15 KASIM 1944
Bilindiği gibi birçoğumuz 14 Kasım’da Ahıska Türklerinin sürgün yıl dönümünü yad ederek, hatta sanal medyada “14 Kasım 1944” başlıklı yazılar yazarak paylaşımlarda bulunduk. Bir kısım gazeteler köşe yazılarında Ahıska Türkleri ve 14 Kasım 1944 başlıkları atarken birkaç televizyon kanalı, bazı bürokratlar ve kurumlar bizi andı, bizi anlattı. Yani 14 Kasım’da birkaç manalı söz, duygu yüklü cümlelerle vicdanımızı okşayıp temizlediğimiz için başımızı yastığa rahatça koyup mışıl mışıl uyuyabilirdik. Nede olsa vazifemizi tamamlamıştık?
Aslında çoğumuzun kafamızı yastığa koyduğu saatlerde halkımız zorla evlerinden çıkarılarak kamyonlara bindiriliyor ve demiryolu boylarına taşınıyordu. İşte tam da uyduğumuz o saatlerde meselâ Mugaret düzü ve Zoret istasyonu mahşer yeri gibiydi. Dedelerimiz, ninelerimiz, bu mahşer yerlerinde birbirlerini, gelinlerini, kızlarını, çocuklarını ve akrabalarını arıyorlardı. Tam vicdanen huzura kavuştuğumuz saatlerde anne ayrı vagona, çocuğu ayrı vagona yani aileler parçalanarak başka trenlere bildiriliyor ve farklı ülkelere sürgüne gönderiliyordu.
Biz garip bir milletiz! O kadar garip bir milletiz ki, sürgün tarihimizi her gün anmak yerine tek bir gün onu da bir gün önce yâd ediyoruz!
Şimdi diyeceksiniz ki ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder? Sonuç olarak vatanımızdan sürülmedik mi? Evet sürüldük. Lakin yarın uluslararası arenada haklarımızı neye istinaden talep edeceğiz? Belgeler ve bu belgelerin ışığında edindiğimiz bilgilere göre değil mi? O zaman bu belgelere bakmamız gerekmez mi? Zaten bu belgelerde olanlarla dedelerimizin, ninelerimizin anlattıklarını birleştirip asıl tarihi temel almamız gerekir. Ama işte o kadar garip bir halkız ki, anlatılanları belgeler ve bilgilerle ortaya koymak, birleştirmek yerine bunlara ayrı ayrı yaklaşıyoruz. Zaten eldeki belgelerle sürgünün şahitleri bize aynı şeyleri söylüyor.
Anlatılanlar genel olarak şu şekildedir: 14 Kasımı 15 Kasıma bağlayan gecenin yarısından sonra köyün önde gelenleri çağırılıp buradan tahliye edileceğimizi bildirdiler. Sonra 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gecenin yarısından sonra bizleri evlerden zorla çıkararak demiryoluna ve istasyonlara taşıdılar. Tren istasyonlarında hayvan vagonlarına bindirildik ve trenler 15 Kasım şafak sökerken hareket etmeye başladı.
Genel olarak sürgünün 14 Kasım olarak denilesinin sebeplerinden biri halkımıza söylenen “Almanlar Türkiye üzerinden buralara hücum edecekler. O yüzden sizleri kısa bir süre için başka bir yere tahliye edeceğiz!” yalanıdır. İşte halkımız bu bölgelerden sürgün edileceğini 14 Kasım gecesi öğrenmiştir. İkinci ve en önemli sebep ise halkımızın evlerden çıkarılma tarihi gece yarısı 12’den sonra (14 Kasımı 15 Kasıma bağlayan gece) olduğu için akıllarda 14 Kasım olarak kalmıştır. İnsanların gece yarısı 12’den sonra çıkarılmasına sebep ise herkesin tarladan, çayırdan dönmüş ve evine girmiş olduğu anda yakalamaktır. Bu Kırım Türklerinde de aynı olmuştur. İnsanlar gece yarısından sonra evlerinden çıkarılmıştır.
Belgelere bakacak olursak, 20 Eylül-15 Kasım 1944 tarihleri arasında sürgün için gereken adımların atılmış ve sıkı tedbirler alınmıştı. Sürgün sevkiyatı 15 Kasım sabahı başlamış ve 18 Kasım’da tamamlanmıştır. Yani askerler, 20 Eylülden itibaren 15 Kasıma kadar yavaş yavaş köylere yerleşmiş, Türkiye ile sınır bölgeleri kontrol altına alınmıştır. Vatandan ayrılışımız ve kopuşumuz 15-18 Kasım 1944 tarihleri arası gerçekleştirilmiştir.
İster insanların evlerden çıkarılış tarihini ister trenlerin hareket saati göz önüne alınsın, sürgün 15 Kasım 1944’de başlamıştır. Yani evlerden çıkarılma tarihi de trenlerin hareket tarihi de 15 Kasım’dır. Bu uğursuz kara günü lanetle anmamız gerekirken zayıf rivayetlerle tarih yazmaya kalkışmamız, hem bilime hem de o günleri yaşayan büyüklerimize karşı saygısızlık olur.
Bunların yanı sıra bir örnek verecek olursak. Birçoğumuz Sovyet Ordusu’nun 1990’da Bakü’de yaptığı katliamdan haberdarızdır. Sovyet tankları Bakü’ye 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gecenin yarısından sonra girmiştir. Dolaysı ile bu katliam 20 Ocak 1990 olarak tarihe geçmiştir.
Sonuç olarak yarın uluslararası kurum ve kuruluşlarda halen haklarını alamadığımız geçmişimizi hakları için mücadele verirken işbu belgelerle gideceğiz. Boşuna inada binerek sıvı yarışına girilmemeli. Eğer bununla halkımızın çiğnenmiş hukuku yerlerden kaldırılıp hakları geri iade edebilecekse en uzağı ıslatan gelsin başa da bu şeylerle hiç uğraşmayalım.
Lütfen her şeyi tartışma konusu yapmayalım. Destanlar devrinde yaşamıyoruz, iletişimin en kuvvetli çağında belge ve bilgiler elimizdeyken niçin tartışıyoruz? Kaldı ki bilimsel tartışmalar bilimle uğraşanların konusu olmalı. Biz hepimiz her şeyi tartışıyoruz. Bu bize ne kazandırıyor?
Son olarak halkımızın sürgününü bir gün önce değil, gerçek ve doğru tarihinde anmak dileği ile sürgünde vefat eden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
~~Orhan ULFANOV
Kaynaklar:
1-Sovyet Resmi Belgelerinde Ahıska Sürgünü, N. Bugay’dan tercüme eden Orhan Uravelli, Bizim Ahıska Dergisi, Sayı 16, 2009.
2.- Yunus Zeyrek, Ahıska Araştırmaları, 2006.
3-Yunus Zeyrek, Ahıska Gül İdi Gitti, 2015.