azadzanavli @ hotmail.com

Ecdad’ın daha çok “AD GÜNÜ” olarak mutluluğunu ifade ettiği “güne” bugün yavaş-yavaş, daha sonra ise tümden “DOĞUM GÜNÜ” diyeceğimiz gidişattan bellidir. Başta facebook sosyal paylaşım sitesi olmak üzere yürütülen diğer propaganda araçlarında da bu amaca kulluk edildiği bâriz bir şekilde tezâhür etmektedir. Ecdâdın “GÖRÜNEN  KÖY KLAVUZ İSTEMEZ.” diyerek uyarmasına rağmen biz de bu ve bunun gibi nicelerine “HAY HAY” diyerek göz yummaktayız. İnsan, “ya inandığı gibi yaşar ya da yaşadığı gibi inanırmış.” Dolayısıyla zamanla küçük gördüğümüz bazı şeyler gün geliyor mide bulandırıyor. Kısaca ifade edecek okursak; “galat-ı meşhur zamanla galat-ı meşru hâle bürünüyor.”  Hal böyle olunca da “hoş geldin Bayram ağa, toydan sonra nağara”  demekten de kendimizi alıkoyamıyoruz elbet!..

Peki, “AD GÜNÜ” ile “DOĞUM GÜNÜ” aynı mı?..

Târihî sürece baktığımız zaman ayrı olarak görülmektedir. Konumuzun daha da açığa kavuşması için özellikle “DEMEM KORKUT”da  “AD KOYMA, AD GÜNÜ” menkıbelerinden sadece bir tanesine bakmamız kâfidir. Nitekim yavaş-yavaş bu gelenek de yok olmaya yüz tutmakla beraber, örf ve adetlerimize göre çocuğa adı büyükler koyar. Dede Korkut Hikâyelerinde de bu görevi Dede Korkut üstlenmektedir. Ayrıca ad almak da bugünkü gibi öyle kolay görülmemektedir. Zira çocuğun ad alabilmesi için öncelikle bir kahramanlık göstermesi gerekir. Çocuk kahramanlık gösterdikten sonra Dede Korkut gelerek ad koyar ve “ADINI BEN VERDİM, YAŞINI ALLAH VERSİN.” diyerek duâ ve niyazda bulunur.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde “İLK AD VERME” olayı “DİRSE HAN OĞLU ‘BOĞAÇ’ HAN HİKÂYESİ”nde karşımıza çıkmaktadır. Oğuznamede olay şöyle cereyan eder: “Dirse Han’ın oğlu on beş yaşına gelince, Bayındır Han’ın ordusuna karışır. Bayındır Han’ın bir boğası ile bir buğrası (erkek deve) varmış. Bir yazın bir güzün boğa ile deveyi savaştırır, seyrederlermiş. O yaz hayvanları yine meydana çıkardıkları gün Dirse Han’ın oğlu çocuklarla oynuyormuş. Diğer çocuklar kaçışırlar, Dirse Han’ın oğlu kaçmayarak orada boğa ile karşı karşıya kalır. ÇETIN BIR BOĞUŞMADAN SONRA ÇOCUK BOĞAYI ÖLDÜRÜR. Beyler çocuğun başına toplanırlar.” Çocuğa ad koymak için Dede Korkut gelir:

“Hey Dirse Han biglik virgil bu oğlana.

Taht virgil erdemlüdür.

Boynı uzun bidevi at virgil bu oğlana.

Biner olsun hünerlüdür.

Ağayıldan tümen koyun virgil bu oğlana.

Şişlik olsun erdemlüdür.

Kaytabandan kızıl deve virgil bu oğlana.

Yüklet olsun hünerlüdür.

Altun başlu ban iv virgil bu oğlana.

Kölge olsun erdemlüdür.

Çigni kuşlu cübbe ton virgil bu oğlana.

Geyer olsun hünerlüdür.”

Nihayetinde Dede Korkut, “Bayındır Han’ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa öldürmüş senin oğlun adı “BOĞAÇ” olsun, “ADINI BEN VERDİM YAŞINI ALLAH VERSİN.” diyerek çocuğa ad koyar.

Dedem Korkut döneminden bizlere tevârüs eden “AD GÜNÜ” merasimini, Batıdan ithâl şekliyle ve dahi Batı tesiriyle “DOĞUM GÜNÜ” olarak değiştirir veya kullanırsak, gün gelir “varlığıyla ifthâr ettiğimiz ama hiçbir zaman okumadığımız “DEDEM KORKUT HİKAYELERİNİ” bu sefer hem de unutmuş oluruz maazallah.” Sonrasında ise bize yazık olur, kültürümüze yazık olur, talihimize yazık olur, tarihimize yazık olur ve en esası boğayı dahi dize getiren BOĞAÇ” amcaya yazık olur.

Hayir efendim “olmaz öyle şey” diye feryâd ediyorsak, her gün akşama kadar, hatta yat(a)sıya kadar çocuklarımızın izlediği Batı’dan ithâl “ÇİZGİ (!) FİLMLERİ” fazla değil, sadece 10 dakika beraber izlememiz yeterlidir, meseleye vâkıf olmamız açısından. Meselâ “ben örümcek adamım” diye kendisini pencereden atmaya kalkışan, “örümcek adam gibi neden duvara tırmanamıyorum?” diye sinir krizi geçiren çocukların varlığından maalesef hepimiz haberdarız artık. İlla da çocuklarımıza bir şeyler anlatılacaksa (ki, anlatılmalı) BOĞAÇ amca ve emsâli anlatılmalıdır.

Netice itibariyle bizler hikâye (kıssa-hisse meselesi), menkıbe kültürünün devamcılarıyız. Hayal dünyamızda kendi kahramanlarımızı kendimiz kurgularız. Televizyon kültürü ise sonradan ithâl, bizleri yönetme adına altın tepside sunulmuş, kontrollü kullanılmadığı sürece milleti mahveden bir illettir. Dolayısıyla “Dikkat ve rikkatli olmalı, esiri olmamalı aksine esir almalıyız.” Yani, bağlanmayacağız öyle körü-körüne. Başka bir ifadeyle bağlı olacağız amma asla ve kata’ bağımlı olmayacağız.

Unutulmamalıdır ki, bir milletin geleceği mesabesinde olan çocuklar Batı’dan ithâl çizgi filmlerle değil, kıssa ve menkıbelerle yani kendi kahramanlarıyla uyutulmalıdır. Hele-hele meş’um “15 Temmuz Darbesi” sonrası birçok menkıbelerimiz ve kahramanlarımız var olduğu halde, hâlâ çizgi filmlerle uyutulan (unutulan) çocuklar varsa (ki, yoktur umarız) bundan da hiç şüphesiz ki ebeveynler mes’uldür.

Son olarak Batını çok iyi bilen ve tahlil eden ve dahi “İslam’ın Batılı yüzünü temsil eden örnek, müstesna bir kişilik” olarak da bilinen merhum Aliya İZZETBEGOVİÇ’i hem rahmetle yâd edelim hem de Batı hakkında bizleri uyaran bir kelamıyla bitirelim: “BUNU HİÇ UNUTMA EVLAT! BATI HİÇBİR ZAMAN UYGAR OLMAMIŞTIR… BUGÜNKÜ REFAHI, DEVAM EDEGELEN SÖMÜRGECİLİĞİ; DÖKTÜĞÜ KAN, AKITTIĞI GÖZYAŞI VE ÇEKTİRDİĞİ ACILAR ÜZERİNE KURULUDUR.”

KENDİ DEĞERLERİMİZE “DEĞER VERMEMİZ” TEMENNİSİYLE…