Kafkasya halklarından birini teşkil eden Ahıskalı Türkler, Anadolu Türklüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi önemli yerleşim birimleri ile iki yüzden fazla köyün merkezi olan Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır. Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı Tiflis’e bağlamaktadır. Ahıska topraklarının en önemli akarsuyu ise Kür nehridir.
Eski dönemlerden itibaren Türklerin Kafkasya’ya yönelik akınlarının olduğu bilinen bir gerçektir. Söz konusu akınlar M.S. V. yüzyıldan itibaren giderek yoğunlaşmıştır. Kafkasya, doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz ve Azak Denizi, kuzeyde Maniç ve Kuma nehirleri güneyde ise Anadolu ve İran ile çevrilmiş dağlık bir bölgedir.
Türklerin yerleştikleri bölgelerden birisini şimdiki Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Ahıska bölgesi oluşturmaktadır. Nitekim Ahıska ismi ilk olarak Dede Korkut kitabında “Ak-Sika” şeklinde geçmekte ve “Ak-Kale” anlamına gelmektedir. Kafkasya’da çok stratejik bir konuma sahip olan Ahıska, XI. yüzyılda Selçukluların eline geçmiş ve bilahare Kraliçe Tamara döneminde (1184-1213) birkaç yıl Gürcü Bagratiler Hanedanının hâkimiyetinde kalmışsa da, daha sonra çeşitli Türk Devletlerinin hâkimiyetine girmiştir.
Ahıska bölgesi ilk İslâm fetihleri sırasında üçüncü halife Hz. Osman’ın (644-656) hilâfeti döneminde Şam Valisi Muâviye’nin kumandanlarından Habib b. Mesleme tarafından (645-46) fethedilmiştir. Ahıska ve çevresine tarihte Mesketya da denilmektedir. Özellikle Gürcistan’da bu bölge, “Meskhetia” veya “Ahıska-Cavaheti” olarak anılmaktadır. Bununla birlikte Batı ve Rus kaynaklarında Ahıskalı Türklere, “Mesket Türkleri” denilmiş ise de, Ahıskalılar bundan rahatsızlık duymuş ve kendilerinin Mesket değil, Ahıskalı Türk olduklarını her fırsatta dile getirmişlerdir.
Ahıska ve çevresine Kıpçak Türkleri hem milâttan önce, hem de milâttan sonraki asırlarda gelip yerleşmiş, şehirler kurmuşlardır. Kıpçaklı Atabek sülalesi 1268 yılında bugün Posof’ta bulunan Caksu’da “Kıpçak Ortodoks Atabek Hükümeti”ni kurmuş ve bölgenin hâkimi olmuşlardır. Ahıska Atabekleri İlhanlı yönetimini takiben, İran platosunda kurulan Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevi Türk devletlerine bağlı olmuşlardır. Bu durum Osmanlı’nın 1578’de Safevi kuvvetlerini Çıldır savaşında yenmesine kadar devam etmiştir.
1826 yılında Yeniçeri Ocağını kaldırarak kara gücünden yoksun kalan Osmanlı Devleti, Navarin Olayı sonucu Donanmanın yakılmasıyla da deniz gücünden yoksun kalınca, Rusya bu fırsatı değerlendirerek 1828 tarihinde Osmanlıya savaş açmıştır. Dikkate değer bir direniş gösterilmesine rağmen Anapa, Kars, Faş ve Ahıska 1828 yazında; Erzurum, Bayburt ve Muş ise 1829 yazında Ruslar tarafından işgal edilmiştir. 1829 tarihinde imzalanan “Edirne Antlaşması”yla Balkanlarda Tuna deltası Rusya’ya kalırken Anapa’dan Batum’a kadar olan sahil şeridiyle birlikte tüm Kafkasya Rus idaresine girmiştir. Böylece dört yüz yıla yakın bir süre Osmanlı devletine bağlı kalan Kafkas halklarının kaderi Rusya’ya terk edilmiştir.
250 yıllık (1578-1828) Osmanlı idaresi döneminde, Ahıska Vilayeti’nin; şimdiki Gürcistan’ın güneybatısı ile Türkiye’nin Artvin-Çoruh boyları ve Ardahan-Kars topraklarını içine aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu yıllar zarfında Osmanlı idaresinde kalan Ahıska Vilayeti Anadolu’nun bir parçasını oluşturmuş ve Ahıska; halkı, milli kimliği, manevi değerleri, tarihi ve kültürüyle Osmanlıya bağlı kalmıştır. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Ahıska’ya gittiğinde bölgede taş bir kale, kale içinde bin tane ev, eski bir cami, pek çok han, hamam ve medrese bulunduğunu tespit etmiştir. Ne yazık ki bu eserlerden hiçbiri, Rus yönetimin vahşi politikaları sebebiyle günümüze intikal etmemiştir.
Ahıskalı Türklerin sorunlarının temeli 1829 Edirne Antlaşmasına kadar uzanmaktadır. Osmanlı idaresi altında problemsiz şekilde yaşarken, Osmanlı Devletinin Çar Rusya’sına yenilmesi sonucunda bölgeden çekilmesi Ahıskalı Türkler için de sıkıntılı günlerinin başlaması anlamına gelmekteydi.
Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusyası işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Bu baskı ve zulümler 25 Şubat 1921’de Sovyetler Birliği’ne katılan Sovyet Gürcistan’ı döneminde de devam etmiştir. Dolayısıyla Ahıskalılar hem Rus, hem de Gürcü mezalimi ile karşı karşıya kalmış, Türk ve Müslüman olarak yaşamanın bedelini ağır ödemişlerdir. Hiç şüphesiz ki, bu baskı ve zulüm, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıkmıştır. Şöyle ki; Ahıskalılar II. Dünya Savası yıllarına kadar askere alınmazken, Sovyetlerin Almanya karşısında zor duruma düşmesiyle Ahıskalı’lardan da eli silah tutan kırk bin civarında kişi cepheye sevk edilmiştir. Geride kalanlar ise yaşadıkları bölgenin merkezle ulaşımı geliştirmek için “Borcom” demiryolu inşaatında çalıştırılmıştır. 1944’de Borcom’dan Vale’ye yapılan 70 km. uzunluğundaki demiryolu yapımında binlerce Ahıskalı Türk kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Bütün bunlara rağmen Stalin’in emriyle vatanlarından zorla sürülmek gibi en acı işkenceye maruz kalmışlar ve yıllarca yaşadıkları anayurtlarını iki saat içerisinde terk etmek mecburiyeti doğmuştur.
Yukarıda da ifade edildiği üzere, kırk bin civarında Ahıskalının Alman cephesine gönderilmesi ve geri kalan kadın ve yaşlılara da demiryolu yaptırılması gibi olay ve uygulamalar daha önceden hazırlanmış sürgün planının gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Diğer yandan eli silah tutan gençlerin cepheye gönderilmesini Sovyetlerin sürgün esnasında her hangi bir mukavemetle karşılaşmamasına yorumlaya biliriz. Bu sürgün hayatı bugün hâlâ devam etmektedir.
Ahıskalı Türkler ilk olarak 1944 tarihinde Ahıska’dan Orta Asya’nın üç ülkesine Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürgün edilmişlerdir. Bu sürgün yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır diyebiliriz. Sovyet Rejimi’nde sürgün hayatı geçiren Ahıskalılar hep dışlanmışlar, üçüncü sınıf statüsünde yaşam mücadelesi vermişlerdir. Bütün baskılara, haksızlıklara rağmen Ahıskalı Türkler dil, din, kültür ve geleneklerini bırakmamışlar, Türklüklerini, örf-adetlerini korumuşlar ve hâlâ da korumaya devam etmektedirler. Hatta Türk olduklarını her yerde duyurmak için pasaportlarında Millet yazıldığı yere “Türk” diye yazdırmışlardır.
Stalin’in ölümünden sonra SSCB’de bir takım değişiklikler gerçekleşmiş ve Komünist Parti’nin XX. Kongresinden sonra Stalin’in sürgün ettiği Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmuk gibi Kafkasya halkları, ana yurtlarına dönme izni almışlardır. Fakat Kırımlı Türklerle Ahıskalı Türklere dönüş izni çıkmadığı gibi eski vatanlarını ziyaret etmeleri de yasaklanmış, hatta ellerinden alınan malları bile iade edilmemiştir. Çünkü Kırım ve Ahıska bölgeleri Sovyetler için yüksek stratejik öneme sahip olduğu için kesinlikle Türklerden uzak tutulmak istenmiştir.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, Kırım da Özerk Cumhuriyet statüsünü kazanmıştır. Netice itibariyle Kırımlı Türklere de vatanlarına geri dönme izni verilmiş fakat Ahıskalı Türkler bu haktan mahrum bırakılmışlardır.
Bugün sayıları 300.000 ila 600.000 arasında tahmin edilen Ahıskalı Türkler, Türkiye dâhil dokuz ülkede dağınık şekilde yaşamakta ve bu dağınıklığa çözüm bulmaya çalışmaktadırlar.
Ahıskalı Türklerin ülkelere göre bu günkü dağılımını ve tahmini rakamlarını şu şekilde verebiliriz:
Azerbaycan: | 90.000 ila 110.000 kişi |
Kazakistan: | 150.000 ila 170.000 kişi |
Özbekistan: | 20.000 ila 25.000 kişi |
Kırgızistan: | 45.000 ila 50.000 kişi |
Ukrayna: | 10.000 ila 15.000 kişi |
Rusya Federasyonu: | 70.000 ila 90.000 kişi |
Türkiye: | 40.000 ila 60.000 kişi |
Amerika Birleşik Devletleri: | 13.000 ila 15.000 kişi |
Gürcistan: | 700 ila 1000 kişi |