticari önemi sebebiyle Kıpçaklar’da ilk İslâmlaşma hareketinin buralarda görüldüğü muhakkaktır.
Genel olarak şunu ifade edebiliriz ki, Türklerin hepsi aynı tarihte İslâm’ı kabul etmemiş, hatta Deşt-i Kıpçak yani Kıpçak Bozkırının İslâmlaşması X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamış ve XVI. yüzyılda büyük ölçüde tamamlanmıştır. İslâmiyet’in yayılmasına rağmen XIII. yüzyılın ortalarında Deşt-i Kıpçak’ta göçebe hayatı süren ekserî Kıpçakların henüz “Şaman” dinine mensup olduğu görülmektedir.
Kıpçaklardan en son gruplar halinde İslâm’la müşerref olanlar, konumuzu teşkil eden Ahıska Bölgesi yani Atabegler Yurdu Kıpçaklarıdır. Yukarıda da yer yer ifade edildiği gibi XII. yüzyılda Kür ve Çoruh boylarına yerleşerek, özellikle Gürcü Kralı IV. David ve Kraliçe Tamara döneminde Gürcülerle ittifak kuran Kıpçaklar, Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Daha sonraki tarihte ise bu Kıpçaklar, Kuzeydoğu Anadolu’nun da bir kısmını içine alan bölgede, Anadolu’nun en uzun Türk beyliği olan “Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti”ni kurmuşlardır.
Netice itibarıyla 1268’de kurulan bu hükûmet 1578’de Safevî-Osmanlı arasında vukû bulan Çıldır Savaşı sonrasında Osmanlı hâkimiyetine girinceye kadar Hıristiyan Ortodoks olarak kalmıştır. Beylik Osmanlıya ilhâk olunca, bu beyliğin temelini oluşturan ve beylik içinde egemen güç olan Kıpçaklar, Hıristiyan Ortodoksluğu terk ederek İslâm’la müşerref olmuşlardır. Birçok kaynak bölgenin tamamen İslâmlaşmasının Osmanlı döneminde olduğunu haber vermektedir. Bölge halkının İslâm’ı kabulünde de yukarı zikrettiğimiz faktörlerin önemli ölçüde rol oynadığı anlaşılmaktadır.
2. AHISKA BÖLGESİ’NİN İSLÂM’LA TANIŞMASI
2.1. Ahıska Bölgesi’nin İslamlaşma Sürecine Genel Bir Bakış
Stratejik bir bölge olması hasebiyle Ahıska ve çevresinde çok eski zamanlardan beri farklı milletlerin yaşadığı bilinmektedir. Ahıska bölgesine Hıristiyanlığın, İslâm’ın zuhurundan önce Bizans’ın tesiriyle yayıldığı kaydedilse de bölgeye İslâm’ın gelişi Hz. Ömer dönemine tekâbül etmektedir. 17/638’de meşhur sahabi İyâz b. Ganm (ö. 20/641) kumandasında İslâm ordularının bölgeye gittiği, fakat kısa bir süre sonra bölgenin tekrar Bizans’ın eline geçtiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra Habîb b. Mesleme’nin Hz. Osman (644-656) zamanında, “yukarı eller” diye bilinen İrmîniye’nin fethiyle görevlendirildiği görülmektedir. Kaynakların belirttiğine göre Habîb b. Mesleme, Tiflis üzerine yürümüş ve 25/645’te şehri fethedip bölge halkıyla bir antlaşma yapmıştır. Habîb b. Mesleme komutasındaki İslâm ordusunun Muş üzerinden Erzurum bölgesine gelerek Bizans ordusunu yendiği ve Erzurum’u itaat altına aldığı görülmektedir. Üç müstahkem kalesiyle Gürcistan’ın doğusunda yer alan Ahıska’nın da Müslümanların bu akınları sırasında fethettikleri bölgelerden biri olduğu görülmektedir.
Evliya Çelebi, Emevî halifelerinden I. Velîd b. Abdülmelik (705-715) döneminde Mesleme b. Abdülmelik komutasındaki Şam’dan gelen İslâm ordularının Halep, Antep, Maraş, Malatya, Diyarbakır, Erzurum vb. kaleleri zaptettikten sonra Atabegler yurduna yönelerek “Ahıska Kalesi”ni de aldığını kaydetmektedir. Dolayısıyla İslâm’ın ilk devirlerinde “Ahıska bölgesi”nin tamamı İslâm’la tanışmış olsa da yer yer Müslümanlar ve Bizanslılar arasında el değiştirdiği görülmektedir.
Emeviler, Abbâsîler ve Hazarlar arasında zaman zaman vukû bulan çekişmelerden etkilenen Ahıska bölgesinin, XI. yüzyılın başlarında Bizans İmparatoru II. Basileios (976-1025) tarafından ilhâk edildiği ve Selçuklular gelene kadar bu topraklarda yeni bir askerî ve idarî bölgenin kurulduğu görülmektedir.
Recep 456/Temmuz 1064’te Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu birlikleri, şiddetli hücumlar sonucu Ahıska Kalesini aldıktan sonra Atabegler Yurdu’nu zaptederek Selçuklu ülkesine katmışlardır. Kaynakların bildirdiğine göre; “Selçuklu birlikleri müstahkem şehir olan Ahıska’yı ve meşhur Ahıska kalesini hücumla aldı. Teslim olmayı reddeden kale garnizonu çarpışarak öldüler. Müslümanlar bu şehirden sayılamayacak kadar çok ganimet ele geçirdi.” Sultan Alparslan’ın dört ay gibi kısa bir süre zarfında 7 şehir ve 20’den fazla müstahkem kale zaptederek bölgeyi İslâm’la tanıştırdığı kaydedilmektedir. İbnü’l-Esîr, uzun mücadele sonucu ele geçirilen bölge halkının, büyük bir kısmının “Müslüman olduğunu” söylemektedir.
Bölgedeki bu el değişikliklerinin dinî değişikliği de etkilediği görülmektedir. Zîra Hz. Ömer döneminde İslâm’la tanışan Ahıska Bölgesi halkının bir kısmının cizye ödemek kaydıyla Müslümanlara ittibâ ettiği görülse de Bizans’la Hıristiyanlaştığı, Selçuklular’la ise kısmen de olsa İslâmlaştığı anlaşılmaktadır. Anisimov, “Ahıska Kalesi içerisinde Selçuklulardan kalma XII. yüzyıl mimarisini andıran güzel bir Mescid”in var olduğunu belirterek, mezkûr Mescid’in 1118-1120 yılları arasında bölgeye yerleşerek Ortodoksluğu kabul eden Kıpçaklar tarafından “kiliseye çevrilip ‘Ayasofya’ diye anıldığını” vurgulamaktadır. Bölgeye yerleşen Kıpçakların zamanla Selçuklu izini sildiği ve hâkim gücün Kıpçak Başbuğlarının (Feodal) elinde olduğu görülmektedir. Daha sonraki tarihlerde ise bu Kıpçakların bölgede “Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükûmeti”ni kurdukları ve bu beyliğin Osmanlıya ilhâk olmasıyla bölge halkının Hıristiyan Ortodoksluğu terk ederek tamamen Müslüman olduğu bilinen bir husustur. Bu bağlamda 1637’de bölgeyi dolaşan Evliya Çelebi Ahıska kalesinin eşkâlinden bahisle “yalçın bir puşta (tepe) üzerinde sengîn (taştan yapılmış) âbâd bir kala’” dedikten sonra; “doğu ve batıya açılan iki kapısı, içinde bin yüz kadar bağsız ve bahçesiz ev, eski ve minaresiz bir cami, pek çok han, hamam ve medrese”nin varlığından haber vermektedir. Ayrıca Çelebi, Ahıska halkının “Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat mü’min ve muvahhit kişiler olduğunu, beş vakitten başka her camide Kur'an dersi ve çeşitli dinî ilimlerin okutulduğunu” belirtmektedir. Bu kayıttan XVII. yüzyılda bölgenin tamamen İslâmlaştığı görülmektedir.
2.2. Bölgenin Osmanlıya İlhâkı ve Son Ahıskalı Atabeglerin İslâm’ı Kabulü
Osmanlı Devleri ile Safevîler arasında 9 Ağustos 1578 günü (5 Cemâziyelâhir 986) Çıldır sahrasında meydana gelen Çıldır Savaşı’ndan Osmanlı’nın zaferle çıktığı bilinen bir husustur. Çıldır zaferinin en önemli sonucu Osmanlılara Kafkasya yolunun açılmasıyla birlikte Atabegler yurdunun tamamen Osmanlıya ilhâkı ve “Atabegler”in Osmanlı tabiiyetini kabulü olarak değerlendirilebilir. Zîra zaferin ertesi yani 10 Ağustos Pazar günü, Atabeg II. Manuçehr’in 5-6 bin askeriyle, Lala Mustafa Paşa’nın otağına törenle gelerek itaatini arzettiği kaydedilmektedir. Ayrıca Atabeg II. Manuçehr’in Müslüman olmak istediği, bu isteğin payitahta bildirilmesi sonucunda İstanbul’a çağrıldığı ve 150 kişilik bir heyetle 1579’un ilkbaharında İstanbul’a giden Atabeg’in, orada ihtidâ edip Lala Mustafa Paşa’ya nispetle “Mustafa” adını aldığı bilinmektedir.
Atabegler ve beraberindekilerin İstanbul’daki faaliyetleri hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi bulunmamasının yanı sıra sadece XVI. yüzyıl Alman seyyahlarından -gözlemci kişiliğiyle bilinen- Salomon Schweigger’in eserinde kayda değer ayrıntılı bilgi yer almaktadır. Zîra Atabeg II. Manuçarh ve ağabeyi V. Qorqora İstanbul’a geldiklerinde şehirde bulunan ve kendileriyle görüşen Schweigger, Gürcistan Bölgesi, Atabegler Yurdu ve genel olarak Kıpçaklar ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Kendisi bir rahip olan Schweigger, Atabegler ile görüştüğü sırada Avusturya büyükelçiliğinde vaiz olarak görev yapmaktaydı. Ayrıca Schweigger, Atabegler İstanbul’da kaldıkları sırada kendileriyle de tanıştıklarını, karşılıklı hediyeleştiklerini hatta Atabeg V Qorqora’nın efendisine en az 60 duka değerinde sırma ipliklerle dokunmuş bir giysi hediye ettiğini belirtmektedir.
Netice itibarıyla XVI. yüzyılın sonuna gelindiğinde Atabegler yurdunun tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiş olduğu ve bölgede Osmanlılar tarafından diğer Gürcü bölgelerinden farklı olarak daha kalıcı bir idarî (eyalet) sistemin kurulmuş olduğu görülmektedir. Atabeg II Manuçehr Mustafa Paşa, ağabeyi V. Qorqora ile ortaklaşa tasarruf etmek üzere 22 cemâziyelevvel 987/17 Temmuz 1579’da ilk “Ahıska/Çıldır Beylerbeyi” oldu. Çıldır zaferine atfen Çıldır Beylerbeyliği adıyla kurulan bu yeni Eyalet’in merkezi bazen “Çıldır” bazen de “Ahıska” oldu. Böylece Ahıska’nın Eyalet merkezi olmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin imar faaliyetlerine sahne olduğu bilinen bir husustur. Başta Ahıskalı Atabeglerden Hacı Ahmet Paşa tarafından 1749’da inşa ettirilen “Ahmediye Camiî ve Medresesi/Külliyesi” olmak üzere bölgede var olan diğer cami, medrese, han ve hamamlar bunun en güzel misallerindendir. Özellikle medeniyet ve kültür alanında gelişmeler yaşanan Ahıska bölgesinde, vakıflar sayesinde inşa edilen camiler, medreseler, kütüphaneler ve buralarda icra edilen dinî, ilmî ve kültürel faaliyetler sayesinde Ahıska, kültür ve medeniyet merkezi olmuştur. Ayrıca “Ahıska Ahmediye Kütüphanesi”nde var olan kitaplar, “Osmanlı Dönemi Ahıska Bölgesi”nin dinî, ilmî ve kültürü hakkında fikir vermektedir. Nitekim bugün bile izlerine rastlanan Ahıska merkezinde, mahallelerinde ve köylerinde Osmanlı döneminde inşa edilen cami, medrese, han ve hamamlar, Bölge’nin “İslam yurdu” olduğunu göstermektedir.
2.3. Osmanlı Devri Tahrir Defterine Göre Bölge’de Müslüman Türk Varlığı
XVI. yüzyılın sonlarına doğru Atabegler yurduna Osmanlı idarî sistemi yerleştikten sonra özellikle 1587-1595 yılları arasında bölgede “tahrir”in yapıldığı ayrıca “Osmanlı kanunları” ve “vergi sistemi”nin tesis edildiği görülmektedir. 1595 tarihli defterden anlaşılacağı üzere, 09 Ağustos 1578’de Çıldır zaferi sonrasında zaptedilen son Atabegler yurdunun idarî teşkilatlanmasından sonra düzenlenen bu defter, bugünkü Ahıska Bölgesi ve târihî Atabegler Yurdu hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Dolayısıyla çalışmamızın bu başlığı altında Ahıska’ya ait 130 numaralı Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska isimli tapu tahrir defterinden faydalanılacaktır. Bu bağlamda mezkûr defter hakkında kısa da olsa bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
2.3.1. Ahıska Tahrir Defteri
Hicrî “evâil-i cumâdelûlâ sene 1003”, Miladî “12-20 Ocak 1595” tarihli defterin orijinal ismi Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska’dır. Defter, 13, 181, 182, 183, 187, 188 varakları olmak üzere 6 sayfası boş olmak kaydıyla 258 sayfa olup 15x41 cm. ebatındadır. Defter’de numaralandırma 7’den başlamış olup padişah kanunnâmesi defterin 1-7. sayfa aralığındadır. Ayrıca “Ahıska” isminin sarîh bir şekilde geçtiği ilk mufassaldır. Diğer tahrirlerde ise bölgenin daha çok “Çıldır” adı altında geçtiği görülmektedir. Defterin 8, 9, 20, 34, 60, 82, 104, 143, 159, 167, 201, 211, 214 no’lu varaklarında mürekkep lekesi vardır.
Defter, eyalet defteri ve başkent defteri olmak üzere iki nüsha olup biri “Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü”nde tapu tahrir defterleri fonunda TADB. TTD fon kodu ve 58/130 defter numarasıyla yer almakta, diğeri yani eyalet nüshası ise “Tiflis’te Sakartvelos Sahlntsipo Muzeumide (Tiflis Devlet Müzesi) Turkuli Helnatseri Bölümü”nde 478 numarada bulunmaktadır.
Defter siyâkat ile yazılmış olup, içerisindeki bütün rakamlar divân rakamlarıdır. Defterin muhtelif yerlerinde kısa da olsa vakıflarla ilgili bilgiler yer almaktadır.
2.3.2. Ahıska Tahrir Defterine Göre Bölge’de Müslüman Türk Varlığı
Devlet-i Aliyye’de tapu tahrir defterlerinin her ne kadar, vergileri toplamak için yapıldığı görülse de tahrirler incelendiğinde işin bu kadar basit olmadığı anlaşılmakta ve bu defterlerin bölge halkının “dinî” (Müslüman, Hıristiyan, Yahudi) ve “mezhebî” (Sünnî, Şiî, Ortodoks) kimliği hakkında önemli ölçüde bilgi verdiği görülmektedir. Nitekim mufassallardaki “şahıs adları”ndan vergi mükelleflerinin mensup oldukları dinleriyle birlikte mezheplerinin de tespit edilmesi mümkündür.
Ahıska tahrir defteri gibi “din” ve “mezhep” ayrımı yapılmayan defterlerde de “şahıs adları”ndan hareketle bölge halkının “etnik, mezhebî” ve kısmen de olsa “siyasî” kimliklerinin tespit edilmesi mümkün görülmektedir. Nitekim stratejik bir mevkide yer alan “Ahıska bölgesi”nin Safevîler ile Osmanlılar arasında sürekli el değiştirdiğini dikkate alırsak, Şiî Safevîlerin kullandığı “Pîr, Şah, Ali, Verdi” ile oluşan “Pîrqulu, Şahveli, Şahmurad, Nurali, Hüdâverdi” vb. şahıs adlarının da bölgede varlığı görülmektedir.
Sünnî Müslüman şahıs isimlerinden hareketle “Ahıska bölgesi”nde halk arasındaki genel dinî durum hakkında da bilgi edinmemiz mümkündür. Zîra defterde Müslüman şahıs adlarının da var olması İslâm dininin Osmanlılar vasıtasıyla “Ahıska bölgesi”ne yeniden nüfuzunun bir emaresi olarak değerlendirilebilir. Ayrıca buraya kadar anlattıklarımızdan Ahıska bölgesi’nin tamamen İslâmlaşmasının XVI. yüzyılın sonlarına doğru tekabül ettiği görülse de mufassalda geçen “Abdullah, Emin, Muhammed, Murâd, Mansûr, Yusif/Yusuf, Hasan, Muhtar, İbrahim” vb. Müslüman köylü isimlerinden, bölgede hatırı sayılır “Müslüman Türk” azınlığın varlığı görülmektedir. Böylece son Atabegler yurdundaki yönetici sınıfının 1578’de İslâm’la müşerref olduğu belirtilse de halk tabakasının peyderpey de olsa İslâm’a geçtiği ve Müslüman isimler aldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla defterde geçen Müslüman Türk isimlerinin varlığını, dinî etkide aramanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
1003/1595 tarihli Ahıska tahrir defterine göre “Ahıska bölgesi”ndeki ister Sünnî isterse de Şiî olsun, bir kısım “Müslüman Türk Şahıs Adları”nı vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Ayrıca defterde geçen bu şahıs adlarının, Gürcü yazarlarının aksine “Kıpçakların” bölgedeki varlığına ışık tutması hasebiyle önemi haizdir. Nihayetinde bu isimlerin bir kısmını şu şekilde verebiliriz: “Mansûr, Yaralı, Nurali, Şâhverdi, Şâhmurâd, Meyrali, Varzagül, İmrân, Mîrali, Murâd, Kûzen, Garib, Tural, Nûraziz, Mîrarslan, Zübde/Zübeyde, Çelebi, Şâhqulu, Şirin, Şâhvelî, Gördük, Nurullâh, Yûsip/Yûsif, Hüdâverdi, Zöhrab/Zürâb, İbrahim, İsrail, Yakub, Âzer, Ömürşâd, Diyarbeg, İlyas, Kimrûz, el-Yazâr, Şuşa, Mustafa, Muhammed, Hasan, Ramâz(a), Şermizân, İsmâil, Badriye, Dergâh Ali, Ömer, Hacı Kerim, Emin, Ensârî vb.
Netice itibarıyla Defter-i Mufassal Livâ-yı Ahıska’da yer alan isimler, mükerrerleriyle birlikte bu şekilde devam etmektedir. XVI. yüzyılın sonuna ait Ahıska Tahrir defterindeki bu isimlerden anlaşılacağı üzere Ahıska Bölgesi’nde Müslüman Türk vergi mükelleflerinin de varlığı görülmektedir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Stratejik bir bölge olması hasebiyle Ahıska ve çevresi çok eski zamanlardan beri farklı milletlerin yaşadığı bir belde olmuştur. Bu kapsamda ilmin beşiği, Anadolu’nun eşiği ve İstanbul için kilit konumunda olan Ahıska, Kafkasya ile Anadolu arasında bir köprü rolünü de icra etmiştir. Öte yandan Kafkaslar gibi stratejik bir mevkide yer alan Ahıska Bölge’sinin zaman zaman el değiştirmesi, (kısmen de olsa) dinî değişikliği de beraberinde getirmiştir.
Bütün bu mülâhazalardan sonra VII. yüzyılda İslâm’la tanışan Ahıska Bölgesi’nin, XI. yüzyılda Selçuklular’la kısmen İslâm’a girdiği, XVII. yüzyılda ise Osmanlılar’la tamamen İslâmlaştığı anlaşılmaktadır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Ahıska’nın Eyalet merkezi olmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin imar faaliyetlerine sahne olduğu ilgili yerde belirtmiştik. Özellikle medeniyet ve kültür alanında gelişmeler yaşanan Ahıska bölgesinde, vakıflar sayesinde inşa edilen camiler, medreseler, kütüphaneler ve buralarda icra edilen dinî, ilmî ve kültürel faaliyetler sayesinde Ahıska, kültür ve medeniyet merkezi olmuştur. Nitekim bugün bile izlerine rastlanan Ahıska merkezinde, mahallelerinde ve köylerinde Osmanlı döneminde inşa edilen cami, medrese, han ve hamamlar, Bölge’nin “İslam Yurdu” olduğunu göstermektedir. Bugün Kıpçaklı Atabeglerin bâkiyesi olarak bilinen Ahıskalı Türklerin tamamı Müslüman olup, Hanefî mezhebine mensuptur.
Netice itibarıyla Ahıska kalesi içinde yer alan Ahmediye Camiî ve Külliyesi, 1828’de Ruslar tarafından yağmalanarak Kilise’ye çevrilmiştir. Günümüzde ise müze olarak kullanılmaktadır. Bölge’deki diğer cami, mescit, medrese, han ve hamamlar ise metruk vaziyette kaderine terk edilmiştir. Böylece târihî Ahıska Bölgesi’ndeki “Türk İslâm mimarî yadigârları” yok edilmeye çalışılmıştır.
NOT: Makale, Kars Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 21-22 Ekim 2021 tarihleri arasında düzenlenen “Yaşanabilirlik Açısından İslam Dini Uluslararası Sempozyumu”nda tebliğ metni olarak sunulmuştur. Metnin tamamı Sempozyum Bildiri Kitabı’nda yayımlanacaktır.