Osmanlının manevi bânisi Şeyh Edebali hazretleri Osman Gaziye bir nasihatinde şöyle der: “Oğul, insanlar vardır şafak vaktinde doğar akşam vaktinde ölürler. Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır… Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı. Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli…” Demek ki; eser bırakmakla beraber, bırakanın bıraktığı yerden devam ettirmek de bir o kadar önemlidir. 24 Mayıs 2016 Salı günü vefat haberini duyduğumuz zaman “innâ lillahi ve innâ ileyhi râciun” ayet-i celilesini okuduktan sonra, yukarıdaki cümleleri hatırlatan bir Ahıskalı büyüğümüzü kaybettik.
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK “Zindandan Mehmed’e Mektup” isimli şiirinin bir bölümünde; “...Ondan kalan, boynu bükük ve sefil, / Bahçeye diktiği üç beş karanfil.” derken, “Utansın” isimli şiirine ise şöyle giriş yapar: “Tohum saç, bitmezse toprak utansın.” Bu iki şiirden mülhemle şöyle devam etmek isteriz: “Senin bahçeye ‘diktiğin karanfiller,’ ‘saçtığın tohumlar’ artık yetişti dedem!..”
Hayat bu işte... Dün vardın bugün yoksun, yarın belki de unutulacaksın. “İnsan ölür insanlık kalır” der Hazreti Mevlana… Hayat var, hayat var... Şairin ifadesiyle: “Ölüm var ki, hayat kadar değerli, / Hayat var ki, ölümden de zehirli. / Yaşamak da hoştur, ölmek de hoştur, / Gayesiz hayatta ölüm de boştur…” Köyümüzün ender şahsiyetlerindendi O. Herkes gibi O'da bu fâni dünyadan göçtü ama herkes gibi yaşamadı. Bir dert adamıydı… Karşılaştığı herkese (özellikle de dini bilgiler konusunda) bir şeyler öğretme gayreti içerisindeydi...
Evet, konu Azerbaycan/Saatlı/Nesimikend Köyünde meskûn/medfûn Ahıskalı merhûm Cabbar Merdeli Oğlu ARSLANOV, nam-ı diğer Seyit Cabbar dededen gidiyor. Köyde ve dahi gitti her yerde tanısın veya tanımasın, sert ve kendine has tatlı üslubuyla birilerine bir şeyler öğreterek eser bırakan bir isimden… Eminizdir ki vefat haberini duyan hemen her kes “Kimin kulusun? Kimin ümmetisin?” sorgu-sualiyle O’nu rahmetle yâd etmiştir. Çünkü o, karşılaştığı herkesle selamdan sonra ki kelama (aşağıda tamamını vereceğimiz) yukarıdaki sorguyla devam ederdi. O, herkesin gönlünde Seyit Cabbar dedeydi. O’na bu ismi kendisi değil tanıyanları, hatta “Ehl-i Şia” kardeşlerimiz vermişti. Hikâyesini sorduğumuzda ise şöyle anlatmıştı: “Malumunuz Seyit Hz. Peygamberimizin (Hz. Hüseyin’in) soyundan gelenlere denir. Daha küçük yaşlarımda SSCB’nin o sıkı dönemlerinde dahi namaz ve niyazla meşgul olduğumdan dolayı bölgedeki “Ehl-i Şia” kardeşlerimiz tarafından “Seyit” künyesiyle anılmaya başladım. Daha sonra ise köyümüzde de böyle tanındım ve köyde hemen herkes ‘Seyit Cabbar Kişi’ diye hitap etmeye başladı.” Evet, merhûm Cabbar dedemiz Seyit değildi ama halkın bu hüsn-ü teveccühünden dolayı seyitler zümresine ilhak olmuştur inşallah…
Merhum Cabbar Dedemiz aynı zaman da “1944 Ahıska Sürgünü”nü de yaşamıştı. Sürgün esnasında 10 yaşında olan dedemiz o acı dolu yılları her ne kadar hatırlamak istemese de sorduğumuz zaman; “başımızdan bir değirmen taşı geçmedi evladım” diyen ninemiz misali aynı zamanda da tavsiye niteliğinde şöyle devam etmişti; “Âh evladım, bizim yaşadıklarımızı Allah (c.c.) hiç kimseye, hatta düşmanıma bile yaşatmasın!.. Biz üç kardeştik. İkisi erkek birisi kız (beni kastederek) yani senin ninen. Küçük yaştan yetim kaldık. Yokluk içerisinde büyüdük. Yokluğun ne olduğun iyi bilirim. Kardeşime ve kız kardeşime ben baktım. Hatta kardeşimin çocukları bana “baba,” kendi doğma babalarına “amca” derler. Dünyanın hemen her türlü yüzünü, her zorluğunu gördük oğul! Bütün bunlara rağmen hiçbir zaman birlik ve beraberliğimizi kaybetmedik. Bir lokma ekmek bulsak onu hemen bölüşürdük. Birkaç kez sürgün görmüş halk olarak, nereye gidersek gidelim dinimizi, dilimizi, kültürümüzü, örf ve adetlerimizi hiçbir zaman unutmadık. Bizleri hâlâ, zamana kadar ayakta tutan da bu değerlerimiz değil midir oğul. Sizlere de bunlar tavsiyem olsun… Her zaman büyüğünüzü hürmetleyin. Büyüklere saygıda, küçüklere sevgide kusur etmeyin. Bu dünya etme bulma dünyasıdır oğul! SAYGI EKERSEN SEVGİ BİÇERSİN, KÖTÜLÜK EKERSEN NEFRET BİÇERSİN…”
Tüm bunlara rağmen yinede hayata küsmemiştiler. Sürgün sonrası bir süre Özbekistan’da yaşamışlar daha sonra ise Azerbaycan’a (1957 sonrası), metfun olduğu Nesimikend Köyüne yerleşmişlerdi. Azerbaycan’a geliş serüvenini ise şöyle anlatmıştı: “O zamanlar Khruşçev’in devri idi. Halk Mevlit BAYRAKTAROV’a okumuş olduğu için vatana dönüş mücadelesi hakta ricada bulundu. BAYRAKTAROV da bir kısım gazi ve aydınlarla birlikte Moskova’ya gitti. Sovyetlerin konuya pek sıcak bakmadığını göründe Azerbaycan’dan tanıdığı bir arkadaşı (Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesinde çalışan) diyor ki: ‘Siz şu denizi geçerek Azerbaycan’a gelin! Vatan yolu açılırsa oradan yürüyerek de gidebilirsiniz. Biz size her konuda yardımcı oluruz’ İşte öyle oldu geldik Azerbaycan’a yerleştik oğul. Bizler Azerbaycan’ın Saatlı Bölgesine yerleştik. Geldiğimizde her taraf bataklık idi. Bekle de inanmazsınız ama yılanlarla koyun-koyuna yatıyorduk oğul! Halkımız gerçekten çalışkandır. Hâlâ da öyledir. Birkaç yıl içerisinde köyümüzü rayonun bir numaralı köyü haline getirdik. Ben zil markalı kamyon kullanıyordum.”
Evet, merhum Seyit Cabbar dedemiz de bunca çileli hayat yaşamasına rağmen diğer tüm Ahıskalılar gibi yine de hayata küsmemiş bir gün Ahıska’ya döneceğiz umuduyla dört elle sarılmıştır. Gittiği her yerde milli-manevi değerlere sahip çıkabilecek gençlerin yetişmesi gayreti içerisinde olmuş, bazı sorgu-sualleriyle bir gün yeşerir umuduyla, genç ve hatta çocuk gönüllere dahi tohum saçmıştır. Sürgünün üçüncü veya dördüncü nesli Ahıskalı genç ve çocuklara bugün bile “Nerelisin?” diye sorduğumuz zaman, verilen cevap Ahıska’da ki köylerini kastederek hâlâ “Zanavliyim, Smadaliyim, Zazolaliyim,” diye oluyorsa, bu gibi Dedelerimizin katkısı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür…
Şimdi ise yıllar öncesine gidip Dedemizle olan 02.02.2007 tarihli (not defterimize yansıyan) hatıralarımızı, “kendisine sadakayı cariye olması bâbında” sizlerle paylaşmak isteriz. KARŞILAŞTIĞI HEMEN KESE İSTİSNASIZ SORDUĞU SORULAR:
- Soru: Kimin Kulusun?..
- el-Cevap: Allah’ın…
- Soru: Kimin Ümmetisin?..
- el-Cevap: Peygamberin (s.a.v.)
- Soru: Kimin Zürriyetindensin?..
- el-Cevap: Âdem (a.s.)
- Soru: Kimin Milletindensin?..
- el-Cevap: İbrahim (a.s.)
- Soru: Hangi Mezheptensin?..
- el-Cevap: İmam-ı Azam Mezhebinden…
- Soru: Müslüman mısın?..
- el-Cevap: Elhamdülillah…
- Soru: Benim, Senin Müslüman Olmağına Şüphem Var?
- el-Cevap: Benim de şahidim var…
- Soru: Nedir?..
- el-Cevap: “Lâ İlâhe İllallâh Muhammedün Rasulullâh…”
- Soru: Ne Vakitten Beri Müslümansın?..
- el-Cevap: “Kâlû Belâ”dan…
- Soru: “Kâlû” Nedir, “Belâ” Nedir?..
- el-Cevap: “Elestü bi-Rabbiküm-Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Kitabının (Kur’an-i Kerim) Cevabı… (Ayette şöyle geçer: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (Onlar da), ‘Evet (buna) şahit olduk, dediler.’” [A'RÂF Suresi Âyet-172])
BİLMECE USULÜ SORDUĞU SORULAR:
Merhum Dedemiz zaman-zaman deyim yerindeyse kriptolu, şifreli hatta bilmece usulü sorular da sorar, “bizim derede (Ahıska/Zanav Köyü kastedilmektedir) böyle soruları çok sorarlardı” diye de eklerdi. Onlardan sadece ikisi:
- Soru: O nedir ki; hem bilirim hem bilmem?..
- el-Cevap: Ölüm… Biliyorum öleceğim ama ne zaman öleceğimi bilmiyorum…
Diğer ikincisini ise insicam bozulmasın diye "Ahıska Şivesi"nde veriyoruz:
- Soru: Sabah namazı tar namazdır, / Ceyil-cümri (gençler) ağnamazdur. / Etten Cami, sudan kıble, / Orada kim kıldı namazı?..
- el-Cevap: Yunus (a.s.)… Yunus (a.s.) kıssası herkesçe malumdur. Hz. Yunus balığın karnında bulunduğu sürece bu ayeti/duayı okumuştur; “LA İLAHE İLLA ENTE SÜBHANEKE İNNİ KÜNTÜ MİNE’Z-ZALİMIN.” Ayetin tamamının meali ise şöyledir: “Zünnun'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti…” (Enbiya Suresi Ayet-87)
Yeniden başa dönerek; “Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı. Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli” diyor, bu güzellikleri ve dahasını devam ettirmemiz temennisiyle, Rabbim bizlere de arkamızdan hayırla yâd edecek evlatlar ve nesiller yetiştirmeyi nasip eylesin niyazıyla “HAKKINDA Kİ HÜSN-Ü TEVECCÜHLER”le bitirmek istiyoruz!..
HAKKINDA Kİ HÜSN-Ü TEVECCÜHLER…
“Mekânı cennet olsun! Etrafını şenlendiren yerenükçi (şakacı) biri idi. Her gördüğü çocuğa İman, İslam’ın şartlarını sorar, manevi değer aşılamaya çalışırdı. Rabbim mizanına koysun!..” (Yrd. Doç. Dr. Ahmet NİYAZOV)
“Dün Ahıska Türklerinin en yoğun meskûnlaştığı Adıgün köyünün her kes tarafından sayılan ve sevilen Seyit Cabbar emisi Hakkın Rahmetine kavuştu! Koca yürekli bir aksakalımızda arkasından binlerce sevenlerinin dua ve niyazlarıyla Hakkın huzuruna yürüdü! Seyit Cabbar emi sen bizim için bir başkaydın! Rabbim sana mekânların en güzelini nasip ve ihsan eylesin! İnşallah çocukken bize sorduğun sorulara (Rabbin kim?, Kitabın, Resulün kim?) kabrinde meleklere rahatlıkla cevap verir ve Cennet bahçelerinin bir penceresinden hesap gününü beklersin. Aziz Cabbar emmime Allah’tan Rahmet diliyor o kocaman ailesinde sabır ve gayret diliyorum! Mekânın CENNET olsun SEYİT!..” (Nariman DEDEEMİGİL)
“Başımız sağ olsun. Çok değerli büyüğümüz Cabbar Babaya Allah (c.c.) rahmet eylesin. Benim hayatımda da bambaşka bir yeri vardı bu güzel insanın. Sonsuza kadar minnettarız yaptıkları iyilikler için. Ruhuna el-Fatiha…” (Ruslan KOÇALİ)
“Köyümüzün aksakallılarından biri olan, sevgili Cabbar dedemizin vefat haberini aldım. Derin üzüntü duydum, dedemize Cenabı Haktan rahmet, tüm yakınlarına sabrı cemil niyaz ederim. Mekânı cennet olsun inşallah. Üzerimizde çok emeği var, sevgili Cabbar dedemizden çok şey öğrendik unutmayacağız. Her daim rahmetle yâd edeceğiz. Kabriniz Kuran’ın nuru ile nurlansın Seyit dedem…” (Vahit ALATTİN)
“Ah, ah, ah Dedemcan!.. Bugün göçtün gittin bu fâni dünyadan ama bizlere büyük bir miras bıraktın... Senin öğrettiklerin her zaman bizimle olacak. Allah razı olsun... Bize düşen dedemizin bize öğrettiklerini hayatta yapmak ve onun Cennet kapısını daha da genişletmek… Allah Rahmet etsin, mekânın cennet olsun canım dedem...” (Mardali ARSLANOV)
“Bize ‘Rabbin kim?’ sorusunu soran ve ne cevap verilmesini öğreten koca adam, mekânın cennet ruhun şad olsun!.. Rabbim yakınlarına sabır versin inşallah!..” (Selim Ahıskalı BİLALOV)
“Köyün yarısına ‘kimin kulu olduğumuzu öğreten’ güzel insan, Allah (c.c.) senden razı olsun. Kabrin nur, mekânın Cennet olsun. Gelecek nesillere ‘bu fâni dünyadan bir Seyit CABBAR emi geçti’ diyerek tebessümle ve rahmetle anacağız…” (Ramil GUSEYNOV)
“Son nefesinde bile dedi ki; ‘büyüklere saygılı olun,’ ‘hürmet edin…’” (Rafik KOÇALİYEV)