Ardahan Üniversitesi Rektörlüğü iki yıldır, “ Kafkaslardan Anadolu’ya Şiir; Şair ve Âşık Günleri “ adında bir etkinlik düzenliyor.
Aslında buna etkinlik demek doğru değil; yaşadığımız birkaç gün, şiir gibi bir şeydi.
Doğduğum, onüç, ondört yaşlarıma kadar yaşadığım Ardahan’a bir Şair olarak davet edilmek elbette sevindirici, onurlandırıcıdır.
Zira Ardahan; tarihtir, hüzündür, yoksulluktur, kavgadır, sevdadır, Atayurttan sürülenlerin ilk sığınağıdır, kavimler kardeşliğidir, cömertliktir ve içi yanardağ, dışı buz kraterleri ile kaplı güzel insanların yaşadığı topraktır Ardahan.
Yolculuğumuz İstanbuldan başladı, Erzurum’da toplandık.
Doğrusu uzun zamandır gidemediğim, en çok da ramazanlarını özlediğim Erzurum’u dostlarla, Şair arkadaşlarla birlikte epeyce gezdik.
Yıllarımı geçirdiğim ve sekiz numaralı medresesinden hatıra olarak romatizmalarımı aldığım Kurşunlu Camii’ ye gidemedim ama eski Tarihi Erzurum’a gerçekten hayran kaldım.
Bu hizmetleri, bu güzellikleri Erzurum gibi, tarihi önemi tartışılmaz bu şehrimize yapanları tebrik ediyorum.
Erzurum’un tarihine bu insanların, bu yöneticilerin ve bu siyasi kadroların kattıkları muhakkak yazılacaktır.
Bütün tarihi binaların; Camiilerin, Medreselerin,Türbelerin hemen hepsi restore edilmiş, çevreleri açılmış, yeşillendirilmiş ve bazılarının etrafında da dokuya uygun dükkanlar yapılıp, kiraya verilmiş.
Erzurum’a ait Oltu taşından, kışlık yün çoraplara ve kilimlere kadar her şey bulabilirsiniz bu dükkanlarda.
Doğrusunu isterseniz ben, en çok Lala Paşa Camiini ve Murat Paşa Camiini özlemişim.
Öğrenciyken yurtlardan yürüyerek şehre gelir, yol kenarlarına ve duvarlara “ Hak yol İslam Yazacağız” gibi sloganlarımızı yazar ve varsa, Milli Selamet Partisinin (MSP’nin) afişlerini uygun yerlere asar sonra da, cemaatle sabah namazı kılar ve tekrar toplu halde fakültelere, derslere dönerdik.
O Lala Paşa unutulur mu?
Ya Murat Paşa Camii ?
Erzincan Kapı ?
Kurşunlu Medreseleri ?
Erzurum: en güzel ve en deli yıllarımı karlar altına gömdüğüm ve iyi ki gömdüğüm, unutulmaz şehir....
Aynı gün yani Çarşamba günü ikindi sonrasında, Erzurum’dan Ardahan’a davet edilmiş olan diğer akademisyen ve Şair dostları da alarak hareket ettik.
Proğram, 17 Ekim Perşembe günü başladı.
Dün sabah usta Şair Bahattin Karakoç Ağabeyinin vefat haberini alınca hepimizi, dalga dalga bir hüzün sardı.
Böylece dün akşamdan bugünkü proğram için değişiklikler yapıldı.
Açılış konuşmasında Ardahan Üniversitesi Rektörü Mehmet Biber Bey, Bahattin Ağabeyden de bahseden nefis bir konuşması yaptı.
Hepimiz adına Şair ve ressam dostum Recep Garip mükemmel, hazırlığı iyi yapılmış, Bahattin Ağabeyden çokça bahsedilen bir konuşma yaptı.
Vali Bey ve Belediye Başkanımız da birer konuşma yaptılar.
Ve birkaç arkadaşımızla birlikte ben de, Bahattin ağabeyden birer şiir okuduk ama ben, Ahmet Efe’yi ve Bahattin Ağabeyin, “Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman” şiirini okuyuşunu sanıyorum uzun zaman unutamam.
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar nerede çiçek açmıştı da, söz verdiği gibi gitmişti bilemiyorum ama, biz Ardahan’da kendisini dualarla andığımız sıralarda Bahattin Ağabeyin de Maraş’da, cenaze namazı kılınmak üzereydi.
Sanırım böyle bir şeyde ilk defa oluyordur.
Konuşma ve şiir okumalarından sonra Vali Bey, Balediye Başkanımız, Cumhuriyet Başsavcımız, Hocalar ve diğer protokolle birlikte Ardahan Üniversitesinin Hoca ve öğrencilerinin yaptıkları resimlerden oluşan sergiyi gezdik.
Salona geçtik ve ilk günün proğramı başladı.
Proğramı, Mehmet Yaşar Genç sundu.
Sunuculuğu, şiir okuyuşu, edebi, sıcacık ve dostça gülüşleri ile güzel bir insan. Ayrıca, kendisi de iyi bir Şair olan M.Yaşar Genç’in Yağmur Şairi dostumuz Nurullah Genç’in kardeşi olduğunu da burada öğrendim.
Atalar boşuna dememiş, “Göl yerinden su eksik olmaz” diye..!
Proğram, uzun zamandır böylesini izlemediğim edebi zevk, bilgi ve neşve dolu enfes bir panel ile başladı.
“Edebiyat ve Toplum” konulu paneli Profesör Zübeyir Kars Hoca yönetti ve üç panelist; Prof. Dr. Köksal Alver, Prof. Dr. Ömer Özden ve Şahin Torun bilgilerini, felsefelerini pırıl pırıl bir dil, üslup ve edebi zevke sararak sundular.
Ardahan Üniversitesi Rektörlüğünde yapılan bu paneli ; bilginin ağır yükünü daha da ağırlaştıran bir dil ve üslupla sunan ve salonlardan dinleyici kaçıran akademisyen çevrelerin bir kez, sosyal medya ortamından bularak izlemelerini not etmiş olalım.
Ve hiç şüphesiz, bu notun içine, Ardahan Üniversitesi Rektörümüz Sayın Mehmet Biber Beyefendinin bilgeliği estetikle yoğrulmuş nazik seçimini ekleyelim.
Aslında, Mehmet Bey için ayrı bir başlık, apayrı bir makale kaleme almak ve tarihe de bir not olarak bırakmak isterim.
Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, Rektör Bey; doğduğum ve çocukluğumun şehri Ardahan ve çevresi için, Rabbımızın bir lütfû ve ayrıca , Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren memur ve bürokratların sürgün yeri yani, Türkiye’nin Sibirya’sı olmuş, acılarla yoğrulan bu şehrin yaralarını sarmak üzere, kader-i İlahi tarafından buraya sevk edilmiş bir tabip.
Kim bilir belki de; bu topraklarda oluk oluk akmış şehit kanlarının bereketi, buralara sürgün gelmiş ve paramparça olmuş ailelerin kabul edilmiş dualarıdır Mehmet Hoca.
O, bu acılı toprağın çocuklarına sadece bir yöneticilik, bir Rektörlük yapmıyor.
O bir eğitmen, O bir yürek adamı, bir ağabeyi, bir arkadaş, bir öğrenci dostu, fizik profesörü ama bilim değil, İlim adamı, ahlak adamı, erdem ve fazilet örneği bir kişilik.
Şehirlerimizin çoğundan bildiğimiz gibi, şehrin üst düzey bürokratları, vekilleri, Belediye Başkanları, Rektörleri birbirleriyle pek geçinemezler.
Tam tersine Mehmet Biber, öğrencileri ile olduğu kadar herkesle hemhal, herkesle samimi ve dost.
Allah ömrünü uzun, hizmetlerini daim etsin.
Rektör yardımcısı Şahin Aydoğan ve Mehmet Kıldıroğlu Beyleri anmazsak haksızlık olur.
Her ikisi de son derece Beyefendi, ilimleri ile mücehhez, mütevazi ve diyebilirim ki, dört gün boyunca biz misafirlerinden sonra yattılar ve bizden önce kalkıp, bize hizmet sundular, proğramın aksamaması için gayret ettiler, emek verdiler.
ilk gün şiir okuyan şairler eğer, yanlış not almadımsa şu isimlerdi:
Hasan Akçay, Nuray Alper, Yaşar Bayar, İsmail Bingöl, , Sevim Çakıcı, Orhan Ceylan, Yusuf Dursun, Ahmet Efe, Recep Garip, Rövşen Guliyev, Mehmet Yaşar Genç ,
Hanefi İspirli.
Genelde kendi şiirlerini okuyan Şair arkadaşlarımızdan bazıları oldukça etkili ve ve son derece iyi okuyorlar.
Bazıları da sessiz ama daha etkili okuyor.
Her bir Şairin şiirinden örnekler vermek isterdim fakat, Şair sayısı bir hayli fazla olduğu için bunu yapamadım.
Şairleri soyad sırasına göre alfabetik sıralamışlar ve iki güne serpiştirmişler.
İkinci gün de öğlenden önce topluca Rektör Bey makamında ziyaret edildi ve öğlenden sonra da şu Şairler şiir okudu:
Hakan Hadi Kadıoğlu, Ferman Karaçam, İlhan Kurt,
Şemseddin Küzeci, Şüreddin Memmedli, Yasin Mortaş,
Ahmet Tevfik Ozan, Ali Şeyh Özdemir,
Ali Sali, Musa Serin, Talat Ülker, Kenan Yavuzarslan,
Bestami Yazgan, Mevlana İdris Zengin.
Cuma gününün proğramı da yorucuydu; okul ziyaretleri, şiir okumaları birbiri ardınca sıralandı.
Ayrıca o akşam; Doğu Anadolu da, uzun kış gecelerinin gelenekseli ve olmazsa olmazı Âşıklarımız : Ziyaeddin Keşeli, , Büyükağa Vücudi, Mevlüt Merdoğlu, Mehmet Oktay, İsrafil Uzunkaya, İsrafil Daştan, Faruk Erdoğan sahne aldılar ve bu etkinliğin en şevkli tarafını oluşturdular.
Bu proğramın herbir bölümü etkileyici; kimi hüzün dolu, kimi sanat, kimi dostluk, kimi misafirperverlikle dolu dolu ve kimi de acıtıcı.
Mesela, Halil Efendi Mahallesindeki Yanık Camii Anıtı.
1915 yılında Ruslarla birlik olan Ermeni çetelerinin Şehit ettiği 300 Müslüman adına yapılan bir anıt, hepimizi acıya boğdu.
Ardahan Kalesinden Kura nehrinin, şehrin ve Ardahan Ovasının görünüşü apayrı bir güzel ama, Kalenin öksüzlüğü ayrı bir acı tablo, orada yani Kalenin içinde gezip fotoğraf çekerken büyük şehirlere göçün, Anadolu şehirlerinde bıraktığı yürek burkan izlerini ayan beyan görüyorsunuz.
20 Ekim Cumartesi günü sabah erkenden Ahıska’ya doğru yola çıktık.
Ahıska benim Ata yurdum.
Onu burada anlatmaya, oraya ait duygularımı ve gördüklerimi paylaşmaya çalışsam bu yazının boyutlarını zorlamış olurum.
Fakat, şu kadarını söyleyeyim ki, Türkiye’nin sınırlarının dört yanı da gerçekten bir bedenin ikiye ayrılışı gibi ; buranın da dağları, akarsuları, bitki örtüsü ve havası aynı ama, bir anda Türközü Kapısına yani sınıra geliyorsunuz ve her şey bölünüyor.
Zaten Ahıska ve civarı Osmanlı döneminde Çıldır Eyaleti’ne bağlıymış.
Ahıska’nın çok büyük, düzenli ve bakımlı bir kalesi var. Şehrin içinde evler, giyim kuşam ve araçlara bakınca hayat standardı yüksek gibi görülüyor ama şehrin kenarlarına doğru gidildikçe ciddi bir sefalet göze çarpıyor.
Kalenin içinde başlı başına canlı bir hayat var, ilköğretim ve lise çağında Gürcü çocuklar öğretmenleri tarafından gezdirilip, bilgilendiriliyor.
Kale içindeki Cami ve Medreseler tutsak ve boynu bükük duruyorlar.
Cami tamamen sergiden arındırılmış ve namaz kılmak yasak.
Ahıska dönüşü Akşam yemeğimizi Posof Belediyesi verdi.
Neredeyse on yıldan daha fazla bir zamandan beri bu kadar güzel bir Katmer yememiştim.
Yolu düşenlere söylemiş olayım Posof’ta, üstü susamla süslenmiş, parşömen kağıdından daha ince yufkalarla birbirine sarılmış fakat çatalı vurduğunuzda her biri apayrı incecik lezzete bürünmüş Katmerinden yeyiniz lütfen
Son bir not:
Sayın Ardahan Valimiz ya da Belediye Başkanımızdan bir istirhamım var : Kale girişinde ki, Kanuni Sultan Süleyman’a ait olan söz, güzel bir kaide üzerine, şanına yakışan bir yazı ve nefis bir levha olarak asılmalı oraya, alalade bir yazı oraya hiç yakışmamış doğrusu.
Ve en son olarak; bu fakirin, Ardahan için Ardahan’da yazdığı bir şiiri ile noktalamış olalım.
ARDAHAN
Ardahan
Çocukluğumun hint masallarıyla süslenmiş kutlu hatırası
Elele tutuşmuş
Saçları kurdelalı çift örgülü
Kürt ve Türk kızı
Kavuran Ağustos gülümseyen bir dağ
Ve ilk ders sosyalizm
Anam
Bembeyaz leçeğinden dualar damlayan
Bir kadındı
Saçlarını ve bileklerini bilmem
Babam
Gaz lambası ışığında hep Kur’an okuyan
Bir ömürdü
Leyla’sı namaz
Ve dişlerinin parlaklığıydı aklımda kalan
Bir de
Alfabemiz bir gecede öldü ve gömüldü
Ertesi sabah elimize
Bir başka ölüyü verdiler oğul
Demişti
Ardahan
Ben
Zincirlerde bir aslan
Sen hala gülümseyen bir dağ
Ben
sıcak iklim acılarıyla dağlanmış harabe bir şehir
Sen
Buz kalıplarıyla yoğrulan bir yoksulluk
Hangimiz sensin
Hangimiz sendendir
Ardahan
İçimin sıcaklığı senin kağnı gıcırtılarındandır
Ölümü öldürüp
Dağları sırtıma vurup
Dağlarına tırmanırken duyduğum ses
Ve gürleyen göğün şahdamarımda atarken
Ve Akif’in Dirvas’ı beynimdeki sosyalisti öldürdüğünde
İkimiz de on dokuz yaşındaydık
Sonra kolumdan tutup kaldırdığında
Bir Ardahan türküsüydü
Nabızlarımda gurbet gurbet vuran
Kılıç gibidir rüzgarların
Artvin’den vurur
Yağmurların hışırdayarak gelir çam kokularıyla
Göle’den
Ve omuzları düşüren tükenmişliğiyle
Kanları dudaklarında kurumuş yüzleri güneş yanığı
Mert çocuklar
Ahıska’dan Kafkasya’dan Ortaasya’dan
Göç göç dökülürler tipili yollarına
Yolların damarlarıma damarlarım yollarına sevdalanmış
Olmuşsa mezarlarında hercümerc
Hangimiz sensin
Hangimiz sendendir
Ardahan
Şimdi ben
Esvapları gün ışığıyla yıkanan bir adam
Sen
Halaylarda dizleri toprağa vuran ustura gibi bir delikanlı
Ben
Takkesini başında unutup Köprüden geçerken
Jandarma dipçiği ile yaralanmış bir adamın oğluyum
Karyatağı dağının dibindeki köyden
Yorgun hüzünlü ve mutmain
Sen
Rüyalarına ince belli esmer kızlar giren bir Şahmaran
Hangimiz sensin
Hangimiz sendendir
Ardahan
Ferman Karaçam
Mayıs 2018 Ardahan
Ferman Karaçam - Haber 7