AHGEB AHISKALI ÖĞRETMEN ADAYLARI
İSTANBUL BULUŞMASI (20-22 MAYIS 2022)
AHGEB - Ahıskalı Gönüllü Eğitimciler Birliği Derneği’nin YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı), Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar Belediyesi, İGEDER (İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği) ve Beyruha Derneği ile ortaklaşa düzenlediği “Ahıskalı Öğretmen Adayları İstanbul Buluşması” programı yaklaşık üç gün sürdü. İlk gün Altunizade Kültür Merkezi’nde açılış konuşmalarıyla başlayan program; Maarif Vakfı ve İGEDER’de düzenlenen seminerlerle devam etti.
Saygı Duruşu ve İstiklal Marşıyla başlayan programın açılış konuşmasında AHGEB Başkanı Sefer SEFEROĞLU, derneğin kuruluş amacından kısaca bahsettikten sonra eğitimin önemi üzerinde durdu ve şöyle devam etti: “Ahıskalı Gönüllü Eğitimciler Birliği olarak çalışma amacımız siz değerli Ahıskalı genç kardeşlerimizin eğitim ve öğretim süresince eğitim seviyelerini yükseltmek, sosyal ve kültürel açıdan destek sağlamak, aramızda maddi ve manevi yardımlaşmayı, dayanışmayı, birliği ve beraberliği temin etmektir. Toplumumuzun değeri olan Mircevat AHISKALI şairimizin dediği gibi:
‘Hangi toplum gençliğini, ilim ile donatır,
O millet lider olur, tüm dünyayı yönetir.’”
Bu amaç doğrultusunda derneğin çalışma prensiplerini özet olarak maddeler halinde sıraladıktan sonra, pandemi döneminde yapılan faaliyetlerden bahisle konuşmasına şu şekilde devam etti: “AHGEB Ailesi olarak bu zaman kadar pandemi olması nedeniyle online eğitimlerimiz devam etti ve 5 ülkeden yaklaşık 450 ortaokul ve lise düzeyindeki öğrencilerimize Kur’ân-ı Kerim ve Temel Dini Bilgiler eğitimi verilmiş olup bunun yanında çeşitli konularda Aile İçi Eğitim Seminerleri düzenlenmiştir. Yükseköğretim kurumlarında okuyan öğrencilerimize yönelik belli zamanlarda maddi destek sağlanmış olup “Ahıska Üzerine Akademik Okumalar” programı adı altında online olarak eğitim seminerleri düzenlenmiştir.
Dernek Başkanı SEFEROĞLU son alarak konuşmasını gençlere tavsiye ve teşekkürle şu şekilde bitirdi: “Geleceğin öğretmenleri olan siz değerli gençler bu ve benzeri programlar sayesinde kendini eğitimle donattığı zaman toplumumuz ve insanlık için yapacağı çok önemli katkıları olacaktır. Çünkü öğretmenlik sıradan bir meslek değildir. Bizleri birey olarak yetiştiren topluma kazandıran, şuur aşılayan, toplumumuzun dertleri ile dertlenmeyi şiar edinmemizi sağlayan kişidir öğretmen. Ahıskalı Rahim ŞAKİROĞLU Öğretmenimizin dediği gibi: ‘Öğretmen sadece ders veren değil, ders ile beraber dert de verendir.’ Siz değerli gençlerden tek istirhamımız kendinizi çağın şartlarına göre eğitimle donatmak ve insanlığa özellikle de acılarla yoğrulmuş Ahıska toplumunun gençlerine sahip çıkmanızdır. Bu duygu ve düşüncelerle Sözlerime son verirken siz kıymetli öğrencilere ve çok değerli misafirlerimize katılımlarınızdan dolayı bir daha teşekkür ederiz.”
Açılış programı, Eğitimci Kemale MÜRSELOĞLU, Dr. Cezmi BAYRAM, Eğitimci Yahya KEMALOĞLU ve Dr. Azad DEDEOĞLU’nun konuşmaları ve akabinde Mircevat AHISKALI’nın “Benim” adlı şiiriyle nihayete erdi. Sonrasında ise Maarif Vakfı’nda düzenlenen iki eğitim semineriyle devam etti. Maarif Vakfı’nda Ahmet GÜNEY, “Türkiye Maarif Vakfı Tanıtımı ve Öğrenci İşleri Çalışmaları”, Dr. Yunus Emre GEDİKLİ ise “Uluslararası ve Karşılaştırmalı Eğitim” başlığı ile iki önemli seminer sundu.
Programın ikinci günü İGEDER ev sahipliğinde Acıbadem Okulları’nda devam etti. Burada da gençlerin ufkunu açacak ve geleceğine yön verecek çok önemli seminerler verildi.
İlk seminer Dr. Azad DEDEOĞLU’nun “Tarihsel Bir Analiz: 1944 Büyük Sürgün Sonrası Ahıskalı Türklerin Tarihi” adıyla yaklaşık bir saat devam etti. Konuşmasına soru-cevap ile başlayan Dr. Azad DEDEOĞLU, Ahıska’nın Türk Yurdu olduğunu vurgulayarak, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Ahıska, Gürcistan’ın güneybatısında, Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan tarihi bir ‘Türk’ yurdudur. Türklerin şaheserlerinden olan Kitab-ı Dede Korkut’ta Ahıska ismi ‘ak-sıka’ veya ‘ak-saka’ şeklinde geçtiğini görüyoruz. Bu da ‘Ak-Kale’ anlamına gelmektedir. Tarihi Ahıska coğrafyasına baktığımızda 1268 yılından 1578 yılına kadar Anadolu’nun en uzun beyliğini görüyoruz ki, bu beylik Kıpçak Atabegler Hükümeti’dir. Bugün kuzeydoğu sınırlarımızda konuşulan şive ve lehçeyle Ahıska şivesi aynılık teşkil etmektedir. Bu da Ahıska dediğimiz coğrafyanın da Anadolu’nun bir uzantısı olduğunu göstermektedir. Ahıska coğrafyası, 1578 tarihinde Lala Mustafa Paşa serdarlığında Osmanlı askerleri Safevîler’e karşı savaşa girerek galip geldiler ve bu coğrafya Osmanlı’ya dâhil oldu.”
1828-1829 Rus felaketine kadarki sürecin Ahıska tarihinin en ihtişamlı dönemi olduğunu belirten DEDEOĞLU, “1828 yılında Osmanlı, Ruslar ile savaşa girdi ve yenik çıktı. Bunun sonucunda Ahıska-Çıldır Eyaleti ikiye bölündü. Ahıska bu savaş sonrası tazminat olarak Çarlık Rusya’sına bırakıldı. Zorlu dönem bundan sonra başlamış oldu.” şeklinde konuştu.
Ahıska tarihinin en ağır sürecinin 1944 sürgünü olduğunun altını çizen DEDEOĞLU, “14 Kasım 1944 Ahıska Tarihi açısından büyük sürgündür. Bu tarihte yaklaşık 220 köyden iki yüz bine yakın Ahıskalı Türk, yaşamış oldukları yurtlarından Stalin’in emriyle Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan gibi Orta Asya ülkelerine sürgün edildi. Özellikle 1944-1956 yılları arasında bir köyden diğer köye gitmek yasaklandı. Bu demek oluyor ki, ‘Açıkhava Hapishanesi’ yaşattılar Ahıskalılar’a. Kamyonlarla toplu halde merkezi bir yere toplanan insanları tren vagonlarıyla Orta Asya’ya sürgün ettiler.”
Günümüzde Ahıskalı Türklerin hâlâ zorlu şartlarda yaşadığını belirten DEDEOĞLU, konuşmasını şu şekilde bitirdi: “Ahıska, sadece Türk tarihinin değil insanlık tarihinin de kanayan yarasıdır. Ahıskalı Türklerin sayısı tahmini 500 ile 700 bin arasında değişmektedir. ABD dâhil 10 ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar.”
İkinci konuşmacı olarak Av. Orman Atilla ULFANOĞLU, “Vatana Dönüş Mücadelesinin Hukuksal Boyutu: Engeller ve Çözüm Yolları” başlığıyla Ahıska Sürgünü’nün Hukukî boyutundan bahsetti. ULFANOĞLU, “Vatana Dönüş Mücadelesi hukukî yollarla verilmelidir. Biz ancak bu şekilde amacımıza erebiliriz. Bize karşı işlenen, suç diye nitelendirilebileceğimiz fiillerin, Uluslararası hukukta suç olduğunu söyleyen antlaşmalar var. Bu antlaşmalardan bizim yararlanmamız pek mümkün olmuyor. Neden, çünkü çoğu antlaşma bizim sürgün edilmemizden sonra imzalanan antlaşmalar.” şeklinde konuştu ayrıca Vatana Dönüş için Hukukî süreci başlattığını ve takip ettiğini belirtti.
Üçüncü konuşmacı olarak Kastamonu Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Âdem AHISKALI, “Ahıskalı Türkler’de Toplumsal Örgütlenme Sorunu: Gençlerle Müzakere” başlığıyla 1956 yılından bu yana Toplumsal Örgütlenme ve Vatana Dönüş Mücadelesi’nden bahsetti. Âdem AHISKALI; bugün kullanılan “Ahıskalı Türk” ifadesinin Vatana Dönüş Mücadelesi’nin özel ismi olduğunu belirtti ve “Ahıskalı Türk” ibaresine vurgu yaparak konuşmasına Hamit GAZİGİL’in “Ben Ahıskalı Türk’üm” şiiriyle giriş yaptı ve şu şekilde devam etti:
“Soruyorsun kimsin sen, ne söylesem acaba?
Anlatırsam hikâyem sığar mı bin kitaba?
Ömür boyu verdiğim alın teri ve çaba,
Karşılığın bulmamış sırtı yongalı Türk’üm,
Kimliğimi sorarsan ben Ahıskalı Türk’üm.”
Konuşmasını gençlerle müzakere şeklinde sürdüren AHISKALI, “vatana dönüş için toplumsal örgütlenmenin öneminden bahisle bu konuda İsmail GASPIRALI misali ‘dilde, işte, fikirde birlik’ ve beraberlik içinde olursak maksadımıza daha kolay erişeceğimizi” belirtti.
Dördüncü konuşmacı olarak Fuat PEPİNOV, “Ahıska Türklerinin Vatana Dönüş Mücadelesinin Tarihsel Süreci ve Problemleri” başlığıyla Vatana Dönüş Mücadele’yle ilgili önemli konulara temas etti. PEPİNOV, “Ahıska dâvâsında güvenilirlik ve örnek şahsiyetler üzerinde” durdu.
Beşinci konuşmacı olarak Acıbadem Okullarında Genel Müdürü, İGEDER Yönetim Kurulu Başkanı İdris TOPÇUOĞLU, “Örnek Bir Öğretmen Profili: Mahir İz” başlığıyla muallimliğe adanmış bir ömürden bahsetti. TOPÇUOĞLU, yakın tarihimizin abidevî şahsiyeti, hayatını insan yetiştirmeye adamış bir muallimi, “ideal bir ‘Hoca’ nasıl olur?” sorusuna yaşantısıyla cevap olan mütefekkiri anlattı geleceğin öğretmenlerine.
TOPÇUOĞLU, bugünün öğretmenlerinin Mahir İz’i rol model almaları gerektiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Sınıfını dört duvar arasına hapseden bir öğretmen değildir Mahir İz. O, okulunun koridorlarında, dersler bittikten sonra seminer salonlarında, okul bahçesinde, yazın Boğaz'da, değişik ortamlarda öğrencileriyle birlikte olan ideal, rol model bir öğretmendir.”
TOPÇUOĞLU, vefatının üzerinden 48 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Mahir Hoca hakkında konuşulduğuna dikkati çekerek şunları da aktardı: “Mesleğine ve öğrencilerine olan tutkusu onun birinci kriteridir. Sınıfını dört duvar arasına hapseden bir öğretmen değil. Öğrencileri, ‘Hocam neredeyse çocuklarınızdan daha çok bize vakit ayırıyorsunuz. Neden böyle yapıyorsunuz? diye bir sorgulama yapıyor.’ Mahir Hoca da onlara diyor ki, ‘Benim için talebe, evlattan evladır.’ Bu şu demek, ‘Öğrencilerim kendi öz evladımdan öncelikli gelir. Çünkü bir hocanın, öğretmenin idealini, heyecanını mefkûresini devam ettirmeye, öğrencileri daha layıktır. Bu konuda talebenin vefasız çıkma ihtimali, evladın vefasız çıkma ihtimalinden çok daha düşüktür. Ben onun için size bu kadar vakit ayırıyorum.’ İşte burası çok değerli ve Mahir Hoca seminerlerinde, derslerinde her zaman, ‘Tekrar dünya hayatına gelseydim, yeniden öğretmen olmak isterdim’ diyor. Bugün bu motivasyonla mesleğe, öğrencilerinize yöneldiğinizde alacağınız neticeler de çok farklı oluyor.”
“Göz bakar, cezasını akıl çeker” diye devam eden TOPÇUOĞLU, seminerine şu menkıbeyle son verdi: “Hafızası kuvvetli imiş Mahir Hoca’nın. Karakterinin yavaş yavaş oluşturmaya başladığı devri Osmanlı’nın gölgesi altında idrak ettiği için, tavırları ve nazarı dahi bu gölge altında yetişmişti. Bir gün Mahir İZ’e sorulmuş kuvvetli hafızanın formülü. Demiş ki: ‘Evlâdım, biz Osmanlı mektebindeydik, bize ilk gün yolda yürüme kaidesini öğrettiler.’ Yolda yürüme kaidesi de ‘pabuç ucu’ kaidesi imiş yani ‘nazar ber kadem.’ Zira göz bakar, cezasını akıl çeker.”
Altıncı ve son seminerde İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve 23. dönem Düzce Milletvekili Prof. Dr. Celal ERBAY Ahıskalı Türklerin maruz kaldığı baskı ve zulümlerden bahsetti. Prof. Dr. Celal ERBAY, Ahıskalı Türklerin bütün baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen Müslümanlık ve Türklüklerinden taviz vermediklerine vurgu yaptı. Bu anlamda Ahıskalı Türklerin, Sovyetler Birliği hâkimiyeti altında yaşayan Türk devletlerine Türklüğü hatırlatan ve onların da bu bilinci korumalarına katkı sağlayan Türkler olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Celal ERBAY, geleceğin genç öğretmen adaylarına “Ahıskalı Türkler’de Hz. Peygamber (s.a.v.) Sevgisi”nden bahisle bizzat yaşadığı şu olayı anlattı:
“1993’ün son günleriydi… Benim de Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ilk aylarımdı. T.C. Bakü Büyükelçiliği’nin organizesi ile Ahıskalı Türklerin yoğun olduğu bir mahallede Türkiye’den gelen yardım paketlerini dağıtıyorduk. Yaşlı bir Ahıskalı hala bana doğru yaklaştı ve ‘Oğul bu verdiğiniz kutu 10-15 gün sonra biter… Ben sizden hayrı bitmeyecek bir talepte bulunacağım’ dedi… ‘Buyur hala, başım üstüne’ diye cevap verdim. Hala devamla, ‘Oğul benim hayat yoldaşım yatalak hasta. Komşumuz da yatalak hasta idi. Ama onun hasta arabası vardı. Komşumuz rahmete gitti, hasta arabasını istedik, 100 dolar getirirsek vereceklerini söylediler. Ne olur o hasta arabasını satın alıp bize bağışlar mısınız?’ Ben de, ‘Emrin olur anam’ deyip gereğini yaptım.
15-20 gün sonra, o yaşlı hala teşekkür için koltuğunun altında bir bohça ile Fakülteye, makamıma geldi. Hoş-beşten sonra ‘Buyur hala’ dediğimde, yaşlı kadın sözlerine şöyle devam etti: ‘Oğul size, Türkiye’mize minnettarız. Bize çok büyük iyilik ettiniz, sayenizde yoldaşım (eşim) gün yüzü gördü. Bu iyiliğinizin karşılığı olarak ben de en değerli varlığımı size hediye olarak getirdim’ deyip ‘sakal-ı şerif’in muhafaza edildiği bohçayı andıran ve koltuğunun altında taşıdığı bohçayı, her ne kadar itiraz ettim ise de masamın üzerine koydu.
Kat kat bir bohça… İçinden çıka çıka 1901 İstanbul basımı, Süleyman Çelebi merhumun Osmanlıca Mevlid-i Şerif kitabı çıktı. ‘Niçin zahmet ettin hala’ dediğimde, işte o zaman hala beni gözyaşlarına boğan cümlelerini döktürmeye başladı. Devamla, ‘Oğul, bu bizim her şeyimiz, Hz. Mehemmed’e olan sevgimizi dillendiren Mevlid-i Şerifimiz. Bizi 1944’te Ahıska’dan Özbekistan’a sürdüler, her şeyimizi bıraktık, ama bu kitabı yanımızdan ayırmadık… 1988’de bizi Özbekistan’dan Azerbaycan’a sürdüler, yine her şeyimizi bıraktık, ama bu Mevlid kitabını bırakmadık. Bizi ayakta tutan, hayata bağlayan Mehemmed Mustafa sevgisini bize bu kitap terennümedir. Biz de bu kıymetli varlığımızı size hediye edirik, hayış edirik (yalvarırım) kabul edin.’ Bu hitap karşısında dayanmak mümkün mü? O sevgi beni de eritmişti. Aldım kabul ettim ve Latin harfle yazılmış olan bir hayli kitapla halamı yolcu ettim…”
Yaklaşık üç gün süren AHGEB Ahıskalı Öğretmen Adayları İstanbul Buluşması, Beyruha Gençlik Merkezi’nde değerlendirme (sorular-sorunlar) toplantısı ile son buldu. Programın son günü ise İstanbul’un tarihi yerleri rehber eşliğinde ziyaret edildi.
AHGEB âilesi olarak bu işe gönül veren bütün gönüldaşlarımıza teşekkür eder, programımızın hayırlı kapılar açmasını temenni ederiz. “Samimiyetle atılan tohum tarla faresine yem olmaz.” bilinciyle; “yarınlar yorgun olanların değil rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”