Dedem dürbünle seyredermiş memleketini.

Sovyet sınırına en yakın köye gidip boynuna astığı dürbünle uzun uzun bakarmış. Henüz bir delikanlıyken, geceleyin ansızın ayrılmak zorunda kaldığı memleketine bir daha hiç dönememiş, ancak uzaktan seyredebilmiş. Dürbünle yaklaştırabildiği kadar dinermiş hasreti. Ahıska, saçlarına bir daha dokunamayacağı bir sevgili gibi uzakta kaderine boyun eğermiş. Oğlunu yani dayımı yanına alıp elma bahçemizin Türkiye tarafında kalan tek ağacından elma koparıp yerlermiş.

1932 sonbaharında Rus devriyelerinin kurşunları başlarının üzerinden geçerken son kez evlerine dönüp bakmış. Henüz 12 yaşındaymış. Eşini almak için giden ve kaçışa yetişemeyen abisini aramış gözleri. Uzaktan da olsa Ahıska'yı görebilmiş fakat abisini dünya gözüyle bir daha hiç görememiş. Çok sonraları ise II. Dünya savaşında Kızılordu'ya zorla alındığını ve cephede hayatını kaybettiğini öğrenmiş. Eğer hayatta kalıp, Ahıska'ya dönebilseydi ailesinin çoktan Stalin'in ölüm trenleriyle sürgüne gönderildiğini kahrolarak görecekmiş rahmetli. 3 çocuğundan birisi aylar süren kapalı vagondaki yolculuğa dayanamayarak vefat etmiş. Bu ölüm trenlerinde binlerce insan açlıktan, soğuktan ölmüş ve bir mezarları dahi olmamıştır. Dedem ise yıllarca diğer iki yeğeninin izini sürmüş. Birini Azerbaycan'da, ötekini Rusya'nın Krasnador şehrinde bulmuş. Şimdilerde ise onların çocuklarından bazıları Amerika'da bazıları Kırım'da bazıları da Rusya'da…

Bir aile beş ülkeye dağılmış, paramparça olmuş. Yazarken gerçekten çok zorlandığım ve bu sebeple kısaca özetlemeye çalıştığım bu acı aile hikâyemizi sadece bizim hikâyemiz olmadığı için anlattım.

Yüzbinlerce Ahıskalı'nın da hikâyesi buna benzer olduğu için anlattım.

Ve dahası bunun çok daha büyük bir meselenin göstergesi olduğunu düşündüğüm için anlattım.

***

Yüzlerce yıldır süren bir ricat yaşıyor İslam dünyası. En batıda Granada'nın düşüşünden başlayarak, Viyana önlerinden Balkanlar'a, Karadeniz'in kuzeyinden Kafkaslar'a uzanan büyük bir geri çekiliş bizi İslam'ın doğduğu bölgeye doğru sıkıştırıyor. Askeri, ekonomik ya da sosyokültürel bir mücadele kısasıya devam ediyor. Hristiyan batı dünyasının kaybedip de tekrar geri alamadığı tek toprak parçası olan Anadolu ise direniyor. Balkanlarda bıraktığı Müslüman unsurlarla arasına örülen Ortodoks duvar, Kafkasya ve Orta Asya ile de arasına örülmüş durumda. Şii İran'dan başlayan ve Esed rejiminin Akdeniz kıyısındaki şehirleri ile tamamlanan bir çevreleme ve irtibatı koparma hareketini zaten yakinen görüyoruz.

Meseleye buradan bakınca Ahıskalıların büyük sürgünü daha fazla anlam kazanıyor. Büyük Sovyet İmparatorluğu'nda bu şekilde sürgüne tabi tutulan başka bir millet yoktur. 72 yıldır dünyanın dört bir yanına dağılmış yüzbinlerce aile eşi benzeri görülmemiş bir çile çekti.Vatanlarına dönmeleri türlü türlü yollarla engellendi. Bugün Ahıska'da Gürcüler ve Ermeniler yaşıyor. Sadece 72 yıl içerisinde bir millet yaşadığı topraklardan tamamen siliniyor. Nüfus yapısı tamamen değişiyor. Bir daha geri alınamaz bir biçimde değişiyor hem de…


Gündelik siyasi söylem, politika veya olaylar üzerine çok yoğunlaşınca uzun vadeli dönüşüm stratejilerini atlayabiliyoruz. İslam dünyasının birçok kritik yerinde, tıpkı Ahıska'da olduğu gibi nüfus yapısıyla oynanıyor. Tarihte yüz yıllık zaman dilimi çok kısadır. Mesela, Müslüman nüfusun çoğunluk olduğu Erivan şehri sadece elli yıl içerisinde Müslüman Türk unsurlardan arındırılarak bir Ermeni başkenti haline getirilmiştir. Sadece elli yıl… Azerbaycan ile aramıza bıçak gibi sokulmuş bir Ermeni devleti bu kadar kısa bir zaman içerisinde sürgünler ve iskânlarla oluşturulmuştur. Kafkas Müslümanları ile aramıza ise Gürcistan aynı şekilde yerleştirilmiştir. Bu tasarım için Ahıskalıların kesin ve kararlı bir şekilde sürülmesi anlam kazanıyor. Yani Ahıskalıların bu çileli serüveni büyük bir meselenin küçük bir parçası sadece. Açık ve net bir örneği…

***

Çok şükür ki bugünün devlet aklı derinden ve öngörülü bir şekilde önemli adımlar atmaya başladı. Benimde bu yazıyı yazmama sebep olan bu adımlardan birisi olarak; Cumhurbaşkanımızın talimatı ve başbakanımızın koordinasyonuyla, Ukrayna'nın Slavyansk şehrinden alınarak, Erzincan'a yerleştirilen üç kafile halinde toplam 1129 Ahıska Türkü, asıl memleketlerine dönemese de “tüten en son ocak”ta yerlerini aldılar. Bu rakamın çok daha fazla olmasını ümit ediyorum.

Gerçekçi olalım. Ahıska örneğinde olduğu gibi geri döndürülemez bir biçimde kaybedilen yerlerin Türkiye dışında kalmış insanları bir şekilde, ciddi bir iskân politikasıyla ülkemize getirilmeli. Türkiye'yi kavileştirmek ve pekleştirmek için bu şart.

2012 yılında İlber Ortaylı'nın dediği gibi “Türkiye, gelecekteki nüfusunu sağlama almak istiyorsa mutlaka, örneğin dil zorluğu olmayan Asya'dan, Çin'deki Uygur bölgesinden gelenlere kapısını aralamak zorundadır.” Birinci Dünya savaşı sonrası kaybedilen topraklardan Anadolu'ya gelen insanlarımız bugün Türkiye'nin karakterinde önemli bir parça olmuşlardır. Güç katmışlar, önemli faydalar sağlamışlardır. Önümüzdeki yıllarda da buna şiddetle ihtiyacımız olabileceğini düşünüyorum.

Dürbününü sınırlarımızın dışına düşen kardeşlerimize çeviren aklı ve vicdanı desteklemek ise boynuzumun borcudur…

Kaynak: yenişafak

 

Yazar Hakkında:

Furkan Çalışkan

Furkan Çalışkan1983 Ankara doğumlu.  Şiir ve yazıları İtibar, Dergah, Kırklar ve Derkenar dergilerinde yayınladı. Aylık Edebiyat ve Fikriyat dergisi İtibar'ın ve kulturgundemi.com sitesinin Yazı İşleri Müdürlüğünü, Cins Dergisinin ise Yayın Koordinatörlüğünü yapmakta. İlk şiir kitabı "Kabahat...devamı

 

 

Ajans Ahıska'yı Facebookta Beğenebilirsiniz: