2016 yılında Mürekkep haber sitesinde yayınlanan Oğuz Çetinoğlu tarafından Yunus Zeyrek ile yapılan Röportaj:
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Oğuz Çetinoğlu, Bizim Ahıska Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yunus Zeyrek’le söyleşi gerçekleştirdi.
GİRİŞ:
20. yüzyılın yüz karası olan Rus komünizmi yani Sovyetler Birliği dönemi, aynı zamanda Türk dünyası için de bir hapishaneden başka bir şey değildi. Çarlık zamanındaki esaret, bu dönemde kan ve ateşe boğulmuş; milyonlarca insan suçsuz ve sebepsiz olarak sindirilmiş, sürülmüş veya öldürülmüştü. 1990 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, bu cehennemde hayat mücadelesi veren milletler de hürriyetlerine kavuşmuş oldular. 73 yıllık bu kızıl rejimin en koyu zamanı şüphesiz Stalin devridir.
Stalin, Lenin'in 21 Ocak 1924 tarihinde ölümünden sonra, Sovyetler Birliği'nde ipleri eline alan bir numaralı diktatördür. Onun 29 yıllık iktidarı döneminde dakikada 29 kişi öldürüldüğü söylenir. O, gerek birçok insan ve gerekse birçok insan topluluğuna kan kusturmuş bir zalimdir. Stalin'in en büyük kurbanları, Türk ve Müslümanlardı. Nitekim, batılıların Orta Asya dedikleri Türkistan’daki Türk ülkelerinde binlerce aydını fecî şekilde yok ettiği gibi, Kuzey Kafkasya, Kırım ve Ahıska Türklerini de topyekûn sürgüne göndermek suretiyle vatanlarından söküp atmıştır.
Yunus Zeyrek
Oğuz Çetinoğlu: Sayın Zeyrek, Ahıskalı Türklerin vatana dönüş mücadeleleri hakkında bilgi verir misiniz?
Dr. Yunus Zeyrek: Stalin’in sürgüne gönderdiği topluluklar, onun ölümünden sonra vatanlarına dönebilmişler, yalnız Ahıska Türkleri dönememişlerdir. Gürcistan, Ahıska kapılarını açmamakta ısrar etmiştir. Bu devlet, 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne üyelik başvurusu yaptığında, Konsey, Ahıska Türklerinin vatana dönmeleri için gerekli kanunî düzenlemelerin yapılmasını şart koşmuştur. Gürcistan, bu şartı kabul etmesine rağmen yıllarca ayak diredi. Bu komşumuz, Ahıska bölgesinde bir Türk varlığını kabule yanaşmamaktadır. Türk kamuoyunun maalesef yeterince bilmediği hususlardan biri, Gürcistan’daki Türk nefreti ve Gürcistan'ın Türkiye'den toprak koparma arzularıdır. Bu amaçladır ki günümüzde Artvin çevresine ve buralardaki tarihî yapılara ayrı bir önem atfetmektedir. Hâlbuki bu eserler Gürcülerin değil, Bagratlı ve Ortodoks Kıpçakların hatıralarıdır.
Çetinoğlu: Konuya daha yakından bakabilir miyiz?
Dr. Zeyrek: Ahıska şehri, Türkiye'nin kuzeydoğusunda, Ardahan'ın Posof ve Çıldır ilçeleriyle komşu olarak Gürcistan sınırları içinde bulunmaktadır. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı, birçoğu yakılıp yıkılmış ve haritadan silinmiş 200 kadar köyü vardır.
Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km mesafede bulunmaktadır. Posof Çayı’nın iki yakasında yer alan şehir, karayoluyla Tiflis, Batum ve Türkiye'ye bağlıdır. Ayrıca bir demiryolu hattıyla Tiflis'e bağlıdır.
Ardahan Suyu da dediğimiz Kür ırmağı ile kuzeybatıdan gelip Ahıska yakınlarında bu ırmağa karışan Posof Çayı, bölgenin en önemli nehirleridir. Abastuban kasabası, çam ormanlarıyla kaplı dağlar arasında, dar bir vadide kurulmuş kaplıca ve sayfiye beldesidir.
Çetinoğlu: Sınırlarını çizdiğiniz bölgenin tarihî arka plânından da söz eder misiniz?
Dr. Zeyrek: Ahıska, çok eski bir Türklük bölgesinin merkezidir. Milattan önce 4. yüzyılda, İskender ordularının bölgeye geldiği sırada, buralarda Kıpçak ve Bun-Türklerin yaşadığı, Gürcü tarihlerinde de belirtilmektedir. Bun-Türk sözünün otokton/yerli Türk anlamına geldiği de aynı kaynaklarca teyit edilmektedir.
Çoruh Vadisinden çıkmış olan Bagratlı ailesi, bir kral hanedanı olarak Ardanuç, Kars, Anı, Kutayıs ve Tiflis'te taht sahibi olmuştur. Daha açık ifadeyle Gürcüler ve Ermeniler, millî hanedan çıkaramamış, bu iki millet de Bagratlı ailesine mensup krallar tarafından yönetilmişlerdir. Bugün Kars, Ardahan, Artvin ve Erzurum’da harabelerine rastladığımız Hıristiyanlık eserleri de bu aileye aittir. Bugün Posof’ta Ahıska sınırındaki Cak Kalesi de bu bölgenin tarihî Türk hanedanı Kıpçak Atabeklerinin tahtıydı. Daha sonraki Osmanlı asırlarının günümüze kadar ayakta kalan eseri Ahıska’daki ünlü Ahmediye Camii, acilen tamire muhtaçtır.
Çetinoğlu: Bagratlı Ailesi, hangi millete mensuptur?
Dr. Zeyrek: İktidarda kalma açısından bin yıl süreyle dünya rekoru sahibi olan bu ailenin menşei hakkında çok farklı iddia ve rivayetler var. Şu var ki Bagratlı ailesi ne Gürcü’dür ne de Ermeni... O hâlde tarihçilerimizin önünde, çözülmesi gereken çok önemli bir problem durmaktadır. Unutmamalı ki bu problem çözüldüğü zaman, birçok tarih tezi açıklığa kavuşmuş olacaktır.
Selçuklular, 11. yüzyılda Anadolu fetihlerine giriştiler. Alp Arslan'ın Malazgirt Zaferi'yle başlayan fetihler, batıda Ege kıyılarına kadar uzandı. Fakat Bizans nüfuzu, Erzurum ve kuzeyinde devam etmekteydi. Sultan Melikşah zamanında 1080 yılı Haziranında Emir Ahmed kumandasındaki Selçuklu ordusu, Posof-Kol köyü düzlüklerinde Bizans destekli Gürcü ordusunu yendikten sonra bu bölge de Selçuklu-Saltuklu Beyliğine bağlandı.
12. yüzyıl başlarında, Selçukluların batıya doğru akınlarından bunalan Gürcistan’ın Bagratlı Kralı II. David, Kuzey Kafkasya'da yaşayan Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Bu davet üzerine gelip Kür-Çoruh boylarına yerleşen 45.000 Kıpçak ailesi, Gürcistan ordusunun en önemli kısmını meydana getirdiler. Gürcistan, bu orduyla Selçuklulara kaptırdığı birçok yeri geri aldı.
Gürcistan’ın ordu ve devlet teşkilâtında zamanla güçlenen Ortodoks Kıpçak Atabekleri, İlhanlı Hükümdarı Abaka Han’ın da desteğini alarak 1268 yılında Tiflis’ten ayrı olarak bugünkü Posof ilçemizde bulunan Cak/Caksu Kalesi’nde bir hükümet kurdular. Safevî Devleti nüfuzunda bulunan bu hükümetin sınırları, Erzurum doğusundan Ahıska'ya kadar uzanmaktaydı (Mutlaka okunmalı: Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Ahıska-Ardahan-Artvin ve Oltu’da Ortodoks-Hristiyan Atabekler Hükûmeti-(1268-1578): 1. ve 2. Bölüm: Bizim Ahıska Dergisi, S. 10,11, 2008).
Günümüzde Gürcistan, bu bölgede bulunan ve Ortodoks Kıpçak Atabeklerinden kalan dinî yapılara sahip çıkmakta, bölgeyi de kendisinin eski toprakları olarak görmektedir.
Çetinoğlu: Tarihin sonraki dönemlerinde Ahıska’yı Osmanlı Eyalet Merkezi olarak görüyoruz…
Dr. Zeyrek: Ahıska Atabekleri, Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmuş, hatta Yavuz Sultan Selim Han’ın Kutayıs ve Çaldıran seferlerine de yardımcı olmuşlardır. Artvin ve Oltu gibi batı topraklarını Osmanlı’ya kaptıran Kıpçak Atabek ülkesi nihaî olarak Sultan Üçüncü Murad Han döneminde, Lala Mustafa Paşa ile Özdemiroğlu Osman Paşanın 1578 yılındaki Şark Seferleri fetihleriyle Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Diğer Türk toplulukları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönüllü Müslüman olmuş, Osmanlı kültür ve siyaset atlasında yerini almıştır. Osmanlı-Safevî savaşına sahne olan Çıldır’ın adıyla kurulan eyaletin merkezi Ahıska şehriydi. Ahıska, 250 yıl boyunca klasik bir Osmanlı şehri olarak ilim ve ticaret merkezi olmuştur.
Çetinoğlu: Okuyucularımıza Osmanlı zamanı Ahıska şehri hakkında bilgi verir misiniz?
Dr. Zeyrek: 1647 yılında Ahıska’ya gelen ve buranın Atabekli Valisi Sefer Paşa’yla da görüşen Evliya Çelebî, Seyahatname'sinde Ahıska'dan şöyle bahsetmektedir:
‘Eyalet-i Çıldır on üç sancakdır. Mal ve Tımar Defterdarları, defter ve çavuşlar eminleri, çavuşlar kethüdası, çavuşlar kâtibi var. Sancakları: Oltu, Hırtız, Ardanuç, Cecerek, Ardahan, Poshov, Macahel, Acara, Penek, Pertekrek, Livana, Nısfı-Livana, Şav-şad sancakları, yurtluk ve ocaklık olup mülkiyet üzere tasarruf olunur. Yalçın bir peşte üzerinde sengîn abâd bir kal'a-i ferah-abâddır. İki kapusu vardır. Derûn-i kal'ada bin yüz kadar bağsız, bağçesiz, toprak ile mestur evleri vardır. Bir kapusu şarka açılır. Diğeri garba açılır. Yigirmi sekiz mihrâbdır. Yukaru kal'ada Sultan Selim-i Evvel Camii, kâr-ı kadîm bir mâbed olup toprak ve ciz ile mesturdur. Zaten bu şehirde kurşunlu imaret yokdur. Bu câmi-i latifin minaresi münhedîm olmuşdur. Künbedoğlu Camii, hâk ile mestur, minaresiz bir camidir. Aşağı kal'ada Halilağa Camii, kâr-ı kadîm, cemaat-i kesîreye mâlik, müferrîh ve dil-küşâ bir camidir. Ahali-i vilâyet ehl-i sünnet ve'l-cemat, mümin ve muvahhid kişiler olmağla evkat-ı hamseden başka, her camide Kur'an ve sair ulûm tilâvet olunur. Mahsus Dârü't-tedrîsi, Dârü'l-hadîsi, Dârü'l-kurrâsı yokdur. Lâkin tâlib-i ilmi çokdur. Kal'adan dışarı varoşu dahi gayet mâmur ve abadandır. Deli Mehmed Hanı, Ekmekçi Isaağaoğlu Hanı, meşhur hanlarıdır. Müşebbek bostanları, vâfir, hayrat ve berekâtı mütekâsirdir. Âb-ı rakîki ilde dağlarından beri gelüp bu mezralarını reyyân ederek Azğur Kafasına gider. Bu kal'adan taşra varoşa handak üzeri cisr ile ubur olunur. Taşra varoşunun dört çevresinde sûru yokdur. Bu varoşda üçyüz mıkdarı dükkânca vardır. Bedestanı yokdur. Âb ü havası biraz şiddet üzere olduğundan ten-dürüst, şecî, namdâr halkı vardır. Hususen Vali-i Vilâyet Vezir Sefer Paşa, bir dilâver-i hüner-ver, merd-i meydan olduğu gibi kethüdası Derviş Ağa dahi sahib-i kerem er kişi idi. Kızlar Kal'ası dahi Cak Nehri kenarında sarp kaya üzerinde lâ-misal bir kal'adır. Altunkal'ası, sengîn bina olup Kızlar Kafasına üç saat karîbdir. Odorya Kal'ası Ahıska kurbünde sarp ve küçük bir kal'adır. Al Kal'ası, Ahıska kurbündedir. Posxov Kal'ası Ahıska Eyaletinde sancakbeyi tahtıdır. (Buralar) Lala Mustafa Paşanın fethidir. Şavşad Kal'ası ocaklık tarikiyle hükümetdir. Kadısı yokdur. Ardanuç Kal'ası, Çıldır Eyaletinde sancakbeyi tahtıdır. Avhatcı Kal'ası sancakbeyi tahtıdır. Defder-i Hakanî'de Mahacil (Macahel) yazar, sarp kal'adır. Cağısman Kal'ası, Çıldır kurbünde sarp kaladır. Ahıska'dan Ulgar Yaylası'nı aşup Erzurum cihetine yollandık.’
Çetinoğlu: Ahıska Türkiye’den ne zaman ve nasıl ayrı düştü?
Dr. Zeyrek: Gürcistan Kralı, 18. Yüzyıl sonlarında Rus Çarlığı himayesini istedi ve Rusları davet etti. Bu davet üzerine 1801 yılında Kafkasya’ya gelen Ruslar, bu tarihten itibaren mütemadiyen Türk coğrafyasından parçalar koparmak suretiyle genişlemeye devam ediyorlardı. Kuzey ve Güney Kafkasya hanlıklarını bir bir ele geçiren Ruslar, nihayet Osmanlı sınırına yöneldiler. Osmanlı’nın bu tarafta en önemli kalesi Ahıska’ydı. 1828 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ahıskalılar destanî bir kahramanlıkla yurtlarını savundular. Osmanlı Devleti’nin askerî yönden çok zayıf bulunduğu böyle bir zamanda, Kars ve Ardahan’ı da düşürmüş olan Rus kuvvetleri, bütün güçleriyle Ahıska’ya taarruz ettiler. Ahıska, şanlı bir savunmadan sonra Rusların eline düştü.
Bu felâket üzerine bölgenin halk şairleri birçok ağıt ve destan söylemişlerdir. Posoflu Üzeyir Usta/Fakirî’nin ağıtları pek ünlüdür.
Ahıska gül idi gitti,
Bir ehli dil idi gitti.
Söyleyin Sultan Mahmud'a
İstanbul kilidi gitti!
diye feryat eden Fakirî, başka bir ağıtında da şöyle dövünür:
Hey kardaşlar, yanak yanak ağlıyak,
Ülkemiz sultanı elden gidiyor!
Al yeşili döküp kara bağlıyak,
Âl-Osman'ın şanı elden gidiyor!
Ahıska'ydı burda ellerin hası,
Yakıldı ataşa şenniği nâsı,
Kurtuluncaya dek çekecek yası,
Yesir olmuş, canı elden gidiyor!
Kâfir Moskof'a baş ülke verilir,
Kesilir sinorlar korgan kurulur,
Yedi yerden Fakîr beli kırılır,
İslâm'ın vatanı elden gidiyor.
Çetinoğlu: Felâketler sonraki yıllarda da devam etti değil mi?
Dr. Zeyrek: Ahıska Türklüğünün ilk felâketi 1828 yılında yaşandı. Yalnız şu hususa da işaret etmeliyiz: 1828 muharebelerinde Ahıska halkının kahramanlığı Rus askerî tarihlerinde bile ibret ve hayretle anlatılmaktadır. Ahmet Muhtar Paşa, bu savaşları anlatan iki ciltlik Osmanlıca eserinde Rus tarihlerinden naklen özetle şu ifadeleri kullanmaktadır:
‘Türk askerinin yanında savaşan Ahıskalılar, gökyüzündeki ayı sökmenin, Ahıska'nın câmisindeki hilâli sökmeden daha kolay olacağına inanarak savaştılar. Gece karanlığı çökünce Ruslar, şehirde yangın çıkardılar. Şehir alevler içinde kaldı. Ahıska erkeklerinin yiğitlik ve fedakârlığını tasvir etmek lâzım değildir. Onların o esnada hiçbir yerde benzeri görülmemiş bir şekilde ateşe atılan kadınlarını hatırlamak, hadisenin tasvirine kâfidir. Türk kadınları, ellerinde kılıç bulunduğu hâlde, Ruslar üzerine aslanlar gibi hücum ediyorlardı. Çaresiz kalanlar da diri olarak Ruslara teslim olmayı kabul etmeyerek kendilerini diri diri yangın alevleri içine atıyorlardı.’
Ahmet Muhtar Paşa diyor ki, ‘Mukaddes cumhuriyetimiz, hiç şüphe yok ki, bir gün gelecek muazzam Türk milleti adına can cömertliği ederek, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş yiğitlikle memleketini savunan Ahıskalı erkek ve kadın kahramanlar adına münasip bir yerde muhteşem bir âbide dikecektir.’
Bu abide mutlaka dikilmelidir. Ahıskalı gençler, 1828 felâketini ve bu abide meselesini unutmamalı ve mutlaka gereğini yapmalıdırlar.
1853 Kırım Harbi sırasında Türk askeri, Posof'ta yerleşmiş olan Ahıskalı muhacir öncülerin de desteğini alarak Ahıska üzerine yürüdü ve Rusları püskürttü. Ne yazık ki, bu cephedeki savaş, başlangıçtaki gibi devam etmedi. Sonu hüsranla biten ve kısa süren bu Ahıska sevincinden sonra Ruslar, ‘Türklerin gelişine sevinip yardımda bulundunuz!’ diye katliam yaptı, ahalinin mallarını yağmaladılar. Ruslar, aynı sebeple, böyle bir vahşeti 1915 yılında Ardahan'da da gerçekleştireceklerdi.
Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusya'sı işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Bu dönemde halkın bir kısmı Türkiye'ye göç etmiş, Ağrı, Muş, Çorum, Hatay ve Bursa yörelerinde yerleşmiştir. Onların yerlerine ise Rus, Gürcü, Ermeni ve Yahudiler iskân edilmiştir. Orada kalanlar, Rus mezâlimi altında yaşamaya devam etmişler, her yönden geri bırakılmış hatta askere bile alınmamışlardır.
Çetinoğlu: Sovyet Gürcistan'ı dönemindeki Ahıska’dan söz eder misiniz?
Dr. Zeyrek: 1917 yılında Rusya'da Çarlık yıkıldı, komünist rejim kuruldu. Bu dönem, Ahıska Türklerinin tarihinde en ağır şartların yaşandığı hatta yok edilmeleri için her şeyin yapıldığı bir zamandır. Bir zamanlar Çarlık Rusya'sının tıpkı Batum gibi stratejik bir mevki olarak ele geçirdiği Ahıska, artık Gürcistan’a kalmıştı!
Ahısklılar, Sovyet döneminde hem Rus rejimi hem de Gürcü mezâlimi ile karşı karşıya kaldılar. Türk ve Müslüman olarak yaşamak çok zorlaştı. Bu baskı, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıktı. Ahıska Türklerinin aydınları ve ileri gelenleri, uydurma suçlamalarla tutuklanıp ya sürüldüler ya da öldürüldüler.
Bu yıllar aynı zamanda Gürcü şovenizminin azgınlaştığı bir zamandı. Birçok Türk'ün soyadı değiştirildi: Paşaoğlu, Paşaladze; Alioğlu, Alidze; Dadaşoğlu, Dadaşidze; Zeyneloğlu, Zenişvili vs. yapıldı.
Derken İkinci Dünya Savaşı başladı. O zamana kadar askere alınmayan Ahıska Türkleri, askere alınmaya başlandı. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak üzere cepheye sürüldü. Geride kalan kadınlar ve yaşlılar da, Ahıska-Borcom demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Bu hat, 1944 Ekiminde tamamlandı. Ahıskalılar, kendilerini vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi elleriyle yapmışlardı!
Savaşa gidenlerin yarısından çoğu cephelerde hayatını kaybetti. Elini, ayağını yahut gözünü kaybedenlerden geriye dönenler de memlekette insan bulamadılar! Akrabalarını aramaya koyuldular. Kimi birkaç ay kimi birkaç sene sonra ailesinden hayatta kalanlara kavuşabildi.
(İKİNCİ BÖLÜM)
Oğuz Çetinoğlu: ‘Sağ kalıp İkinci Dünya Savaşı’ndan dönenler ailelerini bulamadı.’ Dediniz. 15 Kasım 1944 sürgünü mü?
Dr. Yunus Zeyrek: 15 Kasım 1944, Ahıska Türkleri tarihinin ve aynı zamanda bütün insanlık tarihinin utanç günüdür. Zira bu tarihte, Ahıska Türkleri, vatanlarından topyekûn sürgüne tabi tutulmuşlardır.
Tarihin kaydettiği en eski çağlardan beri orada yaşayan yerli bir halk, hiçbir suç isnat edilmeden, Stalin'in emriyle bir gece vakti, topyekûn vatanından sökülüp atılmıştır.
Halkımızın bir numaralı katili şüphesiz Stalin'dir. Yurdumuzda ne yazık ki onun hakkında yeteri kadar makale veya kitap yazılmamıştır. Yazılanlar da yalancı sosyalizmin methiyeleridir. Batı dünyasında, 'milletlerin katili' denilerek onunla ilgili birçok kitap yazılmış ve onun 'katil' sıfatı da belirtilmiştir. Bu kitaplardan birinde şöyle denilmektedir: ‘Stalin'in kurbanlarının toplam sayısı hiçbir zaman öğrenilmeyecek, ama yine de bu sayının 20.000.000’dan az olmadığı, hatta belki de 40.000.000’a kadar çıkabileceği rahatlıkla söylenebilir.’
Stalin, 1930'lu yıllarda milyonlarca insanın kanına girmiş, Ahıska'da da birçok insanı ya kurşuna dizdirmiş ya da namsız nişansız kaybetmiştir.
Başında Stalin'in bulunduğu Devlet Savunma Komitesi, 31 Temmuz 1944 tarihinde aldığı bir kararla Ahıskalıları vatanlarından sürgüne göndermiştir. Bu kararın ilk maddesinde şöyle denilmektedir: ‘Gürcistan SSC'nin sınır şeridi olan Ahıska, Adigön, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarıyla Acaristan Özerk SSC'den Türk, Kürt, Hemşin olmak üzere toplam 86.000 kişiden meydana gelen 16.700 hanelik nüfusun, 40.000'i Kazakistan SSC'ye, 30.000'i Özbekistan SSC'ye ve 16.000'i de Kırgızistan'a gönderilsin. Bu işler, 1 Kasım 1944 tarihine kadar tamamlansın. Buralara Gürcistan'ın diğer bölgelerinden 7.000 haneyi iskân etme müsaadesi verilsin. Bu bölgeye iskân edilen nüfus, 1945 yılında her türlü vergilerden muaf tutulsun.’
Stalin'in bu emirlerini harfiyen yerine getiren Sovyet İçişleri Bakanı L. Beriya, Stalin'e gönderdiği 28 Kasım 1944 tarihli yazısında: ‘Devlet Savunma Komitesinin kararları gereğince SSCB Halk İçişleri Komiserliği, Türklerin, Kürtlerin ve Hemşinlilerin Gürcistan SSC sınır bölgesinden tahliye işlemleri tamamlanmıştır.’ diyordu.
Beriya'nın yazısında, sürgün sebebi sayılabilecek şu belirsiz ve anlamsız ifadeler de vardı: ‘Türkiye sınırına yakın ve orayla akrabalık bağları bulunan bu halkın önemli bir çoğunluğu kaçakçılık yapmakta olup muhaceret eğilimi gösteriyor ve Türk istihbarat makamları için casus angaje etme ve çete grupları oluşturma kaynağı teşkil ediyordu. Adigön, Aspinza, Ahıska, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarında tahliye işlemleri 15-18 Kasım; Acaristan Özerk Cumhuriyeti'nde ise 25-26 Kasım günlerinde gerçekleştirilmiştir. Toplam 91.095 kişi tahliye edilmiştir. Tahliye edilenleri taşıyan katarlar hareket hâlinde olup Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'daki yeni iskân yerlerine doğru yol almaktadırlar. Tahliye işlemleri düzenli ve olaysız bir şekilde tamamlanmıştır.’
Tabii ki Beriya'nın bu suçlamaları doğru değildir. O zamanlar hangi kaçakçılıktan bahsedilebilir ki?
Sınırın her iki tarafı da fakr u zaruret içindeydi. Casusluk da uydurma bir isnattır. Devlet, böyle kişileri yakalar ve cezalandırabilirdi! Böyle bir gerekçeyle bir bölgenin ahalisi topyekûn sürülebilir mi? Muhaceret eğilimi doğru olsa bile bu da bir toplumun kökten yok edilmesine gerekçe olamaz. Esas sebep yine onun ifadelerinde sırıtıyor: Türkiye sınırında bulunmak, karşı tarafta akrabaları olmak ve Türk olmak! İşte bir halkın uğradığı felâketin asıl sebepleri bunlar!
Şimdi burada şu hususa da dikkat çekmek isteriz. Bu facianın emrini veren kişi, Sovyetler Birliği'nin bir numaralı söz sahibi Stalin ve onun emrini uygulayan Sovyetler Birliği İçişleri Bakanı Beriya ile Gürcistan İçişleri Bakanı Khoşdariya'dır. Yani sürgünü plânlayan, emri veren ve uygulayan Gürcü asıllı bu üç kişi, halkımız tarafından ebediyen lanetle anılacaktır.
Çetinoğlu: İleri sürülen sebepler inandırıcı değil. Gizlenen asıl sebep biliniyor mu?
Dr. Zeyrek: Evvelâ, zihinleri meşgul eden soru şuydu: Stalin Ahıska Türklerini niçin sürmüştü? O zamanki Sovyet rejimi, sebep olarak bu yörenin insanlarını Alman ilerleyişinin tehdidine maruz kalmaktan kurtarmayı öne sürüyordu. Yani bu hareketi, cezalandırma değil de, gelecek düşmandan koruma olarak takdim ediyordu!
Bir batılı gözlemci sürgünü değerlendirirken diyor ki, ‘15 Kasım 1944 tarihinde bölge halkı, buraların düşman (Alman) eline geçebileceği bahane edilerek evlerinden çıkarıldı. Aslında yıkımın eşiğinde olan Alman ordusunun buralara gelmesi mümkün değildi. Asıl sebep siyasî ve stratejikti. Nitekim bu olaydan bir yıl sonra Sovyetler, Türkiye'nin kuzeydoğu illerini istediler.’
Ahıskalılar, diğer sürgün Sovyet halkları gibi, Almanlarla iş birliği yapmakla, hatta Almanlara sempati duymakla da suçlanmamışlardı. Kaldı ki, düşmanla iş birliği yapmakla suçlanan ve sürülen halklar, gittikleri yerlerde özel kontrollü iskâna tâbi tutuluyorlardı. Ahıska Türkleri ise, sürüldükten altı ay sonra bu rejimle yönetilmeye başlandılar. Yani bunlara nasıl muamele yapılacağına altı ayda karar verilebilmişti! Bu da onların hangi suçla sürüldüklerinin izahını zorlaştırıyor.
Bize göre Stalin bu sürgünü, kafasına koyduğu Kars, Ardahan ve Artvin’i Gürcistan'a ilhak etmek için bir hazırlık mahiyetinde gerçekleştirmiştir.
Batılı gözlemciler de bu kanaattedir: ‘Onların sürgün sebebi, Sovyetlerin, Türkiye üzerine yapmayı düşündüğü bir saldırıda, stratejik önemi olan bu bölgeyi Türk unsurundan temizleme maksadıydı.’
Çetinoğlu: Sürgün hangi şartlarda gerçekleşti?
Dr. Zeyrek: 1944 sürgünü, her türlü tarifin aciz kaldığı çok büyük bir faciadır. Bir kış gecesi 200 köy ve kasaba askerler tarafından basılmış, birkaç saat içinde binlerce insan yurdundan yuvasından koparılmış, hayvan vagonlarına doldurularak ölüm yolculuğuna çıkarılmıştır. 20-25 gün süren bu çetin yolculukta binlerce insan ölmüş ve bin bir acı ve ıstırap yaşanmıştır. Soğuk, açlık ve hastalıklarla boğuşan bu zavallı halk, binlerce ferdini yollarda bırakmıştır. Bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen o günleri yaşayanlar bu ölüm yolculuğunu anlatırken hâlâ hüngür hüngür ağlamaktadırlar…
Çetinoğlu: Sürgündekiler vatana dönüş için harekete geçtiler mi?
Dr. Zeyrek: Ahıska Türklerine sürgün yerlerinde uygulanan kamp rejimi, 31 Ekim 1956'da kaldırıldı. Fakat yurtlarına dönme izni verilmedi. Ahıska Türklerinin temsilcileri, 1957'de Moskova'ya gelerek vatana dönmek için ilk müracaatlarını yaptılar. Kendilerine, ‘Siz Azerîsiniz! O hâlde Azerbaycan'a dönebilirsiniz...’ denildi. 1958'de, bazı aileler bunu kabul ederek, kendi vatanlarına yakın gördükleri Azerbaycan'a geldiler. Buradan Ahıska'ya geçmenin kolay olacağını düşünüyorlardı.
1964 Şubatında Taşkent'te bir halk kongresi topladılar. Bu kongrede öğretmen Enver Odabaşev başkanlığında bir komite kurdular. Fakat bu yolda yürütülen faaliyet resmî makamlar tarafından daima engellendi ve sonuçsuz bırakıldı. Bütün bu olup bitenlerden hür dünyanın haberi bile yoktu!
Çetinoğlu: Peki bu mesele ne zaman açıkça telaffuz edildi? Hür dünya nasıl öğrendi?
Dr. Zeyrek: Ahıska Türklerinin sürgünü yıllarca gizli tutuldu. Sürgün konusunda ilk resmî ve önemli belge, SSCB Yüksek Prezidyumu'nun 30 Mayıs 1968 tarihli kararnamesidir. Bu belgeyle Stalin'in cinayetlerinden biri açıkça ifade edilmiş oluyordu. Fakat bu da garip bir belgeydi. Zira devletin kusurundan bahsedilmiyor, devletin böyle bir meselesi yokmuş gibi bir üslûp kullanılıyordu.
1968 Kasım'ında Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesi Sözcüsü, kendisine gelen Türk temsilci heyetine, vatanları olan Ahıska'ya dönüşlerine müsaade edileceğini vaad etti. Bu vaade sevinerek Ahıska'ya hareket eden yüzlerce Türk ailesi, Gürcü yöneticilerin engellemeleriyle karşılaştılar. Çalışma belgeleri verilmedi, askerlik problemi çıkarıldı ve taşınmak için vasıta verilmedi. Azerbaycan'dan gelenler de Gürcistan hududunda durduruldular. Eşyalarını bırakarak girenler de Gürcü idareciler tarafından sınır dışı edildiler.
Ahıskalılar, 2 Mayıs 1970'te, ‘Biz Türk'üz!’ diye başlayan bir beyannameyi açıkladılar. Bu beyannamede, SSCB yetkili adlî makamları ile Bakanlar Kurulunun bir tahkikat yaparak Türkleri sürgüne gönderenleri cezalandırması isteniyordu. Yüksek Sovyet Prezidyumu, Türklerin kendi yurtlarına iskân ve milletlerin mevcut determinant haklarını vererek, başkenti Ahıska olmak üzere bir Türk Muhtar Cumhuriyeti veya Özerk Vilâyeti kurulmasını kabul etmeli, uğradıkları zarar ziyan da karşılanmalıydı. Eğer bu talepler yerine getirilmeyecekse sürgün halkın Türkiye’ye göç etmesine müsaade edilmeliydi. O güne kadar batı âlemine ulaşan en aydınlatıcı belge budur. Ayrıca burada millî kimliklerini en açık şekilde dile getirmeleri de mühimdir.
Çetinoğlu: Müthiş ve cesaret dolu ifadeler. Moskova ne yaptı?
Dr. Zeyrek: Sovyet makamları bu tebliğe hiçbir cevap vermemiştir. Fakat bu hareketin öncülerini sudan bahanelerle hapse atmıştır. Meselâ Enver Odabaş’ın hapse atılması, 1971 yılında bizim Hürriyet gazetesinde, “Gürcü Türklerin lideri tutuklandı!” şeklinde garip bir başlıkla yer almıştır.
Çetinoğlu: 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı. Sonraki dönemde neler oldu?
Dr. Zeyrek: 1980'li yılların sonuna doğru SSCB'de millî hareketler başladı. O dönemde, yani 1989 ilkbaharında Özbekistan'da Fergana'da yaşayan Ahıskalılar üzerine yönelen fecî olaylar patlak verdi. Maalesef bu olaylar da halkımızın tarihine 20. Yüzyılın ikinci felâketi olarak geçti.
1990 yılında SSCB dağıldıktan sonra bu birliği oluşturan cumhuriyetler bağımsız olunca, Ahıskalılar adeta ortada kaldı. Daha önce dört cumhuriyette yaşayan Ahıskalılar, bu defa Rusya ve Ukrayna’ya dağıldılar. Bir kısmı Türkiye'ye geldi. 2005 yılında 12.000 civarında bir nüfusu da ABD götürdü ve bu bir avuç halkı 24 eyalete dağıttı.
Türkiye, Ahıska Türklerini Fergana olayları ile tanımaya başladı. TBMM'nin, 1992 yılında kabul ettiği 3835 Sayılı Ahıska Türklerinin Kabulü ve İskânına Dair Kanun'la sınırlı sayıda Ahıskalı aile Türkiye'ye getirildi. Zamanla serbest göç şeklinde bu gelişler devam etti.
Çetinoğlu: Sürgündeki Ahıskalı Türklerin günümüzdeki beklentileri nelerdir?
Dr. Zeyrek: Sürgün hayatının sona ermesi ve halkın kendi vatanına dönmesidir.
Eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan karışıklıklarda ve her sosyal patlamanın merkezinde, Ahıs-kalıların olabileceği anlaşılmaktadır. Meselâ bunun en son örneğini Kırgızistan'da gördük. İç karışıklıklarda hiçbir dahli olmadıkları halde bir Ahıskalı öldü ve birçok ev yakılıp yıkıldı.
1999 yılında Gürcistan Cumhuriyeti, Avrupa Konseyi'ne yaptığı üyelik başvurusunda Ahıskalıların vatana dönüşleriyle ilgili bir kanun çıkarması şartını kabul etti. Halkımızın varlığını ve milliyetini zaman zaman tartışma konusu yapan Gürcistan, gönülsüz de olsa 2007 yılında bir kanun çıkardı. 2008 ve 2009 yıllarında vatana dönmek isteyen Ahıskalıların müracaatlarını kabul etti. 2010 yılında bu müracaat evrakını inceleyerek 2011 yılında vatana kabul etmeye başlayacağını ilân etmiştir. Bu senenin sonuna yaklaştığımız bu günlerde Gürcistan Ahıskalılardan 75 kişiye resmen vatana dönüş izni vermiştir. Bu çok komik bir durum olmakla beraber hayırlı bir başlangıç olacağını ümit etmekteyiz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz 2011 yılı, halkımızın tarihinde çok önemli bir dönemeç olacaktır.
Ahıskalılar, bu kadar sürgün ve kırgına rağmen millî kimlik ve ata yurtları hususunda taviz vermemekte, ‘Biz Türk'üz, sürgünden önceki vatanımıza dönmek, viran yurdumuzu şenlendirmek istiyoruz, başka bir emelimiz yoktur.’ demektedirler.
İkinci husus: Bu kadar insanın bugünden yarına vatana dönemeyeceği aşikârdır. O hâlde Türkiye, bu eski vatandaşlarını ve kan kardeşlerini görmemezlikten gelmemelidir. Bugün Anadolu’nun muhtelif yerlerinde nüfusu boşalmış çok yer var. Onları getirip buralara iskân etmelidir. Böyle bir nüfusa acilen ihtiyacımızın olduğu da göz ardı edilemez.
Çetinoğlu: Günümüzde Ahıskalı Türklerden kaç kişi, dünyanın hangi bölgelerinde yaşıyor?
Dr. Zeyrek: Bugün toplam olarak tahminen yarım milyona yakın Ahıskalı Türk nüfusu dağınık olarak şu ülkelerde yaşamaktadır: Nüfus çokluğu sıralamasına gör: Kazakistan, Rusya, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkiye, Özbekistan, Ukrayna ve ABD.
Şu hususa da işaret edelim ki, Türk kamuoyu hâlâ Ahıska ve Ahıska Türklerini yeteri kadar bilmemektedir. Türk medyasının hiçbir kanadı bu meseleye gereği kadar yer vermemektedir. Ne merkez medya ve boyalı basın, ne cemaat medyası, ne hükümete yakın medya... Herhalde üzerinde düşünülmeye değer bir husus da budur.
YUNUS ZEYREK 1956 yılında Ardahan’ın Posof ilçesine bağlı Yolağzı köyünde dünyaya geldi. 1979 yılında Kayseri-Pınarbaşı Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak mesleğe başladı. 1988-1994 yıllarında Almanya’nın Münih şehrinde Türk kültür dersleri öğretmenliği yaptı ve bu sırada Türkoloji araştırmalarına devam etti. Almanya ve Avusturya’da konferanslar verdi; Münih’te çıkan Türk gazetelerinde yazılar yazdı. 1994 yılı yazında yurda döndü. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunda çalıştı. Bu arada Gazi Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü Halk Edebiyatı Dalında Yüksek Lisans öğrenimini tamamladı. 1997 yılında Gazi Üniversitesi Türk Dili Bölümünde göreve başladı. 2004-2007 yılları arasında Uluslararası Ahıska Türk Dernekleri Federasyonu Başkanlığı yaptı ve sürgün Ahıska Türklerinin vatana dönüş mücadelesine katıldı. Bu vesileyle Strasburg’da Avrupa Konseyi yetkilileriyle görüştü ve rapor verdi. 2004 yılından beri Ankara’da Bizim Ahıska Dergisi’ni çıkaran Zeyrek, Kuzeydoğu Anadolu, Ahıska Bölgesi ve Acaristan başta olmak üzere Kafkasya ve Türk dünyasıyla ilgili araştırma ve incelemeleriyle tanınmaktadır.
Dil, tarih ve halk edebiyatı sahasında basılmış kitapları şunlardır:
01- Kafkas Yollarında - Hatıralar ve Tahassüsler (Ahmed Refik’ten), Kültür Bakanlığı, Ank. 1981, 1986; Millî E. Bakanlığı, İst. 2001. 02- Posoflu Âşık Zülâlî/Millî Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1986, 1988. 03- Dünden Bugüne Ahıska Türklüğü, Frankfurt 1995. 04- Bu Yolda (Şiir), Millî Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1998. 05- Dördüncü Sultan Murad’ın Revan ve Tebriz Seferi Ruznâmesi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999. 06- Gürcistan Acaristan ve Türkiye, Trabzon 1999. 07- Yabancılar İçin Türkçe Dil Bilgisi-1, Gazi Üniversitesi, Ankara 2000. 08- Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001. 09- Acaristan ve Acarlar, Ankara 2001. 10- Hanaklı Mazlumî, Ankara 2001. 11- Tarih-i Osman Paşa, Kültür Bakanlığı, Ankara 2001. 12- Ali Akış-Hayatı ve Faaliyeti, Ankara 2003. 13- Posof’un Çizgileri, Ankara 2004. 14- Posoflu Zülâlî, Hayatı Eserleri ve Millî Faaliyeti, Ankara 2004. 15- Sürgünün 61. Yılında Ahıska Türkleri, Ankara 2005. 16- Ahıska Araştırmaları, Ankara 2007. 17- Bu Dosyayı Kaldırıyorum (Ermeni Meselesi), Kum Saati, İstanbul 2007. 18- Amasya’nın Altın Tarihi, Amasya Valiliği. 19- Erzurum’un Kara Günleri/Ermeni Zulmü. |