muradsultan87 @ gmail.com

Korkma çekinme üzülme hüzünlenme ye'se kapılma. Allah bizimle beraberdir...!

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ 

“Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: 'Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir.' diyordu. Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. (Tevbe, 9/40)

Evet, Peygamber Efendimiz’in "sallallâhu aleyhi ve sellem’ın" ahlakıyla ahlaklanmış, Onun talimatları doğrultusunda amel etmiş,  Efendimiz "sallallâhu aleyhi ve sellem’ın" tarafından biçilen rolleri üstlenmiş kim olursa olsun, sonunda Onun gibi mükafata ve Onun gibi müjdelere mazhar olacaktır, bu ister ferdi olsun ister toplumsal. Diğer bir âyet-i kerimede ’de Yüce Rabbimiz ‘in bize, bunu şöyle ifade vermektedir.

“Allah’a ve resulüne itaat eden, Allah’a itaatsizlikten korkan, O’na saygısızlıktan korunanlar var ya, işte asıl kazananlar bunlardır!”Nûr Suresi -52

Allah Teâlâ Peygamberimiz "sallallâhu aleyhi ve sellem’ hakkında şöyle buyurur: “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107)  Nitekim bizde Onun ümmeti olarak, Onun rahmetten istifade etmek istiyorsak, o zaman Ona ve Onun getirdiğine uymak ve itaat etmek zorundayız. Nasıl ki yağmur bir rahmettir, yeryüzünde ki nebâtâtın (bitki ve canlıların) hayat bulmasına sebep olur, öyle de, Efendimizin "sallallâhu aleyhi ve sellem’ın" şahsında toplanmış olan, üstün nitelikleri ve ahlâkî faziletlerini benimseyenlerde iki cihanda hayat bularak, İlahi mükâfatlara nail olur.

Bu nedenle Yüce Allah (c.c) O’nu insanlığa güzel bir örnek ve model olarak göndermiştir. Yeryüzünde fitne ve haksızların önüne geçmek, hak ve adâletin yerleşmesinde rehberlik etmek ve aynı zaman da insanlığın saadeti için siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik alanlar da adâletin temin ve tesisini sağlamakla görevli kılmıştır. Oda, bu görevini en güzel biçimde yerine getirmiştir.

Öyle ki, diğer insanlardan üstün kılan bir takım özelliklerle donatmış. Yine O, insanlığı yönlendirmeye ve fikrî sapmalardan korumaya,  sosyal hastalıkları tedavi ederek kâinatın işleyişinde insanoğlunun sebep olduğu bozulmaları önlemeye, milletler arasındaki dengede ortaya çıkan olumsuzlukları gidermeye ve beşeriyeti helakin eşiğinden kurtarmak için Efendimizi "sallallâhu aleyhi ve sellem’ı"  imam ve önder kılmıştır. (KADER KELAMARAŞTIRMALARI DERGİSİ) çeviri. )

Yüce Kur'an Allah Resûlü'nün bu yönünü bizlere şöyle açıklıyor: 

“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur”. (Tevbe Suresi – 128)

Bu konuda ünlü Fransız düşünürü Roger Garaudy’nin ‘İslâm ve İnsanlığın Geleceği’ kitabın ’da ki fikir ve yorumlarının tam yerinde olacağını düşünerek, sizinle paylaşmak istiyorum : “ Gelecek İslâm’ındır.” Gelecekte tüm insanlar, Rahmet Peygamberi’nin çağrısına uyarak, İslâm’ın şemsiyesi altında toplanacaktır. Çünkü o doğal bir dindir yani, bulundukları coğrafyaya, derilerinin rengine, konuştukları dillerine bakılmadan tüm yeryüzü insanlarının doğarken birlikte getirdikleri niteliklerine uygun düşen tek dindir. Bu, Ana-babalar çocuklarına hiçbir şey öğretmese, hiçbir inanç telkin etmese tüm insanlar Müslüman’ca düşünecek ve yaşayacak demektir”.

Ve-l hâsıl-ı kelam, içinde bulunduğumuz bu günleri değerlendirecek olursak öyle ki, kaygının ve korkunun dünya nüfusunun büyük kısmını sardığı bu zamanlar da insanoğlunun doğa karşısındaki acizliği bir kez daha netleşmiş oldu ve aynı zamanda insanın doğanın üzerindeki tahakkümünün yetersizliği, veya olanaksızlığı da bir kez daha anlaşılmış oldu.

Bu nedenle, hayatımızın her kademesini ilgilendirdiği gibi bu süreçte de, Allah ve Resulüne itaat ederek, Onun sünnetine daha fazla sarılmak zorundayız.

Bu konu hakkında bize Kur'an-ı Kerim şöyle haber vermektedir:

“Kendilerine yara dokunduktan sonra da Allah ve Peygamberi'nin davetine uydular. Hele onlardan iyilik edenlere ve gereğince Allah'tan korkanlara büyük bir mükafat vardır”. (Âl-i İmrân Suresi 172.)

İşte gördüğümüz üzere Allah ve Elçisinin çağrısına uyanlar, hayır ve yararlıkta yarışarak öne geçenler her zaman kâr ve kazanç içindedirler. Her iki cihanda İlahi iltifata layık görünenler de yine bunladır.

Birde Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in yoluna tâbî olarak, risâletine iman edenlerin, nasıl Allahü teâlâ’nın rızasına mazhar olduklarını, Efendimizin "sallallâhu aleyhi ve sellem’ın" can yoldaşı, hayat arkadaşı, sırdaşı ve aynı zamanda öğrencisi olan, Hatice validemiz (radıyallâhu anhâ)’dan öğrenelim. Ve kendimizi hem bireysel hem de toplumsal olarak, hesaba çekelim, küresel bu dünyanın Müslüman bir ülkesi olarak, bu işin neresinde olduğumuzu, hangi iltifat ve müjdelere layık olup olmadığımızı muhasebe edelim…!

Evet, Resûl-i Ekrem Efendimize, "sallallâhu aleyhi ve sellem’ Mübarek Ramazan ayının pazartesi günü Hirâ mağarasında iken, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail (a.s.) ilk defa kendisine vahyi getirmişti. Bu yaşanan olaydan sonra Efendimiz (s.a.v.)  kalbi titriyor vaziyette, korku içinde eve döndü ve  "Beni örtünüz, beni örtünüz!" dedi. O'nu örttüler. Korku hali geçince, başından geçen olayı Hatice validemiz (radıyallâhu anhâ) anlattı ve "kendimden korkuyorum" dedi. En büyük destekçisi olan Hatice Annemiz:  ‘’Allah’a yemin ederim ki Allah Seni utandırmayacak.’’ Dedi ve tarihe geçen o ibretlik ve ilham verici sözlerine şöyle devam etti:  "Hayır vallahi, Rabbim Seni asla mahcup etmez. Çünkü Sen akrabanı gözetirsin, aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, misafiri ağırlar, hak yolunda halka yardım edersin." diyerek O'nu teselli etti.

Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere: “: "Elbette bunda basîret sahipleri için büyük bir ibret vardır" (Âl-i İmrân, 13).

Bu değerlendirmeler sonucu;  Allah'ın yardımı'nın gerçekleşmesi için Hatice Annemizin saymış olduğu, yukarda ki koşulların (daha doğrusu kurtuluş Formüllerin) hangisini yerine getir getiremediğimizi hep beraber toplum olarak mülahaza edelim,  Allahu Teâlâ'nın yardım ve müjdelerini hak edip etmediğimizi hep beraber görelim. Bu durum, nasıl ki bir kişi için bağlayıcı ve geçerli ise öylede bir toplum için bağlayıcı ve geçerlidir. Kısacası, sünnetullahın kaidesi olarak - Yüce Rabbimizin (c.c.) bize nasıl muamele etmesini istiyorsak, Onun kullarına da öyle muamele etmemiz gerekiyor.

Formül:

’Hak yolunda halka yardım edersin’’.

Şimdi bu bağlamda; Toplumuzun ve ülkemizin, küreselleşmiş dünyada ki coğrafi, dini, sosyal, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel ve teknolojik açıdan ele alarak: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Hadis-i Şerif’in ışığı altında değerlendirdiğimizde şunu rahatlıkla söyleye biliriz : “Bizim milletimiz tarihten bu yana İslam dininin etkisiyle şekillenen ve zirve noktasına ulaşan yardımlaşma ve dayanışma geleneği, Selçuklu zamanında başlayarak ve sonrasında da Osmanlı döneminde devam ederek, kurumsal bir hale gelmiştir. Medeniyetimizin ruhunda barınan yardımlaşma duygusu ecdadımızın bize mirası, dinimizin bir emri, kültürümüzün bir parçası haline gelmiştir. 

Bu düşünceler doğrultusunda hareket ederek ırk, din, dil, farkı gözetmeksizin ihtiyaç duyulan coğrafyalara, imkânların elverdiği ölçüde yardım kurumlarımızın aracılığı ile insani yardım ulaştırmaya milletçe gayret içerisinde devam etmekteyiz.

Türk insanının merhamet duygusunu dünyanın her tarafına taşıdı. Afetlerde yardıma koşan vakıf ve dayanışma kurumlarımızla, Moğolistan'dan Senegal'e, Suriye'den Filistin'e, Çad'dan Dominik, Arakan ve onlarca ülkede insanların yaralarına merhem oldu.

Türk insanının yardımseverliği ve hayırda yarışı nedeniyle son yıllarda kurulan dernek ve Yardım Vakıflar aracılığıyla 100'ü aşkın ülkeye Milletimizin desteğini taşıdı.

Komşu ülkemiz olan Suriyeli Muhacirlere kapısını açan ve nice Müslüman beldelere yardım eli uzatan ve aynı zamanda dünya mazlumların umudu olarak gönülleri fetheden ülkemiz. Bugün Küresel İnsani Yardım Raporu'na göre Türkiye en çok yardım eden ülkeler arasında ilk sıralarda yerini korumaktır.  Bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: ‘Bazı kimseler, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak için yaratılmıştır. İhtiyaç sahipleri bunlara başvurur. Bunlar için ahirette azap korkusu olmaz.’ (Taberani) 'Rabbim devletimizin dirliğini, milletimizin birliğini daim kılsın, bu müjdesine nail eylesin’.

 

Formül:

’Aciz olanların ağırlığını yüklenirsin’’

Dünya barışı ve mazlumların kurtuluşu deyince akla ilk gelen Türk ordusu oluyor.

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde tarif ettiği gibi:

"Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,

Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın."

 

Türk Ordusu asırlardır zalime korku, mazluma umut oldu.

Kahraman Türk ordusu, Dünya’ya savaş kabiliyetin ve kudretinin ne olduğunu gösterdi, dünyada merhametin de timsali olan aziz ordumuz bu yönüyle de örnek oldu.

Buna tarih içerikli nice örnekler verebiliriz, fakat burada sizinle birini paylaşacağım:

Kânûnî’nin Avusturya’ya yaptığı seferlerin birinde idi. Ordu düşmana doğru ilerlerken, gayr-i müslim köylerinden de geçiliyordu. Kânûnî, mola verdiği bir sırada hris­ti­yan bir köylü, huzûruna geldi ve:

“–Sul­tâ­nımız! Askerlerinizden biri bağımdan üzüm koparmış ve yerine de parasını asmış! Size teşekkür ve tebrîke geldim.” dedi.

Bunun üzerine Kânûnî Sultan Süleyman Han, der­hâl o askeri buldurtup seferden menetti. Buna hayret eden hris­ti­yan köylüye de şöyle dedi:

“–Askerin hâli, zafer ve nusretin ilk adımıdır. Eğer o asker, parayı üzümünü aldığı asmaya bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu ve o askerin kellesi giderdi. O parayı asmaya bıraktığı için kellesini kurtardı, ancak sahibinden izinsiz mal aldığı için seferden men cezâsına çarptırıldı.” (Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş,)

İşte Türk askeri geçmişten bu yana gittiği her yerde adalet ve özgürlüğü götürmüştür, şefkat ve merhamet timsali olmuş, destan yazmış ve yazmaya devam etmektedir. Günümüzde de ülkemizin sınırları dışında yürütülen operasyonlarda bu gibi örneklere defalarca şahitlik etmiş olduk.

Bu millet zorda kalana, yolda kalana veya yardıma muhtaç olana yardımı bir an bile düşünmeden yapmaktan asla geri durmamıştır. Çünkü özümüzde biz merkezli bir kültürün ve medeniyetin sahipleri olan ecdadımızın torunları ve mirasçısıyız.

Halk şairimiz, istiklal marşını yazarken, adeta bu duyguları ile mısraların içine anlam yüklemiş:

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak...

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.

 

Velhamdülillahi. rabbil alemin.