“Bolşevik’lerin ve Bolşevizm’in ne olduğunu anlamadınız. Bolşevik’lerin Anadolu’ya girdikleri gün, malik olduğumuz mutluluk Moskova’ya aktarılacak ve biz, çıplak bir halk olarak kalacağız. Azerbaycan’ın başına gelenlere bakınız.”1
MUSTAFÂ KEMÂL PAŞA
MUSTAFÂ KEMÂL PAŞA
(FO 371/6525/E 8990: Başkomutandan Savaş Bakanlığı’na kapalı tel yazısı no.719, İstanbul, 5.8.1921.)
“Gerçekte Mustafa Kemal, Bolşevik ilkelerinden nefret ediyor, ama duygularını gizlemeye çalışıyor.”2
(87) İbid.: belge no. E 12803; kaynak: HC / 1360. (24 Eylül 1920 târihli İngiliz istihbarat raporu)
Genelde Atatürk döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin ilişkilerinin iyi olduğuna dâir iddiâlar vardır. Gerçi uzaktan görünüş buna uygun olsa da, bunu genelleştirmek doğru değildir. Zîrâ bunun tersini gösteren birçok örnek bulunmaktadır. Ancak verebileceğimiz üç örnek, durumu olduğu gibi ortaya koyacaktır.
1. Âzerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti temsilcisi İbrâhim Abilov’un 1923’te öldürülmesi
2. Sovyetler Birliği’nde yer alan ve Türk vatandaşlarına âid mâllara ve mülklere el konulmasına karşılık olarak Türkiye’nin 25 Şubat 1931 târihli kararnâme ile Türkiye’deki Rus mâllarına ve mülklerine de el konulması.
3. 6 Ağustos 1928 târihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzâlanan sınır ihtilâfı ve olaylarına dâir sözleşmenin altı aylık süresinin bitiminden i’tibâren sözleşmenin tekrar imzâlandığı 15 Temmûz 1937 târihine kadar sınır hattında yaşananlar…
Üçüncü örnek, elbette genel bir olaylar dizisidir ve bu olaylar içerisinde 1931 yılında yaşanan iki olay, bu yazının konusunu oluşturmaktadır. Ancak bu olayın önemini ortaya koymak için gidişâtı da görmemiz gerekir.
Bilindiği gibi Türk İstiklâl Savaşı süresince TBMM ile Sovyet Rusya arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. Bunda en önemli sebeb de, ortak düşman İngiltere algısıdır. Bununla birlikte her iki ülke için en önemli kısım sınır hattımız olmuştur. Türk ordusunun, Sovyetlerin engelleme çabasına rağmen, Ermenistan’ı yenilgiye uğratması ve Kars, Ardahan, Iğdır ve Batum ile Nahçıvan’ın kurtarılması üzerine 2 Aralık 1920’de Ermenistan ile Gümrü Barış Antlaşması yapılmıştır. Ancak hemen ardından Sovyet Kızılordusu’nun Ermenistan’ı işgâli ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti’nin kurulmasıyla bu antlaşma hükümsüz kalmıştır. Bunun üzerine Türk ve Sovyet tarafları yeni yollara girişmişler ve 16 Mart 1921’de Moskova’da “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzâlanmıştı. Böylece resmî olarak iki ülke birbirini tanımıştı. Bu antlaşmaya göre Sovyetler Birliği, Türkiye’ye askerî, siyâsî ve ekonomik destek vermeyi kabûl ediyordu. Bununla birlikte bunun karşılıksız olmadığını belirtmek gerekir. Türkiye, bu destek karşılığında Batum’u Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti’ne, Nahçıvan’ı da Âzerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti’ne, Türkiye’nin garantörlüğünde olma koşuluyla devretmişti3 4.
Sonraki süreçte de Sakarya Meydân Muhârebesi’nin sonuçlanmasıyla birlikte 13 Ekim 1921’de TBMM ile Âzerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyetleri arasında Kars’ta bir dostluk antlaşması imzâlandı. Bu antlaşmada da Moskova’da imzâlanan antlaşmanın özellikle sınırlar konusu, bir daha detaylı bir şekilde ele alındı5.
Cumhûriyet döneminde 17 Aralık 1925 târihinde Paris’tek Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzâlandı. Bununla birlikte bu süreç içerisinde Moskova ve Kars antlaşmaları ile sınır, kesin olarak çizilse de, zaman zaman sınır ihtilâfı yaşanmaktadır. Bu yüzden 6 Ağustos 1928’de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzâlanan sınır ihtilâfı ve olaylarına dâir sözleşme imzâlandı. Ancak bu sözleşme, altı ay yürürlükte kaldı. İki tarafın hükûmetleri sözleşmenin süresini uzatmak için yeterli gayreti göstermediği için bâzı sınır olayları yaşandı ve en sonunda 15 Temmûz 1937 târihinde yeniden benzeri bir sözleşme imzâlandı6.
Böylece Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki resmî seyri gördükten sonra ilişkileri bâzı olaylara bakabiliriz. Bilindiği üzere Sovyetler Birliği, İstiklâl Savaşı yıllarında Türkiye üzerinde baskı kurmaya ve Türkiye’yi bir komünist Sovyet cumhûriyetine dönüştürmeye çabalamıştı. Bunun için Mustafâ Suphi önderliğinde bir komünist partisi kurulmuş ve Anadolu’nun dört bir yanında faâliyetler yürütülmüştü. Bunun sonucu olarak da Mustafâ Suphi, Mustafâ Kemâl Paşa tarafından TBMM’nin 22 Ocak 1921 târihli gizli oturumunda ciddî suçlamalarla hedef alınmıştır7. Bu konuşmanın üzerinden beş gün geçtikten sonra Mustafâ Suphi ve arkadaşları öldürülmüştür. Bununla birlikte Türkiye-Sovyet ilişkileri açısından asıl önemli olan olay, Âzerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti temsilcisi İbrâhim Abilov’un 1923’te İzmir İktisâd Kongresi’ne katıldığı günlerde ölmesiydi. Kayıtlara kazâ olarak geçen bu ölüm, İngiliz istihbârat raporunda doğrudan Mustafâ Kemâl Paşa’nın emriyle, bir ajanı tarafından gerçeleştirildiği belirtilmektedir. Bunun sebebi olarak Abilov’un Doğu Anadolu’da bir komünist ayaklanma kışkırttığı bilgisi yer almaktadır. Ancak bu noktada İngiliz kaynaklarından daha da ilginç olan Sovyet temsilci Aralov’un olayın hemen ardından Ankara’ya dönmesi ve TBMM’ye protesto notası vermesidir8.
Bu durum, bağımsızlık konusunda Mustafâ Kemâl Paşa’nın Sovyetlere karşı da neler yapabileceğinin kanıtı olarak görülebilir.
İkinci önemli olay, Sovyetler Birliği’nde yer alan ve Türk vatandaşlarına âid mâllara ve mülklere el konulmasına karşılık olarak Türkiye’nin 25 Şubat 1931 târihli kararnâme ile Türkiye’deki Rus mâllarına ve mülklerine de el konulmasıdır. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk vatandaşlarının mülkleriyle mâllarına el konması üzerine, mütekâbiliyet ilkesine göre Türkiye’de yaşayan Rusların mâllarına ve mülklerine el konulmasına karar verilmiştir. Bu olayın Türk-Sovyet ilişkilerinde büyük sorun yarattığını düşünmek için yeterli kaynak elimizde var.
Şimdi yazımızın asıl konusuna gelebiliriz. Yukarıda söylediğimiz gibi 1928’de imzâlanan ve altı ay süreli olan sınır ihtilâfı ve olaylarına dâir sözleşme, altı ay sonra sona ermiş ve yenilenmesi 1937 yılını bulmuştur. İşte bu ortamda 1931 yılının bahar ve yaz aylarında, iki kez Sovyet Kızılordusu sınırlarımıza saldırmıştır.
Ancak ne yazık ki, bu iki saldırının kesin târihini ve saldırı noktasını tesbît edemiyoruz. Bunda devletin, maâlesef, çok geç haberdâr olmasının payı büyüktür. 16/02/1932 târihli, Gâzi Mustafâ Kemâl imzâlı kararnâmeye göre ancak Dâhiliye Vekâleti’nin (İç İşleri Bakanlığı) 12/02/1932 târihli yazısıyla haberdâr olunabilmiş ve olayları yerinde incelemek, bir daha olmamasını sağlamak üzere nelerin yapılabileceği üzerinde inceleme yapılması için bir hey’et oluşturulmuş. Ancak kesin bir sonuç alınamamış olacak ki, 1934 yılında yeni bir komisyon oluşturulmuş, 1937 yılında Kurmay Yarbay A. Cevad Baydar olayı araştırmakla görevlendirilmiştir. Ancak maâlesef, herhangi bir sonuç alınamamıştır.
Bununla birlikte saldırının yaşandığı bölgenin, kesin olarak noktasını tesbît edemesek de, Ardahan çevresi olduğunu söyleyebiliriz. 26/01/1937 târihli karârnâmeyle olayın araştırılması için görevlendirilen Kurmay Yarbay A. Cevad Baydar başkanlığındaki komisyonda Ardahan kaymakamının da görevlendirilmiş olduğunu görüyoruz. Her ne kadar olaya dâir Türk belgelerinin hiçbirinde yer bilgisi olmasa da, Ardahan kaymakamının görevlendirilmesinden dolayı olayın bu bölgede gerçekleştiğini söylemek, sanırım yanlış olmaz.
Saldırının yaşandığını tahmîn ettiğimiz Ardahan bölgesinin Sovyet (bugünkü Gürcistan) tarafına baktığımızda iki yerleşim göze çarpmaktadır. Ahıska ve Ahılkelek. İki bölge de Türk nüfûsuyla bilinmektedir. Öyle ki, Sovyet lideri Stalin’in 1944 yılında Ahıska Türklerini sürgün etmesine kadar nüfûsun çoğunluğunu Türkler oluşturmaktaydı. Dolayısıyla saldırıların bu bölgeden yapılmış olmasının, bölgenin nüfûsuyla ilgili olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Zîrâ bütün Türk-Sovyet sınırı boyunca Batum ve Nahçıvan dışında Türk nüfûsun yoğun olduğu tek bölge burasıdır. Ancak Batum ve Nahçıvan’ın Türkiye garantörlüğünde oluşu göz önüne alındığında, sınır hattında Sovyet saldırısı için uygun tek Türk yerleşimi olarak burası kalıyor.
Görünen o ki, Sovyetler Birliği, Atatürk’ün mütekâbiliyet ilkesi çerçevesinde attığı bir adımdan rahatsız olmuş ve Türk sınırlarına doğru bahâr ve yaz aylarında iki saldırı yapmıştır. Ancak maâlesef, devletimizin bundan aylar sonra haberdâr olmuş ve anlayabilmek için yıllarca komisyonlar oluşturulmuştur.
Bu yaşananlar, Atatürk döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir satranç oyunu oynandığını, iki tarafın birbirine saygılı ve dost bir görünüm vermeye çalışsa da, tam bir mücâdele hâlinde olduklarını göstermektedir. Ancak elbette Sovyetler Birliği, burada saldırgan, Türkiye de savunmada kalan taraftır. Atatürk’ün ölümünden sonra, Sovyet baskısının artmasına ve sonuç olarak Türkiye’nin NATO’ya girerek, Batı bloğundaki yerini almasıyla sonuçlanacaktır.
9 Temmûz 2019
KUTLU ALTAY KOCAOVA
1Sonyel, Salâhi R., Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, s.202-203, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2013
2a.g.e., s. 115
3T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: 1, Cilt:9, İçtima:2, On birinci İçtima, 24.03.1337 (1921) Perşembe, s.206-208
4Sosyal, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, 1. Cilt (1920-1945), s.32-38, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983
5a.g.e., s.41-47
6https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc018/kanuntbmmc018/kanuntbmmc01803471.pdf (Erişim târihi: 09.07.2019)
7T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Devre: 1, Cilt: 1, İçtima:1, 22 Kânunusâni 1337 (1921), s.326-336
8Sonyel, Salâhi R., Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, s.325, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2013