Stalin döneminde Sovyetler Birliği, 14 Kasım 1944’te Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan on binlerce Ahıskalı Türkünü “sınır güvenliğini tehdit ettikleri” gerekçesiyle sürgün etti. Bugün bu Türklerin tarif edilmez acılar çektiği, yerlerinden sürüldüğü, açlıkla ve ölümle imtihanının üzerinden tam 74 yıl geçiyor. Bu 74 yıl içerisinde Ahıska Türkleri anavatanlarına dönemedikleri gibi sorunları da çözülemedi.
Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, birçok Ahıska Türkünün sürgünün insanlık dışı şartlarında hayatını kaybettiği, hayatta kalanların da gönderildikleri yerlerde büyük zorluklarla karşı karşıya kaldıkları anımsatılarak, “Bu elim hadisenin 74. yıl dönümünde Ahıska Türklerinin derin hüznünü içimizde hissediyor, sürgünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyoruz. Dokuz ülkede sayıları yarım milyona ulaşan Ahıska Türklerinin durumunu ve ana vatanları Ahıska’ya geri dönüş sürecini yakından takip ediyoruz. Türkiye, Ahıska Türklerinin haklı davalarına etkin şekilde destek vermeye devam edecektir” denildi.
Ahıska Türklerinin bitmeyen sürgünü ve sorunlarını tarihi gerçekler ve güncel gelişmeler çerçevesinde Dr. Yunus Zeyrek, TÜRKSAM için değerlendirdi.
Ahıska Türkleri ve tabi ki, onların memleketi olan Ahıska ve çevresi 1828 yılında Osmanlı Devleti’nden çıkmış Çarlık Rusya’sına intikal etmiştir. Nihayet, Sovyet devrinde de bu halk büyük zulümlere, büyük baskılara maruz kalmış, aydınları yok edilmiş, sindirilmiş ve yeni rejimin bağlıları haline getirilmeye çalışılmıştır. Her ne olursa olsun hiç olmasa kendi memleketlerinde kendi kaderlerini yaşamaktayken 15 Kasım 1944 sabahı bir felaketle yüz yüze gelmişlerdir. Kendi elleriyle kazma kürekle yapmış oldukları demiryolu ile gelen ilk hayvan vagonları bir bölgenin ahalisini topyekûn kendi ana yurtlarından binlerce kilometre uzaklara atmış oldu.
“Askerden Döndükleri Zaman Bıraktıkları Halkı Bulamadılar”
1917 ihtilalinden sonra Rusya coğrafyasında rejim değişmiş ve daha baskıcı komünizm rejimi gelmiştir. Bu rejim altında birçok halk milletler hapishanesine hapsedilmiştir. Ahıska Türkleri ve bunlardan biridir. Ahıska Türklerinin farkı şudur; Ahıska bizim tarihi coğrafyamızın devamıdır ve Türkiye’nin sınırına yakın ve üstelik de aynı halkın bir bölümü bu tarafta, bir bölümü öbür tarafta olmak suretiyle demografik olarak da ayrılmıştır. Hem coğrafya, hem tarihi, hem nüfus ayrımı zaten bir felakettir. Bu yetmemiş gibi, 1944 Sürgünü tuz biber ekmiştir. Bu halktan yıllardan beri gerek Çarlık idaresi, gerekse Sovyet rejimi askere almıyordu, askerlik sanatını öğretmek istemiyordu. Bunları çok cüzi bir para karşılığında askerden muaf tutuyordu. Eğitim konularında ise eski düzen medrese eğitimini serbest bırakıyordu. Kırım’da İsmail Gaspıralı’nın yakmış olduğu meşalenin bu coğrafyada yanmasına müsaade etmiyordu.
Dolayısıyla, halkın cahil kalmasıyla kendisine daha da mutil bir tabaka elde etmiş oluyordu. Ne var ki, 1939 yılından itibaren 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Ahıska Türklerinin 17 – 50 yaş arasını askere çağırdı. Dolayısıyla, bu bölgeden (Ahıska şehir merkezi, 3-5 ilçe ve 2-3 köy) 40 bine yakın insan Almanlarla savaşmak üzere cephelere götürüldü ama bunlar askerlik yapmadığı için talimli değillerdi. 3-5 günlük bir talimle insanların yarısı cephelerde mahvoldu, geri kalanlar da birçok organlarını kaybederek, sakatlanarak yurtlarına döndü. Döndüğü zaman bıraktıkları halkı bu coğrafyada bulamadılar. Orta Asya coğrafyasında ana baba, bacı kardeş, çoluk çocuk aramaya başladılar.
“Acı Hatıralar”
Sürgün döneminde her ne kadar Sovyetler Birliği bir Rus imparatorluğu olsa da o zamanlar Sovyetler Birliği’nin kaderi üzerinde söz sahibi olan en önemli kişiler Gürcülerden meydana gelmekteydi. Gürcistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Lavrentiy Beriya ve yukarıda tepede Moskova’da oturan Kızıl Çar diyebileceğimiz Stalin birer Gürcüydüler. Herhalde II. Dünya Savaşı’nın sonu göründüğü günlerde 1943’de artık Stalingrad’da Almanlar durdurulmuş, hatta geri atılmaya başlamıştır. 1944’de halka “Buraya almanlar gelecek, düşmanlar gelecek, bu bölge istila edilecek, bu sebeple sizleri daha güvenli bölgelere götürmek suretiyle geçici bir süre için sizi memleketinizden götüreceğiz sonra da geri getireceğiz” gibi bir yalan söylüyorlardı. Halbuki, Almanlar dönüşteydi, yenilmişlerdi, savaşın sonu görülmüştü. Öyle anlaşılıyordu ki, II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan Stalin ve Beriya artık Iğdır, Kars, Ardahan ve Artvin üzerine yürüyebiliriz düşüncesiyle, 3 Mart 1918’de Bolşevik yönetimle Brest-Litovsk Antlaşması’yla elimizden çıkan bu bölge Türkiye’ye iade edilmiştir ama Gürcüler buna hiçbir zaman razı olmadılar, içlerine sindiremediler. Bir tane bile Gürcünün yaşamadığı Ardahan’da, Posof’da, Kars’ta ne işleri var diyebiliriz.
Onlar bu 2. Dünya Savaşı’nın galibiyet rüzgarlarından yararlanarak bu bölgeyi de Gürcistan’a katma rüyası gördüler. En azından bir etnik temizlik yaparak, Gürcistan’ı bir Gürcü yurdu yapmayı kafaya koymuş olacaklar ki, bu halkın sürgününe karar verdiler. 31 Temmuz 1944’te Stalin tarafından imzalanan ve gayet gizli kaydıyla bölgeye gönderilen sürgün kararnamesinde kimler nereye gidecek, hangi vagona kimler binecek gibi konular bile önceden hazırlanmıştır;.
Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmak üzere 3 Türk ülkesine sürgün edilmeleri açık ve net bir şekilde kararlaştırılmıştır. Ekim’de bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, giriş çıkışlar kontrol altına alınmış, Kasım başlarında da bu çember daraltılmak suretiyle bir az uzaklarda olan asker çadırları köylerin yanı başına kurulmaya başlamıştır. Halk buna bir mana verememiştir. Onlara acıyarak yemekler pişirip götürmüşler hatta çamaşırlarını bile getirip evlerde yıkamışlardır. Zavallı askerlerin birçoğunun da vicdanı sızlamış olacak ki, “Bu insanlar bize ne biçim insaniyet gösteriyor. Halbuki biz bunları günü geldiğinde süreceğiz ve bu topraklardan koparıp atacağız.” diye düşünmüşlerdir. Bunlar yaşanmış facialardır bizzat sürgünü yaşayan insanlardan dinlediğim acı hatıralardır.
“Ortalama 25 Günlük Bir Ölüm Yolculuğu”
14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece yarısından itibaren yani 15 Kasım’ın ilk saatlerinde gece yarısından sonra bütün köylerde kapılar yumruk tekme ile kırılmak suretiyle aileleri, ileri gelenleri, aile reisleri harmanda, cami veya mektep önünde ya da bir tarlada toplanarak Stalin’in sürgün kararnamesi tebliğ edilmiştir. Buraların yakında düşman tarafından istila edileceği güvenli bölgelere götürülecekleri yalanı söylenmiştir fakat, halk buna inanmamıştır. Birkaç saat içinde bölge tahliye edilmiştir. Kamyonlarla, öküz arabalarıyla bütün dağ köylerinden insanlar Ahıska, Gazgur, Vale hattındaki demiryoluna hayvan vagonlarına bindirilmiştir. Burada aile birliğine de dikkat edilmemiştir. Kim nereye nasıl geldiyse, rastgele bindirilmek suretiyle Orta Asya’ya yola çıkmıştır. Beslenme minimum şartlara haizdir. Sağlık problemleri, kış şartları, açlık ve hastalıklarla mücadele ederek yollarda ölülerini bıraka-bıraka Kazakistan’a ulaşmıştır. Benim dinlediklerim arasında bu yolculuğun en kısa olanı coğrafyada 15-17 gün, en fazlası 30’dan da fazla, ortalama 25 gün diyebileceğimiz uzun bir ölüm yolculuğundan sonra Kazakistan’a ulaşan katarlar burada 3 yola ayrılmıştır. Kimisi Özbekistan’a, kimisi Kırgızistan’a, kimisi de Kazakistan’a olmak üzere 3 ülkeye gitmiştir.
Gittikleri yerlerde herkes ayakta kalmak için can derdine düşmüştür. Orada kolhozlara dağıtılıyorlar. Yaşayan yerli ahali onları çok garip karşılıyorlar, çünkü sürgünü yapanlar veya onların vasıtası olanlar yerli ahaliye “buraya Kafkas’tan insan eti yiyen vahşiler geliyor” diye çok kötü propaganda yapılmıştır. Dolayısıyla, yerli ahali bu sürgün halka biraz mesafeli yaklaşıyorlarsa da kısa zamanda dili dilinden, dini dininden olduğunu fark ederek kucağını sofrasını açmıştır. Zaten savaş devam ettiği için kıtlık hüküm sürmektedir. Bir lokma ekmeğini paylaşarak kardeşlerine ellerinden gelen yardımları yapmışlardır fakat, yapsalar da bu yokluğu paylaşmaktan başka bir şey değildir.
“Fergana Faciası Sonrası İkinci Sürgün”
Sovyet yönetimi, 12 yıl sıkıyönetim altında kaldıktan sonra Stalin’in 1953’teki ölümü sonrası Ahıska Türklerini 1956’da yeni rejim nispeten biraz ferah bırakmıştır. Diğer sürgün Kuzey Kafkasya halkları vatanlarına döndüğü halde Ahıskalılara ve Kırım Tatarlarına bu hak verilmemiştir. Nihayet, 1989’da Fergana Faciası dediğimiz ve yine muhtemelen KGB’nin bir takım tezgahlarıyla iki kardeş halk Özbekler ve Ahıska Türkleri arasında meydana getirilen bir mizah neticesinde Ahıskalılar ikinci bir sürgün yaşamış, Özbekistan’ı terk etmek mecburiyetinde kalmışlardır. O dönem Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girdiği bir dönemdir. Bütün Sovyetler Birliği’nin dağınık coğrafyasında yaşayan sürgün halklar vatanına dönmüştür. Yahudileri İsrail, Grekleri Yunanistan götürmüştür. Sürgün döneminde 1944’de nüfusu 1 milyon 250 binin üzerinde olan ve hatta otonom cumhuriyete sahip olan Volga Almanları bile Almanya’ya dönmüştür. Fakat, 500 bin civarında bir nüfusa sahip olduğunu söyleyebileceğimiz Ahıska Türklerinin nereye gideceğini bu güne kadar hala belirlenmemiştir. Bunun acısını yaşamaktayız.
“Ahıska Türkleri Darmadağın Halde Yaşıyor”
Günümüzdeki duruma gelecek olursak, 1990 yılından itibaren, Sovyetler Birliği dağılma sürecine girdikten sonra Ahıska Türkleri, Özbekistan’dan da bir zorla ve zulümle ayrılmak zorunda kalmasının ardından Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Rusya Federasyonu coğrafyası ve Ukrayna bu sürgünün daha da yayılmasına ve halkın daha da ayrışmasına sebebiyet vermiştir. 1992 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çıkarmış olduğu Ahıska Türkleri’nin Kabulu ve İskanına Dair Kanunla çok cüzi miktarda 150 civarında aile Iğdır’a getirilip iskan edilmiştir. Fakat, onlara da geçimlerini temin edebilecekleri kaynaklar en azından bir toprak verilmediği için sadece krediyle ev verilmiş ve bu insanlar zaman içinde Batı illerine göçmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde ise Ukrayna’da Rus – Ukrayna savaşı ortasında kalan bir – iki vilayette darmadağınık yaşamakta olan aileler bu gün Erzincan’ın Üzümlü ilçesine ve bir kısmı da Ahlat’a getirilmişlerdir. Bununla büyük memnuniyet duyuyor ve hükümetimize teşekkür ediyoruz. Bu Ahıska Türkleri meselesinin çözümü konusunda çok cüzi bir safha diyebileceğimiz bir durumdur. Esas 300 – 500 bin civarında olan Ahıska Türkleri darmadağındır.
“Ahıska Türklerinin Önünde 3 Yol Var”
Bu gün Ahıska Türklerinin Türkiye’ye gelip yerleşmesi çok zordur. Hala çok belge istenmekte, önlerinde bir takım bürokratik engeller durmaktadır. İkamet almak bir sıkıntıdır, çalışma izni ve vatandaşlık yoktur. 2017 yılına kadar gelmiş olan ve 20 bin civarında olan Ahıska Türklerinin vatandaşlığı konusunda bir karar alınmıştır. Henüz başlamış değil ama belge toplanmaktadır. 2017’den sonra gelenler ne olacaktır? Gelebilecekler mi? Gelemeyecekler mi? Ahıska Türkleri’nin önünde 3 yol vardır.
Birisi bulundukları ülkede çok rahat yaşıyorsa, evini ocağını bozmak istemiyorsa, bulundukları yerde kalabilir.
İkincisi, vatana dönüş, Gürcistan’a Ahıska’ya dönüştür. Bu kolay görünmemektedir. 2007 yılında Uluslararası Ahıska Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı olarak heyetimizi Avrupa Konseyi nezdinde girişimler neticesinde Gürcistan Parlamentosu bir kanun çıkarmış ama bu kanun işletilmemiştir. Orada Ahıska Türklerinin ne adı anıldı, ne de yaşadıkları anıldı. Sadece 1944’lü yıllarda Gürcistan’dan ayrılanların Gürcistan’a dönüşü ile ilgili kanun denmiştir. Gürcülerin şoven yaklaşımı, daha önceki uygulamaları ve tavrından ülkenin Ahıska Türkleri maalesef bu ülkeye gitmekte tereddüt etmektedir. Bunun için muazzam bir siyasi desteğe ihtiyaçları vardır. Bunu Gürcistan’la münasebetleri çok iyi olduğunu bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti bunu yapabilir. Bu güne kadar maalesef Türkiye suflör rolünde oynadı. Bire bir Gürcistan makamlarıyla oturup “Kardeşim bu halkı sürdünüz, insanlık suçu işlediniz, böyle bir kanun da çıkardınız” diye konuşmamıştır. Avrupa Konseyi bu konuda mülayimdir, çünkü Gürcistan’ın Avrupa Konseyi üyeliği Ahıska Türklerinin dönüşü şartına bağlanmıştır. Gürcistan bu şartı 1999 yılına kadar tamamlamış olması lazımdı, 2017 yılında hala bu şartı yerine getirmiş değildir. Oraya gelen bir avuç insan var zaten gidip bir selam verseniz Gürcistan KGB’sinin elemanları gelip onu sıkıştırırlar “Kimdi? Niye geldi? Ne konuştunuz?” Dolayısıyla, orada da bir huzur yok. Gelenler Gürcistan’da biraz dayanıp sabredip sonra Bursa’ya gelip yerleşen aileler biliyorum. Dolayısıyla, Türkiye’nin Gürcistan nezdinde ciddi bir girişimde bulunmasını talep ediyoruz.
Geriye kalıyor üçüncü yol. Bu, Ahıska Türklerinin Türkiye’ye gelmesidir. Türkiye’nin ne yapmak istediği açıkça görmemiz lazımdır. Türkiye’ye mi getirmek istiyor, Ahıska’ya mı gelmelerini istiyor, yoksa sürgün yerlerinde sürgün olarak ebediyete kadar kalıp erimelerini mi istiyoruz. Bu 3 yoldan birisine karar vermemiz gerekmektedir. Bu güne kadar 30 bin civarında insan vatandaş olmuştur. 20 bin de vatandaşlık yolculuğuna çıkmış olanlar var desek, toplam sayı 50 bindir.
Geriye kalıyor 300 – 400 bin civarında bir Ahıskalı… Onlar da eski Sovyetler Birliği coğrafyasında darmadağınıktır, yok olmakla karşı karşıyadır. Sovyetler Birliği döneminde belli bölgelerde kolon halinde bir birine tutunarak yaşayan ve milli kültürünü korumuş olan Ahıska Türkleri bu gün bu şartlardan uzaktır. Çok uzak yerlerde 3-5 hane olarak yaşadıklarını gördüm. Mesela, Ukrayna’nın bir köyünde veya Rusy Stavropol’da gördüm. 500 hanelik bir köyde 3, 5, 10 hane Ahıskalı Türkün 10 sene sonrasını düşünmek ağır geliyor. 10 sene sonra o insanlar ne halde olacaklar? Çoluk çocuğu almış, vermiş, kaçırmış olup, karmakarışık olup eriyip gidecekler. Biz modern bir millet olarak, büyük bir devlet olarak bu gidişata asla razı olamayız. Bu kardeşlerimizi bir an evvel mukadderatını tayin edip, elimizden geleni yapmalıyız.
(TÜRKSAM’ın internet sitesinin “Güncel Yorumlar” bölümünde 14 Kasım 2017 tarihinde yayınlanan bu değerlendirme, Ahıska Sürgünü’nün 74. yıldönümü ve konunun güncelliği sebebiyle 14 Kasım 2018 tarihinde yeniden yayınlanmaktadır.)