Konu bayramlardan açılınca hemen herkes “ÂH O ESKİ BAYRAMLAR” diyerek eskiye ve o eski bayramlara özlem duymaktadır. Acaba bayramlardan mı kaynaklanıyor, insanlardan mı? diye de düşünmeden edemiyoruz elbet… Her ne kadar eski bayramlarda ki merhum ve merhumelerimizi geri getiremesek de ölümün hak olduğuna inanan Müslümanlar olarak onların dostlarını, mezarlarını ziyaret edip ruhlarına Fatihalar yollayarak sevindirebiliriz…
Bana sorarsanız bayramlar aynı bayram, sanki insanlar değişti. Eh, öyle olunca da eskiyi özlemle anmaktan başka çaremiz kalmıyor tabii ki... Özlem duymaktansa o bayramları günümüze taşısak daha iyi olmaz mı?..
Öyle bir bayramlardan birisini yaşamamız adına Konya’da eğitim görmekte olan bir kısım Ahıskalı öğrencilerle 87 yaşlı AHISKALI MEHDİ DEDEYİ ziyaret edelim dedik. Muhlis İSLAMOĞLU kardeşimizin teklifi, Murad SEFEROV kardeşimizin teşviki, davete icabet eden kardeşlerimiz de teşrifleriyle dedemizi ziyaret için yola koyulduk. “HEM ZİYARET HEM TİCARET” kabilinden, hem ziyaret edelim hem de dedemizin birikiminden faydalanmamız adına hasb-i hâl edelim dedik. On dakika bekleyişten sonra dedemiz abdestini tazeleyip bizim bulunduğumuz odayı teşrif etti. Nur yüzlü, temiz kalpli, güler yüzlü, yaşının 87 olmasına ve onca sıkıntılara göğüs germesine rağmen tevazuyla, vakur adımlarla içeri girdi. Karşısında 15’den fazla “Ahıskalıların geleceği mesabesinde” ki gençleri görünce duygulandığı yüzünden ve gözlerinden belliydi…
Küçük yaşlarından din ve diyanetle meşkul olan nur yüzlü dedemiz, ilk bakışta bendenize şu ayetleri hatırlattı: “RAHMANIN HAS KULLARI, ONLAR YERYÜZÜNDE ALÇAK GÖNÜLLÜ OLARAK YÜRÜRLER…” (Furkân, 63), “YÜZLERİNDE DE SECDE İZİ VARDIR…” (Fetih, 39). Üstad Necip Fazıl Kısakürek’çe diyecek olursak:
“O YÜZ HER HATTI TEVHİT KALEMİNDEN BİR SATIR,
O YÜZ Kİ, GÖZ DEĞİNCE ALLAH’I HATIRLATIR...”
Abdest, namaz ve niyazı Sovyet’in o sıkı rejimine rağmen küçük yaşlarında öğrendiğini ifade edenken, zihnimden merhum Arif Nihat ASYA’nın: “BİZ ABDEST ALMAYI, TARİFLE VEYA OKUYARAK ÖĞRENMEDİK, ABDEST ALANLARA SU DÖKEREK ÖĞRENDİK” dediği bu muhteşem tespiti geçti. Sohbet esnasında torunlarınızı seviyor musunuz? diye yarı şaka yollu bir soru sorduğumuz da ise dedemiz cevabının: “NAMAZA DEVAM EDERLERSE EVET” olması, Peygamberimizin “GÖZÜMÜN NURU” diye tavsif ettiği namaza ne kadar önem verdiğinin bir göstergesiydi…
Konu dönüp dolaşıp 14 Kasım 1944 sürgününe geldi. Sürgün esnasında 14 yaşında olan dedemizi bulmuşken bir de “kanayan yaramız sürgün” hakkında konuşalım dedik ve soruyu yönelttik.
SÜRGÜNÜ ANLATIR MISINIZ DEDE?..
Dedemiz bir an durakladı, bir süre gözleri ufka baka kaldı, üç-beş saniye bir şey söylemedi. Sanki o acı dolu günleri hatırlıyor, sürgün yılları bir şerit gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Sanki sürgünün müsebbibi o zalim Stalin’e: “NE KENDİ ETTİ RAHAT, NE HALKA VERDİ HUZUR, / YIKILIP GİTTİ CİHANDAN, DAYANSIN EHLİ KUBUR.” dercesine ufka bakıyordu… Dedemiz o yılları hatırlamama adına kendini zor tutarken, bendenizin gönlünden şu satırlar süzülüyordu:
DÜŞÜNDÜKÇE DAMARIMDA KANIM DONUYOR,
MEĞER NE MERHALELER ATLATMIŞIZ YA RAB!..
BÜYÜKLER ADETA ANLATMAK İSTEMİYOR,
KOLAY MI ZANNEDERSİN? İSTİYORSUN ZORLU BİR TALEP!..
Tüm bunlar zihnimi tırmalarken dedemiz sessizliği bozdu, kendisini pûr dikkat dinleyen bizlere hitap etmeye devam etti. Evet, tahminimiz doğruydu… Dedemiz o yılları hatırlamak istemediğini, hatta zihninden dahi sildiğini söylüyordu. Her ne kadar öyle dese de yine de konuşmamız esnasında sürgünden demeçler veriyordu.
Sürgün dâhil hayatın her türlü yüzünü gördüğünü, türlü meşakkatlerle rızkını kazandığını ifade eden dedemiz Hz. Peygamberimizin: “ALLAH’A YEMİN OLSUN Kİ SİZDEN BİRİN, SIRTINDA DAĞDAN PAZARA ODUN GETİRİP SATARAK GEÇİMİNİ SAĞLAMASI, DİLENMESİNDEN, BAŞKASINA EL AÇMASINDAN DAHA HAYIRLIDIR” hadis-i şerifini hatırlatıyordu. Belki de bu yüzdendir ki; Ahıskalılar, el açıp dilenmektense, sahaya açılıp imrenmeyi yeğleyen bir topluluktur…
… VE SON OLARAK DEDEMİZDEN “NASİHAT” İSTEDİK
“SONRAKİ PİŞMAN BAŞA DÜŞMAN” diyerek sözlerine başlayan dedemiz özellikle “NAMAZ” ve “HELAL LOKMA”ya dikkat etmemizi tavsiye ederek; EMEKSİZ KİMSEDEN EKMEK İSTEMEYİN demeye getiriyordu sözü… Yalan konusunda da dikkatli olmamızı özellikle tavsiye eden dedemiz; “YALAN İMANI YALAR” diyerek yalanın ne kadar tehlikeli olduğuna dikkatimizi çekiyordu…
Dedemizin dinleyip de tam kaleme alamadığımız hayat hikâyesi ve nasihatlerinden ders çıkartmamız temennisiyle, Nizami GENCEVÎ’nin şu mısralarıyla bitirelim:
“OĞUL, SÖZLERİME YAXŞI QULAQ AS!
ATA NESİHETİ FAYDASIZ OLMAZ…
BİR ELM ÖYRENMEK İSTEDİKDE SEN,
ÇALIŞ Kİ, HER ŞEYİ KÂMİL BİLESEN…
KAMİL BİR PALANÇI OLSA DA İNSAN,
YAXŞIDIR YARIMÇIQ PAPAQÇILIQDAN.
MENDEN SÖYLEMEKDİR, SENDEN EŞİTMEK,
BİR İNSAN ELİBOŞ GEZMESİN GEREK...”