Büyük Sürgün Kafkasya | ||
Tarihte yaşanan olaylar çoğunlukla tarih kitaplarında ve belgelerde sayısal değerler, sebep ve sonuç ilişkiler şeklinde yer almaktadır. Diğer taraftan olaylar sürecinde insanı ve toplumu derinden etkileyen yaşanmışlıklar da geri planda kalmaktadır. Bu bağlamda hatıra, anı, öykü ve roman gibi eserler, tarihe mal olmuş olayların bireysel ve toplumsal yaşantıya etkisini aktarmaktadır. Yaşananlardan esinlenerek kurgulanan Büyük Sürgün Kafkasya dizisinin ana teması İkinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanan Ahıska sürgünü olmakla birlikte, bu dönemde yaşananların her iki sınır bölgesindeki insanlara bıraktığı acı izleri anlatmaktadır. Büyük Sürgün Kafkasya dizi filminin senaryosu, Fırat SUNEL’e ait Salkım Söğütlerin Gölgesinde ve Gürsel BALCI’ya ait Sınırdaki Sır romanlarından esinlenerek kurgulanmıştır. Öncelikle senaryonun kurgusunda emeği geçen her kese bütün Ahıskalılar adına teşekkür etmeyi bir borç biliriz. ....Ajans Ahıska.... Her iki roman, İkinci Dünya Savaşı döneminin siyasi gerçeklerini ortaya koymakla birlikte bölge insanının yaşadığı zorlu şartları konu edinmektedir. Tarihi olayların insani boyutunu dile getiren her iki yazılı eserin beyaz perdeye taşınması hiç şüphesiz ki biz muhatapları açısından büyük memnuniyet verici bir durumdur. Bu itibarla 72. yıl dönümünü yaşadığımız 14 Kasım 1944 Ahıska sürgününün diziye uyarlanması bütün Ahıskalılar tarafından büyük coşkuyla karşılanmıştır. Nitekim dizi, sürgün sürecinde yaşananların ciddi bir kamuoyu oluşturmasında ve medyaya aktarılmasında en etkin ses olmayı başarmıştır. Takdirle karşıladığımız bu duruma rağmen her hafta bir bölümü yayınlanan dört bölümlük dizi filminin yayın akışı ne yazık ki Ahıskalıların zihninde beklentileri tam anlamıyla karşılamamıştır. Ahıskalıların tamamına yakını büyük heyecanla diziyle buluştuğunda, binlerce acıklı-dramatik yaşanmışlıklarını ve sosyal-kültürel kimliklerini bulamamışlardır. İşte bu nedenle bir Ahıskalı akademisyen olarak halkımızın tepkilerine tercüman olmak ve gelişmeleri objektif bakış açısı ile dile getirmek istedim. Buna bağlı olarak münferit bir takım yersiz açıklamalara da yerinde müdahale ederek profesyonel ve medeni bir üslupta konunun ele alınmasını ve her yönü ile değerlendirilmesini uygun gördüm. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki dizi filminin yapım sürecinde dizide hikâyesi kurgulanan her iki romanın tanıtımı yapılmamıştır. Yazılı ve görsel basında sadece Salkım Söğütlerin Gölgesinde romanının haberi yapılırken ikinci roman “Sınırdaki Sır”’ın haberi üzerinde hiç durulmamıştır. Bu durum kitap reklamı/tanıtımı açısından pek etik bir durum değildir. Zira okurların büyük çoğunluğu dizi yayına girmeden önce ilk romandan haberdarken, ikinci romanla dizinin yayın akışı esnasında tanışmıştır. Dolaysıyla izleyici, dizideki kurgunun ana temayla bağlantısını kurmaya çalışırken biraz karmaşık ve bulanık bir film izlemiştir. Şüphesiz bu durum kurgunun/filmin çekiciliği/izlenirliği açısından önem arz etmektedir. Denilebilir ki yapımcı tercihini bu yönde kullandığı için duruma itiraz etmenin pek anlamı yoktur. Sonuçta ana tema 1944 Ahıska sürgün sürecinde vatanından, köyünden, evinden, kardeşinden, hanımından, evladından ve sevgilisinden ayrılan insanların acıklı/dramatik durumlarını yansıtmaya çalışan bir dizi film ortaya çıkmıştır. Her iki romanın olay örgüsü, siyasi ve sivil karakterleri kurguda büyük oranda değiştirilmiştir!!! Dizide dikkat çeken çelişkiler; *Filmin çekiminin Makedonya’nın her hangi bir bölgesindeki köylerinden (duvar kâğıtlı ve kiremit çatılı evlerde) birinde yapılması Ahıska’dan çok bir Rumeli görünümlü film ortaya koymuştur; *Ahıskalılarda genellikle içten evlilik esastır. Sürgün oldukları Türkistan halklarıyla olan ilişkilerinde dahi bir Ahıskalının dışarıdan birisiyle evliliği zor rastlanacak bir durumdur, kaldı ki Hıristiyan (gürcü) biri ile aşk senaryosu herkes tarafından en çok yadırganan bir sahne olmuştur; *Sovyet askeri disiplinine tamamen aykırı olan arka cephede görev başındaki subay İgor’ın Ninoya âşık olması, aşkla iştigal olması, *Dizide rol alan oyuncularda erkekler için büyük ölçüde kullanılan şapka, Ahıskalılar nezdinde kesinlikle benimsenmemiştir; Türkiye’deki şapka kanununa karşı muhalifliğin aynısını Ahıskalılarda da görmek mümkündür. *Demiryolunun inşasında tamamen yaşlı erkekler ile kadınların-(eşleri savaşta olan) çalıştırılmasına karşın tamamen gençlerin çalıştırılması abesle iştigaldir; *Demirkapılı Rustem’in Sibirya’ya değil Türkistan’a sürgüne gönderildiği enstantanede işin kolayına kaçılmıştır. Oysa Rustem gibi Ahıska’dan yüzlerce aydın Sibirya’ya esir kamplarına sürgüne gönderilmiştir. *Kış mevsiminde uygulanan sürgünün yazın sahnelenmesi gerçekle tamamen tezat teşkil eden bariz bir hatadır. Bu durum Ahıskalılar tarafından kabul edilemez bir durumdur. *Tren yolculuğunda doğum esnasındaki bezlerden kabin yapılarak bağrışma sahnesi, *Tren yolculuğunda üzerinde silah bulunduran bir gencin tabancayı çenesine dayayarak intihar etmesi, *1993 yılında Rüstem’in kızına ve Ömer’in de arkadaşına kavuşma sahnesi, 1944’de Rüstem’in kundakta olan kızı 1993’de 50 yaşlarında olgun bir kadın olması gerekirken dizide 25-30 yaşlarında bir genç kız görünümündedir; yine sürgün esnasında 10-12 yaşlarında tirene binen Ömer’in 60 yaşlarında arkadaşına kavuşması gerekirken 25-30 yaşlarında genç bir delikanlı görünümlü olması. Oysa bu tür sahneler yerine; *Filmin çekiminde Makedonya yerine sınır bölgesi olması hasebiyle Artvin-Ardahan coğrafyası tercih edilebilirdi, *Ahıska’da Türk-Gürcü-Ermeni dostluk-komşuluk ilişkileri yaşamasına rağmen her etnik grup içten evliliği tercih etmiştir. Aslında İçten evlilik bütün Kafkas halklarının özelliklerindendir. Bunun için bir birine açılamayan aşık iki gencin Cemil ile Nino sahneleri uzaktan kaçamak bakışlı sahneler şeklinde çalışılabilirdi, *Nino’ya âşık olan siyasi-askeri subay kimliği yerine; köy halkının evinde, ambarında, tarlasındaki her türlü gıda ürünlerine el koyan bunun için aileleri suçlayan nefret görünümlü subay kimliği üzerinde durulabilirdi, *Farklı etnik ve din mensubu kişilerin paylaştığı Ahıska Rabat Pazar yeri diyaloglarına biraz daha geniş yer verilebilirdi, *Sürgün öncesi Sibirya’ya sürgüne gönderilen Aydınları köylerden toplayan üzerinde İng. Rus. Türkçe yazılı “et, ekmek, şeker” yazılı siyah çadırla kamufle edilmiş kamyondan bir sahne işlenebilirdi, *Çoğunluğu Kafkas ve Türkistanlı esirlerden oluşan Sibirya esir kamplarının şartlarını görüntüleyen bir sahne çekimi yapılabilirdi, *Filmin genelinde Sibirya’ya sürgüne gönderilen aydınların akıbeti ile ilgili diyaloglar verilebilirdi, *Aileleri köylerden demiryolu istasyonuna taşıyan Studa-bekr Amerikan kamyon sahneleri çalışılabilirdi, *Sürgün yolculuğu için Erzurum-Kars demiryolu kullanılarak soğuk hava şartlarına uygun coğrafi görüntüler sahnelenebilirdi, *Sürgün tren’inde doğum esnasındaki bağrışma yerine trendeki yaşlılar tarafından Kur’an veya ilahi tilaveti sahnesi düşünülebilirdi, *Ömer’in 49 yıl sonra misketleri(emaneti) arkadaşına iade etmesi sahnesi arkasından şimdi ise emaneti iade etme sırası Gürcü devletindedir mesajı verilebilirdi, *Filmin çekiminde insan kalabalıkları gerek Artvin-Ardahan çevresinin insanı gerekse Bursa’da göçmen Ahıskalı ailelerden oluşturulabilirdi, *Ahıska hinkal yapımı ve türküsü gerek Artvin gerekse Bursa göçmen ailelerden hazırlanabilirdi, yine Ahıska çeçil peyniri(tel peynir) yapımı sahnesi çalışılabilirdi, *Çocuklar ve kadınların yarı açık-çıplak giysileri yerine daha tesettürlü mütevazı giysiler Artvin ve Bursalı Ahıskalı ailelerden temin edilebilirdi, Nitekim 1992 sonrası Türkiye’ye hızlı bir göç akışı yaşayan Ahıskalıların bugünkü Türkiye’deki sayısı 40 binden fazladır. Akrabalık ve sülale ilişkileri sıkı olan bu ailelerin önderleri-aksakalları bulunmaktadır. Türkiye’de var olan sorunlarını dile getirmek için kurulmuş sosyal-yardımlaşma dernekleri bulunmaktadır. Yine bu göçmen ailelerin evlatlarından oluşan farklı üniversitelerde farklı alanlarda çalışan 20’den fazla akademisyen bulunmaktadır. Şimdi soruyorum dizi filminin yapımı için yukarıda zikredilen bu muhatapların hangi ferdi muhatap alındı, soruldu, danışıldı, fikir teatisinde bulunuldu…??? Tarihi yaşanmışlıklardan yola çıkılarak kaleme alınan her iki romanın hikâyesi çerçevesinde değerlendirme yapacak olursak, sürgün sürecinde, öncesinde ve sonrasında verilen mesajları ise kısaca maddeler halinde sıralayabiliriz: her iki romanın hikâyesinde; Komşu devletlerin(Türkiye ve Sovyet Rusya’nın) bir birlerine olan güvensizliğini, Devletlerin kendi sınır bölgelerinde ikamet eden ailelerine-halkına olan güvensizliğini, Farklı etnik ve din mensuplu insanların bir-birine olan güvenini, savaş şartlarındaki yaşanan yokluk-sefaletin paylaşımını, Kaçakçılıkla suçlanan insanların gerçek muhatapları olan sınırın ötesindeki Müslüman Gürcülerin durumunu, Sürgüne giden Sibirya esir kamplarından dönemeyen insanların akıbetini, kamplardaki soydaş-dindaş olan insanların dostluğunu, Türkistan çöllerine serpelenen soydaş-dindaş insanların yardımlaşmasını, yoksulluğun paylaşılmasını, Sürgünde parçalanan ailelerin bir araya gelememesini, yalnızlığı, hayta kalabilme mücadelesi, Vatan toprağında çocukluk arkadaşlarına, köyüne, sokağına, tarlasına, evine kavuşma umudunu, Hatıralarda kalan geleneksel fesli-kuşaklı-çizmeli erkek giysileri ile kathalı-leçekli, peştamallı, ehramlı, çarıklı kadın giysilerini, Özel hayatın her alanında evde, bahçede, sokakta, mahallede konuştukları Türkçeyi, Hayata tutunmanın ana kaynağı olan inanca-dine bağlılık,,,,,,gibi konular işlenmektedir. İşlenen bütün bu konuların içerikleri siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel-dilsel-dinsel-mimari ve coğrafi açıdan bir-biriyle ilişkilidir. Bu nedenle konuların bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesi önemlidir. Nitekim zorunlu sürgün ve göç sürecinde yaşanan siyasi baskı, halkların sosyal yapısında, kültüründe, ekonomisinde derin yaralar açmıştır. Bu yaralar, binlerce acıklı-dramatik olayların yanında binlerce de başarılı öyküyü içine alan insani bir durumu dile getirmektedir. Bu yaşanmışlıkların en önemli özelliği, insanların yalnız bedenleriyle bir yerden bir yere hareketliliğini değil, kültürel varlığıyla kendisini ifade edebilme gücünü taşımasıdır. Bu güç, ana toplumsal kültürden bir kopuş ve yeni toplumsal kültürlerle etkileşim sürecidir. Yeni medeniyet havzalarında kültürleşme süreci yaşayan topluluklar, her türlü cefaya rağmen kendi değerlerini korumada güçlü duruşlar göstermişlerdir/sergilemişlerdir. Bunun güzel bir örneği kendi kültürel değerlerini, dillerini, dinlerini muhafaza edebilme başarısını gösteren Ahıskalı Türklerdir. Böyle bir toplumun bunca zorluklar karşı hayatta kalabilme takdiri-iltifatı… Büyük Sürgün Kafkasya dizi senaryosunu hak etmemektedir. --------------------- Tespitlerimizin doğru anlaşılması için her iki roman hikâyesindeki olay örgüsü, siyasi ve sivil karakterler-sosyal-psikolojik durum,zaman, mekân, mevsim, mimari ve kılık-kıyafeti kısaca özetlemeye çalışalım: Salkım Söğütlerin Gölgesinde; Olay Örgüsü: Romanda olaylar, küçük kahraman Ömer’in köy öğretmeni Lenin Nişan sahibi Vitali Efendi’ye annesinin gönderdiği ekmeği vermesiyle başlar. Ömer, babasıyla birlikte Ahıska şehrine büyük kardeşi Cemil’i almaya gider. Cemil, devlet tarafından demiryolu yapımında çalışması için alıkonup, sonra da evine gönderilir. Bundan kısa bir zaman sonrasında İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla Almanlara karşı askere alınır. Cemil, sevgilisi Nino’ya aşkını itiraf etmeyi çok istese de askere gideceği gün onu pazarda bulamaz. Oysa Nino da onu çok sevmektedir. Böylece sevgililer aşklarını itiraf bile edemeden bir daha kavuşmamak üzere ayrılırlar. Siyasi karakterler: Babası Ermeni annesi Rus olan köy öğretmeni aynı zamanda jurnalci (istihbaratçı) Vitali Efendi. İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) bürosundaki memurlar ve bunların başındaki subay İgor ve Zaza. Sivil Karakterler: aynı mahallede oturan sivil karakterler sırasıyla Ahmet Ağa ve ailesi eşi Selvi Hanım, savaştaki oğlu Mehmet, evin delikanlısı Cemil, on iki yaşındaki Ömer, evin kızı Zehra, yine evin gelini Zehra ve iki yaşındaki oğlu İbrahim. Ahmet Ağanın en yakın aile dostu Gürcü Şota ve eşi Lela Hanım, Ahmet Ağanın oğlu Mehmet’le askere giden Mişa, evin küçük oğlu ve Ömer’in arkadaşı Nika, ayrıca askerden firar eden Şota’nın kardeşi Otar. Ve yine küçüklüğünden beri pazarda satıcılık yapan ve bir birine âşık iki genç Cemil ve Nino. Sosyal-psikolojik durum: İki yıl önce büyük oğlunu da askere gönderen Selvi Hanım ve Ahmet Ağa, her an çocuklarının ölüm haberini alma kaygısıyla beklerler. Savaş, gün geçtikçe şiddetini artırmaktadır. Devlet, halkın nesi varsa “savaş uğruna” elinden almıştır. Stalin, insanların bazılarını Sibirya’ya sürgüne göndermiş (gulag etmiş), tarlalara, bahçelere, evlere el konulmuş, ibadet yerleri tahrip edilmiştir. Rabat Pazar Yeri: genellikle yabani orman ürünleri(meyve çeşitleri v.s) ve kendi ürettiklerini satan Pazar esnafından Gürcü kadın, bıyıklı Ermeni kadın Salka’lı Eleni, şarap satıcısı Giorgi, erzakçı Moşe, Moşenin köylere satışa giden İzak ve terzi Ermeni. Farklı etnik kimlikli ve kişilik özelliği gösteren pazar esnafı. Zaman: 1930-1944 yılları ve dönemin Sovyet lideri Stalin’in bölgede (hatta bütün ülkede) siyasi sürgün kararlarının uygulandığı bir dönem. Ahıskada ve bütün Kafkasya’da Müslüman etnik topluluklar üzerinde toplu sürgün hesaplarının-hazırlıklarının yapıldığı bir dönem. Mekân: Ahıska, Ardahan-Posof’la sınır yakasında yerleşen çoğunluk Türk olmakla birlikte, Gürcü, Ermeni, Kürt, Rum (Urum) ve Yahudilerin Anadolu Türkçesiyle anlaştıkları bir şehir. Orsep ve Hevot Köyleri: Orsep bir saat uzaklıkta bulutların içinde kaybolan tepede bir köy. Hevot ise Ahmet Ağanın yakın arakadı olan Şota’nın köyüdür. Her iki köy sırtını zirveye kadar koyu yeşil renkli ladin, köknar ve çam ağaçlarıyla kaplı bir zümrüt dağa yaslamıştır. Geniş çayırları ve verimli ekin tarlaları olan bir yer. Sventiya: Otar’ın arkadaşlarıyla savaştan firar ettikleri ve saklandıkları efsanevi bir yer. Burası insanların çoğunun bilmediği Uşba dağının eteklerinde yeşil bir vadide taştan kulelerden oluşan, doğayla barışık boynuzlu yaban keçilerin bile zirvesine çıkamadığı tek dağ. Mevsim: 1944’ün Eylül-Ekim-Kasım, Aralık-Ocak-Şubat ayları: güz ve kış mevsimi, sisli, yağmurlu, soğuk ve kar yağışlı. Mimari: Taş ve ahşap duvarlardan inşa edilen toprak ve ahşap çatılı köy evleri. Kılık-Kıyafet: Son Osmanlı dönemi fesli-kuşaklı-çizmeli erkekler. katha-leçekli, peştamallı, ehramlı, çarıklı ve uzun elbiseli kadınlar. ------------------------------ Sınırdaki Sır; Olay Örgüsü: Romanda Rüstem’in gerçek hikâyesini kısaca şöyle özetleyebiliriz: Ilıca köyünün başında görünen atlı bir grubun muhafız Ahmet beyin evinin önünde durarak içlerindeki gösterişli beyaz atlı düzgün giyimli Salih Kurt adında resmi nüfuzlu bir memurun Ahmet bey Ahmet bey diyerek seslenmesiyle başlar… Bu durum Ahmet Bey’e sınırın ötesinde Sovyet Rusya’nın Almanlarla savaş halinde olmasını her an sınır bölgelerinde bir hareketliliğin olabileceğini düşündürür. Bu esnada Safiye ile birlikte tarlada olan Rustem kendisine komşusu Aslan tarafından atılan kaçakçı iftirasını düşünmesiyle hikâyenin gizemi başlamış olur… Aslında kaçakçı iftirası Rüstem’in casusluluk görevinin gizlemek için oyunun bir parçası, başta Rüstem’in ailesi olmak üzere komşu ve bütün köy halkının Rüstem’in gerçek casus kimliğini bilmemesi için yapılan bir kurgu. Kurgunun nihayetinde sınırda askerlerin kurşunları eşliğinde ormanda kaybolan Rüstem öte sınıra geçer. Kısa zaman sonra yakalanır Tiflis gizli polis karargâhında sorgulanır, yargılanır, 15 yıl mahkum olur ve Sibirya esir kamplarına sürgün edilmesine karar verilir, cezası bitince Sovyet Rusya vatandaşlığı hakkı kazanacağı kendisine okunur. Arkasından Rusya’nın Gulag Takım Adaları olarak bilinen Sibirya’daki (Kamçakta) esir kamplarından birine gönderilir. Rustem burada kendisi gibi Türkçe konuşan Türkistanlı, Kafkasyalı, Azerbaycanlı arkadaşlar edinir. Sonrasında Sovyet Rusya vatandaşlığını alarak Rusya’nın kuzeyi Vladi-vostok bölgesine yerleşir burada evlenir ve bir oğlu olur….. derken yıllar sonra kamptaki arkadaşlarından İslam adında birsinin Türkiye’ye gelmesi İnegöl’de bir kahvehanede yaşadıklarını anlatırken sohbete kulak misafiri olan Demirkapı muhtarı Aytekin beyin bu yaşlı adamla tanışması sonucu Rustem’in sağ olduğunu öğrenmesi üzerine, Rustem’e yazdığı mektuba aldığı cevapla kısa zamanda hazırlıklarını tamamlayan Aytekin bey oğluyla birlikte Moskova ve Vladivostok yolunu tutar. Böylece Rustem’i yurduna getiren Aytekin bey birlikte köyüne gider, Rustem çocuklarına kavuşur bir müddet köyünde yaşadıktan sonra hanımı Safiye’nin mezarı üzerinde vefat eder. Zaman: İkinci Dünya Savaşı yıllarında (1937 sonrası) İsmet İnönü hükümet dönemi, Mekân: Ilıca ve Demirkapı köyleri Ardahan sınır köyleri, Arsian Dağı bir bölümünü tarla ve çayırlarla kaplı yükselti sonrasında Orman örtüsü ve yeşil vadilerle süslenmiş bir manzara. Mevsim: Ağustos, Eylül, Ekim ayları hasat zamanı, zaman-zaman yakıcı güneşli, serin poyrazlı, sisli, yağmurlu, Karakterler: Gümrük muhafaza memuru Ahmet Bey, Demirkapı köyü muhtarı Aytekin bey, köy sakini Rustem eşi Safiye kızları (Feride, Seher ve beşikteki evin bebeği). Rustem’e iftira atan Aslan. Bölge karakol komutanı Teğmen Faruk ve askerleri, yarbay Salih Kurt ve sorgucu memurları….diğer resmi karakterlerden Hakim, Orman korucusu…, sivil karakterlerden Şemistan Ağa, Yusuf Pehlivan … v.s. Eserde eksik kalan hususlar: *6 Ağustos 1928 tarihinde Türkiye ile SSCB arasında imzalanan İki Ülke sınır yaylalarının ortaklaşa kullanımını içeren Sözleşmeye istinaden sınır karakollarının bilgisi dâhilinde çobanlık kimlikleri takdim edilerek sınır yaylaları kullanılmaktaydı. Fakat bu uygulama 1939 tarihinde Stalin tarafından tek taraflı iptal edilmiştir.
*Sınır yaylalarının kullanma müsaadesi boşluğundan faydalanarak bu dönemde bölgede kaçakçılık yapanların Müslüman Gürcülerden ibaret olduğu, muhafızları tarafından yakalandıklarında akrabalarımız özledik görmeye geldik, gâvurların elinden kaçarak dinimizi yaşamaya geldik türünden çeşitli bahaneler uydurdukları sınır karakolları tarafından bilinmekteydi. *Esir kampları: Gulag- (Glavnıy Upravleniye Lagerey)- Çalıştırma Kampları Genel Yönetimi. Sovyet Cezalandırma ve Çalıştırma Kampları olarak da bilinen bu özel esir kampları; insanların hatıralarında devlet terörünün sistemli bir şekilde yapıldığı yerler olarak kalmıştır. *Atabek: Cumhuriyetin kurulduğu yıllara kadar, bölgede bir çeşit derebeyi gibi yaşam süren hanedanın mensupları ??? Oysa doğru tanım şöyle olmalıdır- Atabek veya Atabekler: 1124 yılında 40 bin ailenin Kuzey Kafkaslardan gelerek Ahıska ve çevresine yerleşen Kıpçaklar 1268’de Atabekler devletini kurarak bölgede 1578’a kadar 310 sene hüküm süren Atabeklerdir. Bir daha hatırlatalım ki tarihte yaşanan acı gerçekler çalışıldığında mutlaka konuyla ilgili uzmanların görüşleri, fikirleri kaçınılmazdır. Bir üst komisyon çatısı altında işlenecek konu içeriklerinin irdelenmesi ve olası hataların aza indirgenmesi filmin mesajı açısından elzemdir-önemlidir. Kaynak: Usgam Rasim BAYRAKTAR*
Kaynakça: -Büyük Sürgün Kafkasya, Yönetmen Mehmet Ada ÖZTEKİN, TRT 1-2015 -Fırat SUNEL, Salkım Söğütlerin Gölgesinde, (3. Baskı), Profil Yayınları, İstanbul-2012 -Gürsel BALCI, Sınırdaki Sır, Sayfa 6 Yayınları, İstanbul-2013. * Yard. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi, rbayraktar@hotmail.com |
Ajans Ahıska'yı Facebookta Beğenebilirsiniz: