azadzanavli @ hotmail.com

Evet, Kafkasya ve Sürgün… Hemen her kesin aklına Justin McCarthy’nin “ÖLÜM VE SÜRGÜN” isimli eseri gelmektedir belki ama Kafkasya deninde merhum Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’i de unutmayalım. Zamanla Kafkasya ölüm vadisine mi dönüşmüş bilemeyiz ama bildiğimiz tek şey, biri anıldığı zaman diğerleri otomatik akla gelen üç mefhum; Kafkasya, Sürgün ve Ölüm...

KAFKASYA’DAN BAŞLAYALIM…

Kafkasya; doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz ve Azak Denizi, kuzeyde Maniç ve Kuma nehirleri güneyde ise Anadolu ve İran ile çevrilmiş dağlık bir bölgedir. Esas itibariyle, dağlık bir bölge olan Kafkasya’da, yerleşim bölgeleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmış bulunmaktadır. Nitekim “FARKLI DİLLERİN KONUŞULDUĞU BÖLGE” manasında Arap tarihçilerinin “CEBELÜ’L-ELSÂN” diye niteledikleri Kafkasya’da, yaklaşık kırk kadar farklı dil ve lehçelerin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Kafkasya’da yaşayan topluluklardan sadece “TÜRK” gruplarını tasnife tabi tutacak olursan şöyle sıralayabiliriz: AZERBAYCAN TÜRKLERİ, KUMUK VEYA KUMIKLAR, KARAÇAYLAR, KALMIKLAR, BALKARLAR, NOGAYLAR, KUNDURLAR VE AHISKALI TÜRKLER…

SÜRGÜNLERLE DEVAM EDELİM…

Sürgün; “bir kişinin veya bir topluluğun ceza yahut güvenlik tedbiri olarak yaşadığı yerden başka bir yere belli bir süre ya da ömür boyu kalmak üzere isteği dışında gönderilmesi ve orada ikamet etmeye mecbur tutulması”dır.

Öncelikle şunu ifade edelim ki; XX. yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı asırlarından biri olmuştur. Daha asrın başında vuku bulmuş Birinci Dünya savaşı ve akabinde baş veren isyanlar neticesinde milyonlarla insan hayatını kaybetmiştir. Bolşevik Devrimi ile başlayan vahşet, yeni kurulan Sovyetler Birliği’nin geneline yayılmış ve Sovyet lideri Stalin’in iktidara geçmesiyle yerini sürgünlere, kitle katliamlarına ve göç gibi tarifi imkânsız felaketlere bırakmıştır.

Sovyetler Birliği’nde toplu sürgünler ilk kez 1944 senesinde yaşanan bir olay değildi. Özellikle 1930’lu yıllar ile 1950’li yıllar arası birçok halkın yaşadıkları yerlerden sürülerek ülkenin başka bölgelerinde, zor şartlar altında yaşamaya terk edildikleri dönem olarak hatırlanmaktadır.

Sovyetler Birliği’nde Milletler siyasetinin bir parçası haline gelen sürgüne gönderme operasyonlarına en yoğun şekilde “İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI” sırasında rastlanılmaktadır. Henüz savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada, Volga kıyılarında yaşayan ve 1939 yılı nüfus sayımı verilerine göre 1.427.000 kişilik nüfusa sahip Alman asıllı Sovyet vatandaşlarının bir kısmının sürüldükleri görülmektedir. Buna örnek teşkil edecek Stalin dönemi diğer sürgünleri ise şöyle sıralayabiliriz: 1937 yılında Sovyetler Birliği’nde yaşayan Koreliler; 1940’ta sayıları 380.000 olduğu tahmin edilen Polonyalılar; 28 Ekim 1943 tarihli kararnameyle toplam 93.139 Kalmuk Türkleri sürgün edilmişlerdir. Sovyetlerin asıl hiddetini ise rejime ve devlete karşı açıkça ayaklanarak Sovyetlere ağır kayıplar verdiren Karaçay-Malkarlılar (Balkar) çekmişlerdir. 2 Kasım 1943’te toplam 69.267 Karaçay Türkü ve 8 Mart 1944 tarihinde ise yaklaşık 37.703 Malkar Türkü vatanlarından zorla koparılarak Orta Asya’ya sürgün edilmiştirler.

Sovyetler Birliği yöneticileri II. Dünya Savaşı sonunda sürgüne gönderdiği halklar için “ALMANLARLA İŞBİRLİĞİ YAPMAK” veya “ONLARA KARŞI GEREKTİĞİ GİBİ MUKAVEMET ETMEMEK” mazeretlerini öne sürmüştür. Ancak yaşadığı yerlere Almanların hiç uğramadığı ve hiçbir savaş hali oluşmayan “AHISKALILAR” ve “ÇEÇEN-İNGUŞLAR” da Stalin döneminde göçe maruz kalmış azınlıklar arasındadır. Bu uygulama sonucu yaklaşık 500 bin Çeçen-İnguş, 23 Şubat 1944’te başlayan bir operasyonla vatanlarından zorla çıkarılarak Kazakistan ve Kırgızistan’ın çeşitli bölgelerine sürülmüştürler.

Stalin döneminde sürgün sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmamış ve sürgün kararının vurmuş olduğu bir diğer halk ise “KIRIMLI TÜRKLER” olmuştur. Bütün bir halkı topraklarından çıkaracak olan sürgün operasyonunun tarihi, Stalin tarafından yayınlanan kararnamede 20 Mayıs olarak tayin edilmiş olmasına rağmen, bu tarih Beriya’nın talimatıyla iki gün önceye alınmış ve Kırımlı Türklerin sürgünü 18 Mayıs 1944’te saat 03.00 civarında başlamıştır. Ahıskalı Türklerle aynı kaderi paylaşan Kırımlı Türklerin sürgünü de son derece insanlık dışı olmuştur. Sovyet askerleri gecenin bir vakti, daha önceden tespit olunan Kırımlı Türklerin evlerine zorla girerek insanları uykularından kaldırmış ve 15 dakika içinde bulundukları yerlerin meydanında toplanmalarını söylemişlerdi. Ne olup bittiğini anlamayan ve uykunun vermiş olduğu şaşkınlığı da üzerinden atamayan Kırımlı Türklerin yanlarına, kararnamede belirtilenin aksine sadece taşıyabilecekleri eşyalarını almalarına izin verilmiş, birçok yerde buna dahi müsaade edilmemiştir.

Sovyetler Birliğinin izlediği bu sürgün politikası sonucunda, II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ülkede toplam olarak 3.332.580 kişinin, yaşadığı topraklardan çıkartılarak Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerine yerleştirildiği ve 1948-1949 yıllarında bu sayının ölüm, sürgünlükten serbest bırakılma gibi sebeplerle 2.275.900 kişiye indiği belirtilmektedir. II. Dünya savaşı sırasında yapılan toplu sürgünlerin genel bilançosunu şu şekilde verebiliriz:

Sovyet Almanı

774.174 kişi

Kulak ( Zengin köylüler, her halktan mevcut )

557.121 kişi

Çeçen-İnguş

400.478 kişi

Tatar, Bulgar ve Kırımlı Rum

193.959 kişi

Savaş tutsağı Alman

121.459 kişi

Vlasovcu (Savaşta Alman safında yer alan Rus askeri)

95.386 kişi

Türk, Kürt, Hemşinli

84.402 kişi

Kalmuk

81.673 kişi

Karaçay

60.130 kişi

Balkar (Malkar)

32.817 kişi

Yine Sovyet resmi belgelerinde yer alan sürgün bölgeleri ve sürgün edilen insan sayısını şöyle verebiliriz:

Kazakistan

890.698 kişi

Özbekistan

179.992 kişi

Kırgızistan

120.858 kişi

Kemerovo bölgesi

129.423 kişi

Molotov (Perm) bölgesi

115.436 kişi

Sverdlovsk bölgesi

113.746 kişi

Krasnoyarsk bölgesi

112.316 kişi

Novosibirsk bölgesi

92.968 kişi

Tomsk bölgesi

83.276 kişi

Tümen bölgesi

56.611 kişi

Çelyabinsk bölgesi

51.865 kişi

Omsk bölgesi

44.767 kişi

Altay bölgesi

35.381 kişi

Tabloya göre en fazla sürgün o yıllarda gelişmemiş ekonomisi ve geniş topraklarına rağmen küçük nüfusuyla Kazakistan’a yapılmıştır. Ardından bu ülkeyi sırasıyla Özbekistan, Kırgızistan izlemektedir. Bütün bu bölgelerin ortak özelliği ise sürgüne maruz kalanların daha önce yaşadıkları topraklardan oldukça uzak olmalarıdır.

Son olarak Sovyetler Birliği döneminde acımasızca sürgün edilen azınlıklar hakkında Stalin’in kızı Svetlana Aliyeva (Alliluyeva) “Tak Eto Bılo” (Bu Böyle Olmuştu) isimli kitabının ilk sayfasında, azınlıkların sürgün yerlerini ve yıllarını şöyle sıralamaktadır:

Koreliler:

1935 yılı ve Ağustos 1937’de Uzak Doğu’dan

Kürtler:

Kasım 1937 ve Kasım 1944’te Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dan

Almanlar:

28 Ağustos ve 1941’de Volga sahillerinden ve SSCB’nin diğer bölgelerden

Karaçaylar:

2 Kasım 1943’te Karaçay Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

Kalmıklar:

28 Aralık 1943’te Kalmıkiya Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

İnguşlar:

23 Şubat 1944’te Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

Çeçenler:

23 Şubat 1944’te Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

Balkarlar:

8 Mart 1944’te Kabardin-Balkar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

Kırım Tatarları:

18 Mayıs 1944’te Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden

Ahıskalı Türkler:

14 Kasım 1944’te Gürcistan’dan

Hemşinler:

Kasım 1944’te Gürcistan’dan

Grekler:

27 Haziran 1944’te Kırım’dan

DİZİ İLE BİTİRELİM…

Yeniden başa dönecek olursak, 15 Aralık’ta sabırsızlıkla beklediğimiz “BÜYÜK SÜRGÜN KAFKASYA” isimli yeni bir dizi TRT1’de yayına gireceğini haberlerden duymuş veya okumuşuzdur. Dizi, Fırat SUNEL’in “SALKIM SÖĞÜTLERİN GÖLGESİNDE” ve Gürsel BALCI’nın “SINIRDAKİ SIR” adlı romanlarından serbest olarak uyarlanmıştır. Dünya’da bunca zulme maruz kalmamıza rağmen yine de fazla tanınmayan  biz “AHISKALI TÜRKLER” için, bu dizinin bir milâd olacağı düşüncesindeyiz. Hatta haberi ilk okuduğum zaman gönlümden şunlar geçti; “UMARIZ DİZİ SAYESİNDE ‘AHISLAILAR’ BİR NEBZE DE OLSA ‘ALASKA’DAN KURTULURLAR.” Nitekim bugün hâlâ “AHISKA” diyoruz “ALASKA” duyuyoruz. Hatta bir umut hatırlarlar diye, kullanmak istemediğimiz halde “MESKET” diyoruz “MİSKET” diye mukabele görüyoruz…

Tanıtım filmlerinden de anladığımız kadarıyla dizi, sanki sadece “AHISKALILARIN SÜRGÜNÜ”nü konu edinmiş değildir. Aksi halde Stalin tarafından sürgüne, genoside tabii tutulmuş “KAFKASYA HALKLARININ SÜRGÜNÜNÜ,” içinde de Kafkasya halkları’ndan “AHISKA SÜRGÜNÜ”nü konu edinmektedir. Oysa ki TRT’nin böyle bir dizi hazırlarken sadece Ahıskalıları ele alması, yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi Stalin’e bunca yaptıkları karşısında, deyim yerindeyse hâşâ “rahmet okutmak” demektir. Ki; böyle bir şey yapacağı ihtimal dışıdır diye düşünmekteyiz. Yanılıyor olsak bile arzumuzdur ki “DÖRT” bölüm, daha sonra ki yıllarda “KIRKDÖRT” olsun ve Stalin vahşeti tam tafsilatıyla TV ekranlarına taşınsın. Zira Ahıskalılar Stalin’in en son sürgün ettiği halktır. Yani, Stalin dönemi sürgünler zincirinin en sonuncusunu Ahıskalılar teşkil etmektedir. ŞÖYLE Kİ; Ahıskalılar II. Dünya Savası yıllarına kadar askere alınmazken, Sovyetlerin Almanya karşısında zor duruma düşmesiyle Ahıskalı’lardan da eli silah tutan kırk bin civarında kişi cepheye sevk edilmiştir. Geride kalanlar ise yaşadıkları bölgenin merkezle ulaşımı geliştirmek için “BORCOM DEMİRYOLU” inşaatında çalıştırılmıştır. 1944’de Borcom’dan Vale’ye yapılan 70 km. uzunluğundaki demiryolu yapımında binlerce Ahıskalı Türk kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybetmiştir.

 Bütün bunlara rağmen Stalin’in emriyle 14 KASIM 1944’te vatanlarından zorla sürülmek gibi en acı işkenceye maruz kalmışlar ve yıllarca yaşadıkları anayurtlarını iki saat içerisinde terk etmek mecburiyeti doğmuştur. Yukarıda da ifade edildiği üzere, kırk bin civarında Ahıskalının Alman cephesine gönderilmesi ve geri kalan kadın ve yaşlılara da demiryolu yaptırılması gibi olay ve uygulamalar daha önceden hazırlanmış sürgün planının gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Diğer yandan eli silah tutan gençlerin cepheye gönderilmesini Sovyetlerin sürgün esnasında her hangi bir mukavemetle karşılaşmamasına yorumlaya biliriz. Bu sürgün hayatı bugün hâlâ devam etmektedir.

Bütün baskılara, haksızlıklara rağmen Ahıskalı Türkler dil, din, kültür ve geleneklerini bırakmamışlar, Türklüklerini, örf-adetlerini korumuşlar ve hâlâ da korumaya devam etmektedirler. Hatta Türk olduklarını her yerde duyurmak için pasaportlarında Millet yazıldığı yere “TÜRK” diye yazdırmışlardır…

Ve son olarak Yoldaş (!) Stalin’e iki çift lafla bitirelim:

“NE KENDİ ETTİ RAHAT, NE HALKA VERDİ HUZUR,

YIKILIP GİTTİ CİHANDAN, DAYANSIN EHLİ KUBUR…”