ZAFER KARATAY
1944 Mayıs başlarında Kırım, Nazilerden kurtarılınca Kırım Tatarları savaşın sona ermesini, cephedeki erkeklerin bir an önce dönmelerini beklemeye başlamışlardı. Tarlalar sürülüyor, bahçeler çapalanıyor; domates, soğan, patates ekimleri yapılıp işgalin ve savaşın izleri silinmeye çalışılıyordu. Ama Stalin’in onlar için başka planları vardı. 11 Mayıs 1944’de Devlet Güvenlik Komitesi gizli bir karar almış, istisnasız bütün Kırım Tatarlarının Sibirya, Urallar ve Orta Asya çöllerine sürgün edilmesi kararlaştırılmıştı. Stalin, Beria’ya hazırlıkların ve gerekenlerin yapılması talimatını vermişti.
Kırım Tatarları, Kırım’ın her yerinde görünen askeri hareketliliği savaş zamanının normal hareketliliği sanıyorlardı. 15-16 Mayıs’ta Kırımlı Tatar erkeklerinin aniden emek ordusuna çağrılıp gözetim altına alınmalarını bile normal karşıladılar. 16 yaşındaki Saffet de kolhozda çayır biçerken kolhoz merkezine at arabasıyla birlikte gitmesi emrini aldı. Kırım’ın Azak Denizi kıyısında, SSCB’den sonra müzik festivali ile ünlenen Kazantüp Yarımadası’ndaki Kazantüp Köyü’nden at arabasıyla kolhoz merkezine vardığında, toplanmış subaylardan biri onun yanına bindi ve Kerç Demiryolu boyundaki tren istasyonuna gittiler. İstasyondan yiyecek yükleyip dönene kadar hava iyice karamıştı. Bu yolculukta Rus subaya yeni aldığı bir ağızlığı ve iyi kalite tütün hediye etmiş, tatlı tatlı sohbet etmişlerdi. Geri dönüp Kolhoz merkezinde, gece yarısından sonra yanına gelen subayın evine git emriyle, gece karanlığında koştura koştura evine gelip yattı. Tam derin uykuya dalmışken kapının tekmelenmesi vurulmasıyla uyandı. Kapıda birlikte at arabasıyla yiyecek almaya gittiği subay ve bir başka asker duruyordu. Şaşkınlıkla subaya baktı. “Yardıma mı ihtiyacınız var yine?” diye sordu. Subay cevap vermedi, başını eğdi. Yanındaki diğer asker hışımla kapıyı iterek içeri girdi. “15 dakika, hazırlanın, 20 kilodan fazla eşya almayın. Sovyet Devleti emriyle Kırım’dan gönderiliyorsunuz. Çabuk hazırlanın” diye emirler yağdırırken evin altını üstüne getirerek arama yapıyordu. Üç kız kardeşi ve sakat olan annesiyle ne yapacaklarını şaşırdılar. Babaları ise Kızıl Ordu’da cephedeydi.
Kız kardeşleri ve annesi ağlaya ağlaya bir şeyler hazırladılar. Evden çıkar çıkmaz Rus subay kapıyı kilitledi ve bir daha evlerine girmelerine izin vermedi. Kırımoğlu, Bir Halkın Mücadelesi’ni çekerken köyüne, köylülerinin sürgün zamanında toplandıkları çayıra ve şimdi içine bile giremediği evine uzaktan bakıp o facialı yılları anlatan Saffet Ömer hala şaşkın şaşkın başını sallıyor ve Rus subayı anlayamıyordu; “Şu subay bir tek söz söylemedi. O zamanlar zor bulunan en iyi tütünümü ikram ettim. Bütün gün onlara yardım ettim. Tek bir söz söylemedi hazırlanın diye. Meğer hazırlıklar bizim içinmiş”.
Saffet Amca, Kazantüp Köyü’nü gören küçük tepe üstündeki akasya ağacının dibine çöktü. Düşüncelere dalmıştı. Sonra ıslak gözlerle köyün çayırlarına doğru baktı, “Bu çayırlığa topladılar bizi. Mahşer günü gibiydi. Ağlayan, dua edenler, niçin diye soranlar… Cevabı yoktu. Bizi ve etraftaki köyleri tren istasyonuna askeri kamyonetlerle taşıdılar, doğru hayvan vagonlarına. Tıklım tıklım doldurdular. Pislik doluydu. Kapıları sıkı sıkı kapattılar, Kırım’dan çıkıp epeyce uzaklaşana kadar trenler durmadı, kapıları açmadılar. Bitlendik. Halkın hepsi bitlendi”.
Bunu söylerken irkilerek elini istemeden başına, boynuna götürüyor, başını boynunu sıvazlayıp sanki bitleri toplayıp atıyordu. “Tuvalet yoktu balam. Trenin bir köşesinde tahtaların arasını deldiler. Bir perde tuttuk. Herkes orayı kullandı. Ne yapacan başka çare yok…Neyse tren bir yerde durdu. Çaresi olan bir şeyler pişirmeye çalıştı, ihtiyacını görmeye koştu derken tren aniden hareket etti. Binen bindi, yetişemeyen kaldı balam. Birkaç gün sonra tuzlu balık verildi. Açız. Pis koksa da yedi birçokları. Ama yiyenler çok susadı. Nihayet bir yerde durdu tren. Etraf bataklıktı. Yaşlılar ‘durun içmeyin, kötü su, hasta olursunuz’ dese de dinlemedi birçoğu. Hastalık peydah oldu. Tifüs, sıtma…Ölülerimiz arttı vagonlarda. Tren durunca demiryolu kenarlarına bıraktık ölülerimizi gömemeden. Çakallara yem oldular. 20 günden ziyade gittik. Özbekistan çöllerine getirip bıraktılar bizi. Ev yok, yaşamaya yer yok. Şükür sağ kaldı. Vatan diye diye yaşadık. İşte artık vatandayız. Görüyorsunuz halimizi!”
SESLERİ DUYULMADI
18 Mayıs 1944’de hayvan vagonlarına doldurulan Kırım Türklerinin feryatlarını hür dünya duymadı. Yıllarca da duymayacaktı. Sovyet rakamları sayıları kasıtlı olarak düşük gösterse de 423 bin civarında Kırım Türkü sürgün edildi. Kırım’dan istisnasız olarak çıkarılan ve çoğunluğu kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hasta ve sakat erkeklerden oluşan Kırım Türklerine, savaştan sonra cephede kahramanlıklar gösteren erkekler de eklendi. Bu insanların her birisinin hikayesi ayrı bir roman konusu, ayrı bir uzun hikaye konusu olacak kadar hazindir.
1944’te Kırım’dan topyekûn sürgün edilen Kırım Tatarları, Stalin ve totaliter Sovyet rejiminin insanlık dışı uygulamalarına maruz kalan tek halk değildi. 28 Ağustos 1941’de Volga Almanları, 23-24 Şubat 1944’de Çeçenler ve İnguşlar, 2 Kasım 1943’de Karaçaylar, 27 Aralık 1943’de Kalmuklar, 8 Mart 1944’de Malkarlar ve nihayet 14-15 Kasım 1944’de Ahıska Türkleri de Kırım Tatarları gibi yurtlarından sürgün edildiler. Kalmuklar, Kafkas halkları, Çeçenler, İnguşlar, Karaçay ve Malkar Türkleri, Stalin öldükten sonra 9 Ocak 1957’de affedildi ve onlara vatanlarına dönme izni verildi. Fakat Kırım Tatarları, Volga Almanları ve Ahıska Türkleri bu affın dışında bırakıldılar.
Şubat 1945’de Kırım Tatarlarının tarihi vatanı Kırım’da, Yalta’da toplanan liderlerin gündeminde ne Kırım Tatarları ne de sürgün edilen diğer halkların durumu hakkında tek bir söz bile söylendi. Ama Stalin bu konferanslar esnasında sürgünlerin sebebi olan esas niyetini açığa vurmuştu. Savaşa girmeyen Türkiye cezalandırılmalıydı; Boğazlar, Kars ve Ardahan meselesi yeniden ele alınmalıydı.Türkiye ile muhtemel bir savaşta cephe gerisinde problem yaratması kuvvetle muhtemel olan halklar sınır bölgelerinden temizlenmeliydi. Hiç Alman işgaline uğramamış Ahıska Türklerinin suçu neydi ki vatanlarından sürgün edildiler, hala daha darmadağınık halde yaşamak zorundalar.
Kırım Tatarları, bu dehşetli sürgünden ve sürgün sonrası ağır şartlardan dolayı nüfuslarının yüzde 46.2’sini kaybettiler. Ancak diri diri gömüldükleri mezardan bir halk olarak inanılmaz mücadeleyle, Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğdular. Büyük bir kitle mücadelesi vererek; teröre, şiddete başvurmadan Mustafa A. Kırımoğlu gibi, dünya çapında tanınmış bir insan hakları savunucusu ve vatansever lider önderliğinde vatanlarına dönmeyi başardılar.
EMELLER HALA DEĞİŞMEDİ
1989 yılından itibaren küçük çapta anma merasimleriyle başlattıkları 18 Mayıs 1944 sürgün kurbanlarını anma gününü 1992’den itibaren Akmescit Meydanı’nda binlerce Kırım Türkünün katılımıyla yapmaya başladılar. 1994 yılında Ukrayna, 18 Mayıs 1944’ü resmi matem günü ilan etti ve 30-40 bin Kırım Tatarının iştirakleriyle Akmescit’in merkezinde kurbanlarını dualarla andılar, ta ki 2014 yılına kadar. Rusya’da Deli Petro’dan Putin’e kadar çarlar, sistemler, rejimler değişse de Kremlin’deki ana fikir ve emellerin değişmediği 2014 yılında bir kez daha net görüldü.
Rusya, 27 Şubat 2014 tarihinde Kırım’ı fiilen işgal ve uydurma bir referandumu gerekçe göstererek bir kez daha ilhak etti. İşgalci Rusya ve onun işbaşına getirdiği yönetim ilk iş olarak 18 Mayıs 1944 sürgünü anma mitinglerini yasakladı. Mücadelelerinde tek bir şiddet eylemi yapmayan Kırım Tatarlarının seçilmiş en üst yetkili organı olan Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırı örgüt gerekçesiyle kapattı. Mustafa A. Kırımoğlu, KTMM Başkanı Refat Çubar ve Kırım Haber Ajansı Koordinatörü İsmet Yüksel ve birçok Kırım Tatarının vatanlarına girişi yasaklandı. İlk özel, bağımsız Kırım Tatar televizyonu ATR, Meydan Radyosu, bölgeden en iyi haberleri veren Kırım Haber Ajansı (QHA) izinleri kaldırılınca faaliyetlerini Kiev’den sürdürmek zorunda kaldılar.
Meydanlarda kaybettikleri ana babalarını, şehitlerini, kurbanlarını anamayan Kırım Türkleri işgal altında baskılara rağmen bugünü farklı eylemlerle anmaya gayret ediyorlar. Önceki yıl 18 Mayıs günü Kırım Tatar bayraklarıyla donattıkları arabalarla şehir ve kasaba merkezlerinde araç konvoyları oluşturdular. İşgalci yönetim buna karşılık yüzlerce araç sahibine ceza kesti, bu organizasyonu yapan Milli Meclis’in bölge başkanlarını ve aktivistlerini yargılayıp cezalandırdı. Bu yıl da Kırım Tatarları yasaklama ve baskılara rağmen acılarını yaşamak, kurbanlarına anmak için çeşitli tedbirler alacaklar hiç şüphesiz. Ancak Kırım Tatar önderleri, günler öncesinden bölgedeki güvenlik güçleri ve Rus FSB görevlilerince uyarılıyorlar. İşgalin başından beri kaçırılan, öldürülen, kaybolan Kırım Tatarlarına göndermede bulunarak, eş ve çocuklarının kaybolabileceğini kimi yerlerde açıkça kimi yerlerde de ima ile belirterek tehdit ediyorlar. Zaten 3 yıldır Kırım tatarlarının evlerine, camilere baskınlar aramalar günlük hadise haline geldi. Birçok din kitabı, Mevlana’nın kimi eserleri dahi yasak. Aramalarda bulunan ya da kendilerince koyulup kendilerince bulunan kitaplar gerekçe gösterilerek birçok Kırım Tatarı aşırı faaliyette bulundukları iddiasıyla tutuklandı.
18 Mayıs 1944’de Kırım Türklerinin sürgününü kimse duymamıştı. Ama 2014’ten beri yaşananlar neredeyse televizyonlarda, sosyal ağlarda canlı yayınlanır hale geldi. Rusya’yı ve Rusya’yı yöneten zihniyeti çok iyi tanıyan Kırım Türkleri işgale karşılar. Tıpkı Stalin’e ve Sovyet rejimine karşı oldukları gibi. Yine mücadelelerini sürdürecekler.
Kaynak:Karar