kAYNAK: Karabakh Today 19.01.2016 22:17 YAYINLANAN RÖPÖRTAJIM
http://tr.karabakh.today/news/position/802-insanlar-evlerinden-yurtlarindan-koparildilar
"İnsanlar evlerinden, yurtlarından koparıldılar" - “Ajans Ahıska”`nın sahibi ve genel yayın yönetmeni Ahıskalıların yaşadıklarını anlatıyor
-Efendim, öncelikle sizi tanımak isterdik.
-Tabii ki, kısaca tanıtayım. Ben Harun Bozkurt. İstanbul`da yaşıyorum. Eğitimciyim. “Ajans Ahıska” nın Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeniyim. Ben de aslen Ahıska Türküyüm. Benim büyük dedem 1912 de Ahıska’dan Türkiye ye göç etmek zorunda kalmış. Dedemin bütün akrabaları(kardeşi, ablası, yeğeni)hepsi Ahıska`da kalmış ve tabii onlar da 1944`te Kazakistan`a sürgün edilmişler.
-Neler yaşandı o gün Ahıska`da. Bilmeyen insanlara da anlatır mısınız?
-Tabii ki. Sizlere konuyu, araştırmalarım okuduklarım ve dinlediklerim sonucu elde ettiğim bilgilere dayanarak (o günü-sürgünü) anlatayım. Bu sürgünü yaşayan bizzat benim Kazakistan`da bulunan (dedem sayılır) yakın akrabamdan dinlediğim sürgün anını anlatayım.
Sürgün öncesi dönemi kısaca ele alalım ilk önce. Sovyetler 2.dünya savaşına kadar Ahıska Türkleri savaşa almıyordu, savaş yılları başlayınca ise asker ihtiyacını karşılamak için, o zamana kadar askere alınmamış olan, eli silah tutan Ahıskalı erkekleri askere almışlar.
Geride kalan yaşlı insanlar ve kadınlar da Ahıska`da tren yolu yapımında çalıştırılmışlar. Onlar ümit etmişler ki, yapacakları bu tren yolundan savaşa giden eşleri, evlatları gelecek, ama hiç de öyle olmamış. Sovyetler Yaptıkları bu tren yoluyla onları sürgüne göndermişler...
1944 yılının Kasım ayı başlarında, Ahıska ilçe ve köylerinde askerler, belli etmeden sürgün hazırlıklarını yapmışlar...
Sürgün günü geldiğinde 14 Kasım günü akşam saatlerinde askerler bütün köylerde erkekleri köy kahvesi, ya da toplu oldukları bir yere toplamışlar, bazı yerlerde de direk evleri teker teker gezerek, sürgüne gönderileceklerini halkımıza söylemişler, 2 saat içerisinde evlerinden ayrılarak köy meydanında toplanmaları istenmiş. Düşünsenize, evinizden, yurdunuzdan, hatıralarınızdan, her şeyinizden koparılacaksınız... İnsan bu anda ne düşünür, ne yapabilir ki?
Sürgüne giderken de evlerinden birşey almalarına izin verilmemiş. Bazı aileler sadece hızlı olabilen birazcık yiyecek alıvermiş sadece. Geride her şeylerini bırakmışlar.
Burada Kazakistan’da yaşayan sürgünü yaşamış İsrafil Dursunov dedemden dinlediklerimi aktarayım sizlere...
-Buyurun, efendim...
-Dedemle konuştuğumda sürgün oldukları günü şöyle anlatmıştı: - Gece saat üç gibiydi, askerler ve onların görevlendirdiği kişiler, evleri gezerek sabah olunca herkesin harman yerine toplanmalarını, sürgüne gönderileceklerini bildirdi. Yanlarımıza sadece biraz tahıl ve döşek alabileceğimizi bildirdiler. Bunun üzerine herkes neye uğradığını anlamadan evlerinde sürgün için biraz tahıl hazırlama telaşına düştüler. Tahıl ve döşeklerini alan Kunsalılar(ahıska/aspinza/kunsa köyü) sabah harman yerine toplandılar. O gün sürgüne gitmeyi telaşla hüzünle bekleyen Kunsalıları sürgüne götürmeye kamyonlar gelmedi, o günü harman yerinde telaşla tedirgin olarak geçirdik. Kamyonlar bizi sürgüne götürmeye ertesi gün geldiler.
O gün harman yerinde beklerken bizim şenlik dedi; Hiç olmazsa gidip arılardan bal alalım yolda giderken birazcık erzak olur. Akşam olunca Üzeyir dedemin arılarından bal almaya gizlice gittiler bizden birkaç kişi. Bu arada bizim arılara Gürcüleri bekçi yapmışlar. Dedemin arılarına Bagrat emmim bekçi olmuştu. Bagrat emmi arılardan bal almaya bizimkilere izin vermiş, istediğiniz kadar bal alın demiş. Fakat gece karanlık işler zor, dereden su almışlar arılara serpmişler, arılar sokmadan balı almak için. Dereden alınan suda kumlu olduğu için ballar hep kumla dolmuş, nasip olmamış balı yemek. Buradan nasip olmayınca sonra Abit Dede ve Bilal Dedenin arılarına bal almaya gittiler. Onların arılarının başında da Nikolas isimli Gürcü bekçilik ediyormuş. Nikolas balları veremem bunların başına beni bekçi ettiler. Eğer size balı verirsem beni cezalandırırlar demiş. Askerden korktuğu için kendi balımızı bize vermediler. Boynunu büküp harman yerine döndü bizimkiler…
Bu arada vakit kış olduğu için soğuktu ortaya bir ateş yakmıştık. O ateşin etrafında toplanıp biraz ısınarak hüzünlü bir bekleyiş içerisindeydik. Sabah olunca Kunsaya 11 tane Amerikan arabası, bizi trenlere götürmeye geldi. Herkes ağlıyor, sızlıyor, feryat, figan ediyordu. Vatandan, yurttan koparılmanın acısını yaşıyordu.
Vatandan koparılmanın hüznünü yaşarken, harmanın etrafını köyümüzde beraber yaşadığımız Gürcü komşularımız sarmıştı. Onlarda bizlerden ayrılacakları için, bizim sürgüne gönderilişimiz için ağlıyorlardı. Sürgünün hüznü ayrılığın acısı onları da sarmıştı. Özellikle Urumgillerin kadınları diğerlerinden daha fazla hüzün içerisindeydiler, durmadan ağlıyorlardı.
Kamyonlara bizleri bindirmeye başladılar. Her kamyona üçer aile bindiriyorlardı. Bizim kamyona da dört aile, dört ev bindirilmişti. Bunlar: Resul Dedeler, Bilal Dedeler, Üzeyir Dedenin oğlu Cabbar ve Ailesi, Aslan Dedenin oğlu Kemal vardı. Biz farklı kamyonda, Dedemler Emmimler farklı kamyonlarda… Bu ayrılık tren vagonları ve sürgün ellerinde de sürecekmiş meğerse.
İşte bu hal üzere 11 kamyona bizleri bindirdiler, fakat bu 11 kamyon Kunsadaki bütün Türkleri sürgün etmek için yetmemişti. Kıznıyagiller`den 8- 10 ev kalmıştı, onları da 4- 5 gün sonra Kunsadan götürmüşlerdi. Bu dört beş günü evlerinin yanı başında, harmanda ama evlerine gidemeden o soğukta geçirmişlerdi. Evinin yanı başındasın, ama yerinden kıpırdayıp evine gidemiyorsun.
Geride her şeyimizi bıraktık; evimizi barkımızı, malımızı mülkümüzü… Yanımıza sadece ve sadece birazcık tahıl alabildik o kadar.
Kamyonlarla trene doğru giderken bizim kamyonun tekeri patladı bu nedenle biz trene diğerlerinden geride kaldık. Herkesi trenlere yüklemişlerdi. O trenler ki; hayvan ve yük taşımak için kullanılan vagonlardan oluşuyordu. Her vagona yaklaşık on aile yüklüyorlardı. Biz geç kaldığımız için bizi bizimkilerden ayrı başka bir vagona götürdüler. Ben babam anam gardaşlarım bir vagona düştük. Dedem, emmim bacım farklı vagonlara, ayrılık, hüzün başlamıştı bile…
Sürgün esnasında kara trenlerde sürgün edildikleri yerlere varıncaya kadar ise şu şekilde yolculukları geçmişti yolculukları:
Sürgüne giden bu yolculuk nasıl geçti bahseder misin? demiştim İsrafil dedeme, o da şunları söylemişti: İşte bu halde vagonlara bölüştürülüp yolculuğumuz başladı. Vagonlarda gözü açık ya da işini görebilen birisi varsa ekmeğini suyunu alabiliyordu. Aç kalmıyordu ama vagonda işini görebilen ekmeğini isteyemeyen varsa maalesef bunlar karnını tam doyuramıyor, telef oluyordu. Biz çoğu zaman ekmeğimizi, çorbamızı aldık.
15 Kasım`da başlayan zorunlu yolculuğumuzda Astarhan`a kadar hava iyiydi, ama Astarhan`dan sonra kış çok çetindi, hava çok soğuktu. Halkta kışlık elbise yoktu. Vagonlar çok soğuktu. Vagonlara soba yeri yapmışlardı, ama yakacak odun yoktu. Tren bazı yerlerde mola verdiği zaman aşağı inip odun toplayabilenler toplamışlar ve yolculuk sırasında bir nebzede olsa soğuktan korunmuşlardı. Ama aşağı inip odun toplayamayanlar yolculuk boyunca soğukta kalmışlardı ve bu yüzden soğuktan telef olanlar çok olmuştu. Hatta bazı vagonların üstünü rüzgâr götürmüştü, yağan kar direk üstlerine yağmış ve soğuktan birçok yaşlı telef olmuştu. Bu çileli yolculuk aralığın ilk haftasında Kazakistan’da -30 derecede son bulmuştu. Artık yeni yurtta yeni çileler bizi bekliyordu…
Bahsetmiş olduğum bu İsrafil dedemin yaşadıkları. Sürgüne giden bütün Ahıskalı Türkler yaşamıştır, artısı var, eksiği yok. Öyle acı olaylar yaşanmış ki, bırakın onları yaşamayı, dinlemeye yürek dayanmıyor
İnsanlar evlerinden, yurtlarından koparıldılar. Aileler bölündü, parçalandı. Trenlere aileler bindirilirken aile bütünlüğü hiçe sayıldı. Aile fertlerinin bazıları bir vagona bazıları başka vagonlara bindirildiler. Yolculuk boyunca birbirlerinden habersizce ve maalesef sürgün edildikleri yerlerde de bir birlerine hasret kaldılar. Tren sürgün yerine vardığında bir vagon Kazakistan`a, bir vagon Özbekistan`a gönderildi. Kardeş Kazakistan`a, bacı Özbekistan`a. Yaşam mücadelesi, zorluklar, hasretlikler...
Sürgün edildikleri yerlerde yeni yurtlarında ilk seneleri ayrı dram yüklü,
Yeni yerlere alışmak zor olmuş, vakit kış, hava soğuk, barınacak yer, yemek, içmek, temizlik, hayat çok zor olmuş halkıma yeni yurtlarında. Tabii ki burada şunu da unutmayalım. Bazı yerlerde yerli halktan (Özbek, Kazak, Kırgız) yardım edenler de olmuş halkıma, bazı yerlerde halkıma yardım edip ekmek veren, oda veren yerli halk da olmuş. Ama maalesef herkes bu kadar şanslı değildi… Soğuktan yeni yurtlarında telef olan çok olmuş.
Yeni yerlerinde Ahıska Türkleri adeta açık hapishanede yaşamışlar. Yaklaşık 10 sene boyunca yaşadıkları köyden dışarı çıkmalarına izin verilmemiştir. Yönetimde, askerde tanıdığı olan onlardan izin alıp akrabasını hısımını arayabiliyordu. İlerleyen yıllarda kolhozlarda çalışarak geçimlerini sağlamaya çalışmışlar. Tabii ki, o zor şartlarda hayatta kalanlar.
Sürgün yılları biraz da olsa böyle, Oktay Bey. O acı günleri anlatmak çok zor, o yaşanan acıya katlanmak çok daha zor. Biraz bahsetmiş oldum.
-Peki, biraz Fergana olaylarından bahsedelim isterseniz. Neler yaşandı o günlerde Fergana`da?
-Fergana Sovyetler`in bir başka oyunu. Hem Ahıska Türklerine, hem Özbeklere. Sovyetler kendi iç bölgelerinde yok olmaya yüz tutmuş tarımını geliştirmek için tarım bölgelerini canlandırmak için çalışan çalışkan Ahıska Türklerini kendi o bölgelerine götürmek için bir oyun oynadılar. Daha Fergana olayları başlamadan Sovyetler Fergana`dan götürecekleri Ahıskalıların yerlerini belirlemişlerdi bile. Olayları faili belirsiz kişilerin kışkırtmasıyla; maalesef halkımız bu olayı yaşamıştır. Masum, suçsuz garip milletim kendi Özbek kardeşinin zulmüne maruz kalmıştır. Tabii ki, bunu bütün Özbek halkına mahal edemeyiz
Olaylar çıkmış birçok insanımız yaşamını yitirmiş birçok insanımız da baskıya maruz kalmıştır. İşte burada Sovyetler bir kurtarıcı gibi gelmiş yetişmiş ve buradaki Ahıskalıları kendi önceden belirledikleri yerlere uçaklarla götürmüştür.
-Türkiye`ye yerleşiyorlar Ahıskalı kardeşlerimiz. Yarınları nasıl görüyorsunuz Ahıska Türklerinin? Bir gün tarihi topraklarına da geri dönecekler mi o aşk ve iştiyakla?
Geçtiğimiz yılın sonunda -Türkiye`ye yerleşen Ahıska Türkleri sadece Ukrayna`dan savaş bölgesinden getirilen çok az bir aile. Yaklaşık 300-400 aile geldi. Ama bu rakam galiba artacak, 677 olacak. Bu gelenler de Erzincan`a yerleştirildi. Sonra getirilecek olanlar da Bitlis`in Ahlat iline yerleştirilecekmiş. Buralara yerleştirilen Ahıska Türkleri devletin iskân politikası uygun olarak yerleştirildi ve yerleştirilecek kanımca.
Tabii ki, Allah razı olsun, devletimizden, devlet adamlarımızdan. Bunu inkâr edemeyiz. Ama bu göçler Ahıska`ya yakın yerler olsaydı: Ardahan Posof, Kars gibi daha sağlıklı olurdu, daha güzel olurdu. Zira vatana yakın olurduk. Ahıska ile diyalog artardı. Gidiş gelişler artardı, bu vatana kavuşma adına olumlu bir adım olurdu. Maalesef devletimizin böyle bir politikası gözükmüyor. Açık söylemek gerekirse, devletimiz getirilen Ahıska Türklerini kendi politikası doğrultusunda uygun gördüğü yerlere yerleştiriyor.
Milletimin yarınlarının ne olacağını maalesef bilemiyorum, Oktay bey. Yarınlar milletime neler getirecek, çok karanlık. Sürgün tarihi belli, Fergana olayları belli, Kırgızistan`da çıkan karışıklarda milletimin hali belli. Rusya`da Krasnador`da, diğer yerlerde milletimin durumu belli. Ukrayna`da belli. Bilmiyorum ki, ne olur yarınlar. Ama endişe ediyorum, korkuyorum. Milletim sahipsiz kalır diye…
Ahıska`ya dönmek isteyen kardeşlerimiz var, ama dönmek isteyen kişilerin sayısı Bütün Nüfusta ki payı o kadar fazla değil: Yaşlı nüfusumuz, orada doğanlar ve bazı kardeşlerimiz istiyor. Özellikle Azerbaycan da yaşayan Ahıskalılar, Vatan ahıskaya Dönmeyi çok istiyor. Yeni nesil genellikle ekonominin düzgün olduğu ve demokrasinin olduğu yerleri daha fazla tercih ediyor. Buna rağmen Vatan Ahıska`yı isteyen birçok Ahıskalı var. Benim de olduğu gibi. Ama şunu belirteyim: Vatan Ahıska`ya dönmek için bu milletin çabası Devletler arası desdek olmazsa yetersiz kalır. Bu dönüş devletlerarasında çözülmeli: Türkiye, Gürcistan, Rusya, Avrupa Birliği…