~Ahıska ve Sürgün Üzerine Konuşmalar
Bir Sürgün Hikayesi... İsrafil Cabbaroğlu Dursunov ile Sürgün Üzerine Kısa Bir Sohbet.
Sürgünden önce Ahıska’da doğup büyüyen ve sürgün sonrası kaderin onu Kazakistana sürüklediği İsrafil Dedeyle yapmış olduğum sohbeti sizlerle paylaşmak istiyorum..
-İsrafil Dede bize kendinizi kısaca tanıtırmısınız?
-Adım İsrafil Cabbaroğlu Dursunov. 1928 yılında Aspinzaya bağlı Kunsa köyünde dünyaya geldim. Kunsada Gereklerden Dursun Dede soyundan Üzeyir Dedenin torunu Cabbarın oğluyum.Sürüne kadar çocukluğum Kunsada geçti. Şimdi Kazakistan da Almaata-Kaskalende Candasov köyünde yaşamaktayım.
~
Doğmuş olduğun Kunsa nasıl bir yerdi bahsedermisin?
-Kunsada Gürcülerle beraber dostça , kardeşçe yaşardık. Biz Türkler Gürcülerden yaklaşık olarak beş ev kadar fazlaydık. Kunsamız küçük bir yerdi. Yeri azdı, dağın yamacına kurulmuştu. Buna rağmen büyük ve güzel bir yaylası vardı. Yazları malı davarı alır yaylaya giderdik. Dokuzuncu ayın sonuna kadar yaylada kalırdık.
Kunsada: Ceviz, elma, armut , cancur(çok lezzetlı olurdu), üzüm , erik, fındık, şeftali, kiraz( kunsada kiraz çok iyi ve lezzetli olurdu, adeta kirazın tam yeriydi kunsa).
Kunsayla kur arası Kunsalınındı, Kunsalı buralarda: Patates, lazut, lobya, kabak, hıyar, pamidor, patlıcan, biber…buğday desen bereketli... Saymakla bitmez, neler ekmez neler yetiştirmezdikki…
Çar Nikola zamanında Atadedelerimizin kendi toprakları varmış, herkes kendi toprağını eker biçermiş. Herkes kendi mal ve davarına bakarmış. Ama maalesef 1928 lerden itibaren Sovyet yönetimiyle kolhozlar kurulmaya başlandı. Herkesin malını davarını arazisini kolhozlar çok ucuz bir meblaya aldı , zaten buraya vermekten baksa çare ve gücümüzde yoktu. Mesela bizim yaklaşık elli malımız vardı, bunların kırk beşini kolhoz aldı , beş tanesi bize kaldı. Bu bize kalan beş malında sütünü sağıp kolhoza vermek zorundaydık, sütü olmazsa yağını vermek gerekiyordu. Ve hükümete bir yılda 52 kg et vermemiz gerekiyordu.
Bunların haricinde halk kolhozlarda çalışıyordu. Herkes çalıştığının, çalışmasına göre karşılığını alıyordu: Bir gün çalışmaya; 4kg. tahıl, 15 gr yağ gibi.
Hükümet köyden götürdüğü insanlarla yollar demiryolları yapıyorlardı, halkı bedavadan çalıştırıyorlardı. Bu halk bilmezdiki kendilerine yaptırdıkları bu yollardan aşarak bu demiryollarıyla sürgüne gönderilecekler, ne acı L
-İsrafil Dede Ahıskada okula gittinizmi Orada okul varmıydı?
- Okul Kunsada 1-4. sınıf arası vardı. Okula gitmek zorunluydu, okula gitmeyenlere ceza veriliyordu. Dörde kadar Kunsada okudum. Beş ve altıncı sınıfı Ezgüde de okudum. Yediye kadar burada Latınce okuduk, azda olsa Gürcücede okuduk, sürgün olmasaydık topraklarımızdan, yedinci sınıfıda orada okuyacaktım. Ama kısmet olmadı.
-Kunsada Gürcülerle olan İlşkileriniz nasıldı?
- Gürcülerle aynı anadan babadan olma bir kardaş gibiydik, kardaş gibi yaşardık. Ama bu ilşki diğer köylerde böyle değildi. Bölgede biz Gürcülerle daha sıcak bir ilişki içerisindeydik. Düğünlerde cenazelerde hep beraberdik. Beraber eğlenir beraber üzülürdük. Her zaman ve her yerde beraberdik. Gürcülerle aynı sofraya oturur aynı sofradan yemek yerdik. Birbirimize karşı saygı ve hürmetimiz vardı. Mesala bunlardan biri; Gürcüler bize duydukları saygıdan ötürü Kunsada domuz beslemezlerdi. Ne geçmişte nede bizimle oldukları vakit Kunsada hiç domuz beslenmemiş ve domuz Kunsaya sokmamışlardır.
Gürcülerin mezarlığı bizimkilerden ayrıydı. Ayrı bir yere cenazelerini gömüyorlardı. Ama Kunsada bir cenaze olduğu zaman, eğer Gürcü birisi öldüyse biz onun cenazesine gider beraber defnederdık, taziyede bulunurduk. Eğer ölü bizden ise Kunsadakı Gürcüler bizlerle beraber cenazenin definine iştirak ederlerdi.
Kunsadaki Gürcüler bizlerle hep Türkçe konuşur Türkçe söylerlerdi. Nitekim Kunsaya Ahıskanın değişik yerlerinden Gürcü Aşıklar gelir Türkçe şiirler, türküler söylerlerdi. Bu Aşıklardan bazıları şunlardı: Aşık Roketli, Aşık Niko, Roketli Eto, Aşık Topo(Erkotalı), Aşık Şivğa(Pirtenalı)
Aşık Şivğanın şu dörtlüğü çok meşhurdur;
Aşık Şivğanın gözleri görmüyormuş. Bir gün evde eşiyle yemek yerken sofrada üçüncü bir kişide yemek yiyormuş, bu karısının aşığıymış. Bunu sofradakı kaşık seslerinden anlamış. Eşi yok desede buna inanmamış ve şu dörtlüğü söylemiş:
Gam yeyip, gam çekme divane gönül
Sana bulunmayan bir tane yaar olsun
Bizden el kaldırmış, erce-i dilbar
Tazeden yaar sevmişsen mübarek olsun.
Peki bu Gürcü Aşıklardan başka Kunsaya gelen Türk Aşıklarıda varmıydı?
Evet tabiî ki; Aşık Şenlik, Hasta Hasan, Oşaralı Metuni, ve Kunsamızlı olan Aşık Taher. Bu Aşıklar Kunsada Aşıklık ederlermiş.
-Sizi ne zaman ve nasıl sürgün ettiler?
- Gece saat üç gibiydi, askerler ve onların görevlendirdiği kişiler, evleri gezerek sabah olunca herkesin harman yerine toplanmalarını sürgüne gönderileceklerini bildirdi. Yanlarımıza sadece biraz tahıl ve döşek alabileceğimizi bildirdiler. Bunun üzerine herkes neye uğradığını anlamadan evlerinde sürgün için biraz tahıl hazırlama telaşına düştüler.:( Tahıl ve döşeklerini alan Kunsalılar sabah harman yerine toplandılar. O gün sürgüne gitmeyi telaşla hüzünle bekleyen Kunsalıları sürgüne götürmeye kamyonlar o gün gelmedi, o günü harman yerinde telaşla tedirgin olarak geçirdik. Kamyonlar bizi sürgüne götürmeye ertesi gün geldiler.
O gün harman yerinde beklerken bizim şenlik dedi; Hiç olmazsa gidip arılardan bal alalım yolda giderken birazcık erzak olur. Akşam olunca Üzeyir dedemin arılarından bal almaya gizlice gittiler bizden bi kaç kişi. Bu arada bizim arılara Gürcüleri bekçi yapmışlar. Dedemin arılarına Bagrat emmim bekçi olmuştu. Bagrat emmi arılardan bal almaya bizimkilere izin vermiş, istediğiniz kadar bal alın demiş. Fakat gece karanlık işler zor, dereden su almışlar arılara serpmişler, arılar sokmadan balı almak için. Dereden alınan suda kumlu olduğu için ballar hep kumla dolmuş, nasip olmamış balı yemek. Buradan nasip olmayınca sonra Abit Dede ve Bilal Dedenin arılarına bal almaya gittiler. Onların arılarının başında da Nikolas isimli Gürcü bekçilik ediyormuş. Nikolas balları veremem bunların başına beni bekçi ettiler. Eğer size balı verirsem beni cezalandırlar demiş. Askerden korktuğu için kendi balımızı bize vermediler. Boynunu büküp harman yerine döndü bizimkiler…… Bu arada vakit kış olduğu için soğuktu ortaya bir ateş yakmıştık o ateşin etrafında toplanıp biraz ısnarak hüzünlü bir bekleyiş içerisindeydik.
Sabah olunca Kunsaya 11 tana Amerikan arabası geldi bizi trenlere götürmeye. Herkes ağlıyo sızlıyo, feryadı figan ediyordu. Vatandan yurttan koparılmanın acısını yaşıyordu. Vatandan koparılmanın hüznünü yaşarken , harmanın etrafını köyümüzde beraber yaşadığımız Gürcü komşularımız sarmıştı. Onlarda bizlerden ayrılacakları için bizi sürgüne gönderilişimiz için ağlıyorlardı. Sürgünün hüznü ayrılığın acısı onlarıda sarmıştı. Özellikle Urumgillerin kadınları diğerlerinden daha fazla hüzün içerisindeydiler, durmadan ağlıyorlardı.
Kamyonlara bizleri bindirmeye başladılar. Her kamyona üçer aile bindiriyorlardı. Bizim kamyonada dört aile, dört ev bindirilmişti. Bunlar: Resul Dedeler, Bilal Dedeler, Üzeyir Dedenin oğlu Cabbar ve Ailesi, Aslan Dedenin oğlu Kemal vardı. Biz farklı kamyonda Dedemler Emmimler farklı kamyonlarda…. Bu ayrılık tren vagonları ve sürgün ellerindede sürecekmiş meğerim L
İşte bu hal üzere 11 kamyona bizleri bindirdiler, fakat bu 11 kamyon Kunsadakı bütün Türkleri sürgün etmek için yetmemişti. Kıznıyagillerden 8- 10 ev kalmıştı, onlarıda 4- 5 gün sonra Kunsadan götürmüşerdi. Bu dört beş günü evlerinin yanı başında, harmanda ama evlerine gidemeden o soğukta geçirmişlerdi. Evinin yanıbaşındasın ama yerinden kıpırdayıp evine gidemiyorsun..:(..
Geride her şeyimizi bıraktık; evimizi barkımızı, malımızı mülkümüzü….. Yanımıza sadace ve sadece birazcık tahıl alabildik o kadar.
Kamyonlarla trene doğru giderken bizim komyonun tekeri patladı bu nedenle biz trene diğerlerinden geride kaldık. Herkesi trenlere yüklemişlerdi. O trenlerki; hayvan ve yük taşımak için kullanılan vagonlardan oluşuyordu. Her vagona yaklaşık on aile yüklüyorlardı. Biz geç kaldığımız için bizi bizimkilerden ayrı başka bir vagona götürdüler.. Ben babam anam kardaşlarım bi vagona düştük. Dedem, emmim bacım farklı vagonlara, ayrılık, hüzün başlamıştı bile….
-Sürgüne giden bu yolculuk nasıl geçti bahsedermisin?
-İşte bu halde vagonlara bölüştürülüp yolculuğumuz başladı. Vagonlarda gözü açık yada işini görebilen birisi varsa ekmeğini suyunu alabiliyordu. Aç kalmıyordu ama vagonda işini görebilen ekmeğini isteyemeyen varsa maalesef bunlar karnunı tam doyuramıyor telef oluytordu. Biz çoğu zaman ekmeğimizi çorbamızı aldık. Kasımın 14 ünde başlayan zorunlu yolculuğumuz da Astarhan a kadar hava iyiydi ama Astarhandan sonra kış çok çetindi, hava çok soğuktu. Halkta kışlık elbise yok idi. Vagonlar çok soğuk idi. Vagonlara soba yeri yapmışlardı ama yakacak odun yoktu. Tren bazı yerlerde mola verdiği zaman aşağı inip odun toplayabilenler toplamışlar ve yolculuk sırasında bir nebzede olsa soğuktan korunmuşlardı. Ama aşağı inip odun toplayamayanlar yolculuk boyunca soğukta kalmışlardı ve bu yüzden soğuktan telef olanlar çok olmuştu. Hatta bazı vagonların üstünü rüzgar götürmüştü, yağan kar direk üstlerine yağmış ve soğuktan birçok yaşlı telef olmuştu. Bu çileli yolculuk aralığın ilk haftasında Kazakistanda -30 derecede son bulmuştu. Artık yeni yurtta yeni çileler bizi burada bekliyordu….
-Kazakistan’a geldiğinizde neler yaşadınız?
- Buraya geldiğimizde hava çok soğuktu. Soba yoktu üzerimizde kışlık elbise yoktu. Yorganı olan üstüne yorganı alıp ısınmaya çalışıyordu. Maalesef yorganı bile olmaya birbirine sarılıp ısınmaya çaılışıyordu.
Çamalxan istasyonundan bizleri at arabasıyla , öküz arabasıyla köylere dağıttılar. Bizi Candasova yerleştirdiler. Emmim ve Dedemi bizden 100 km uzaklıktaki Ali kolhozuna yerleştirdiler. Uzun süre birbirimizden ayrı yaşadık.
Köye geldiğimizde Kazaklar bizlere evleri hazırlamıştılar. Yani birer ikişer oda bizlere verdiler. Hava çok soğuktu. Bizim düştüğümüz evde yakacak biraz odun ve tezek vardı çok şükür biz bu soğuk kış gününde soğuktan korunduk. Yerimiz sıcak oldu. Ama maalesef her kes bu kadar şanslı değildi.. soğuktan burada telef olan çok oldu.
-Kazakistan Ellerinde Kazaklar sizi nasıl karşıladılar, size bakışları nasıl oldu?
- Buralara ilk geldiğimizde Kazaklar bizi iyi karşıladılar, bağırlarına bastılar. Bir ekmeğini ikiye böldüler aşlarını bizle paylaştılar. Odundur yakacaktır bizle paylaştılar. Kazakların çok iyiliğini gördük. Bizim zor anlarımızda bizimle oldular bizlere yardım ettiler, yardımlarını hiç esirgemediler. Onların iyiliğini hiçbir vakıt unutmadık.
-Kazakistanda ilk yıllarınız nasıl geçti?
- Buraya geldiğimiz ilk 10 yıl yaşadığımız köyün dışarısına çıkamadık. Köyün dışarısına çıkmak yasaktı. İzin almadan bir yerden biryere kımıldayamıyorduk. Yönetimde askerde tanıdığı olan onlardan izin alıp akrabasını hısımını arayabiliyordu.
Bizde buraya yerleştikten bir iki sene sonra Üzeyir Dedemi arayıp bulduk. Dedemle kavuştuğumuzda dedem beni hasretle kucakladı sarıldı, hasret giderdi, kokladı.
İlk yılarımızda kolhoz keçi verdi sütünü sağmak için. Sütünü sağdık peynir yaptık yağ yaptık erzak oldu bize yedik karnımızı doyurduk, fazlasını sattık. Sonra hükümet bize yer verdi; lazut ektik, çok iyi lazut oldu, yedik fazlasını sattık. Bunu haricinde tahıl ektik bahçe ektik geçimimizi sağladık fazlasını sattık.
İlerleyen yıllarda kolhozun ileri gelenlerinden oldum. En az 100 adam çalıştırıyordum. Bağ bahçe ekiyorduk. Sebze meyve yetiştirıyorduk, elmalar yetiştiriyorduk…
Günlerimiz böyle kolhoza hizmetle geçti gitti. Daha sonra Devletten arazi satın aldık. Kendi mülkümüz oldu. Kendi evimiz barkımız oldu. Şükür bu günlere geldik. Bu yaad elde hayatımız böyle geldi geçiyor. Çoluğumuz çocuğumuz oldu , torunlarım var, Şükür hayat devam ediyor...
Harun BOZKURT