Türk dünyasının iş birliğinde kalıcı ve yapısal bir ilerleme kaydedebilmek için günümüz gerçekleriyle örtüşen bir ortaklık süreci meydana getirilmesi gerekiyor. Kural olarak Türk dünyası alanının da küresel ağın bağımsız birer üyesi kabul edilen Türk Cumhuriyetleri ve özerk statüye sahip yarı bağımlı yönetsel alt sistemler bulunuyor. Böyle bir bütünü sistem yaklaşımıyla irdelemek son derece faydalı olacaktır. Buna göre her birisinin alt sistem olarak bir araya geldiklerinde kendilerinden daha farklı bir bütün meydana getirdikleri düşünülmelidir. Birinin diğerine "ağabey", "üstün" ya da "zayıf" olarak nitelendirilmediği aksine her bir parçanın ötekinin zayıf ve üstün yanlarını harekete geçirecek hayatiyete sahip olduğu kabul edilmelidir. Böyle bir yaklaşım öncelikle kültürel zenginliğin neticeye taşınması bakımından önemlidir.
Aslında bu şuna benziyor. Türkmenistan'ın gazı, Azerbaycan ve Kazakistan'ın petrolü, Özbekistan'ın pamuğu, Türkiye'nin göreli teknolojisi ve kurumsalcılığı, Kırgızistan'ın geçiş avantajı gibi pek çok bileşen nasıl bir iş birliğine taşınmalıdır?
Diğer yandan kültürel iş birliği ve uyum sürecinin dünün kavram ve beklentileriyle ilerletilmesi çok da gerçekçi gözükmüyor. Her ne kadar aynı kaynaktan beslenerek şekillenmiş olsalar da bu devlet ve toplulukların kullandıkları dil, örf-adetleri, giyim-kuşamları, yaşama biçimleri, tepki ve yönelimleri ile kendi alt sistemlerinde belli düzeyde "öz benlik" ve "farkındalık" içinde oldukları anlaşılıyor. Olması gerekenler veya idealler hatırlandığında belki kulağa hoş gelmeyen bir yaklaşım olsa da kısa, orta ve uzun vadeli hedefler bakımından bu tespitle yüzleşmek mecburiyeti vardır. Bu yaklaşıma bir mozaik muamelesi yapmak da doğru değildir. Zira farklı renklerdeki parçaların bir araya getirilerek bir bütün oluşturulması ile bir bütünden öze yönelen parçaların (Bütüncül-Öz) daha sonra yeni sisteme oturtulması aynı değildir. Mozaiksel düşünce durağan, yerinde sayan, birbiriyle etkileşimi göz ardı edilen parçalara odaklanır. Bütüncül öz yaklaşımı ise dinamik, daha önce aynı olan ya da belirli yönleri kesişmiş, değişime açık parçaları ilgilendirir. Burada esas olan, kültür-medeniyet ayrımına yönelik bir tartışmanın Türk dünyasının kültürel işbirliği süreçlerinde yol haritası yapılabileceği öngörüsüdür.
Kültürler ve medeniyet
Alman bilim adamı Thurnwald her kültürün kendi içinde ahenkli bir bütün olduğundan söz eder ve kültür-medeniyet arasındaki çizgiyi şu şekilde çizer. "Kültür takınılmış bir tavır, medeniyet ise bilme ve yapabilmedir." Macklever medeniyeti organizasyon biçimleri, kanunlar, bankacılık, ticaret yapma biçimleri, telefonlar, icatlar gibi meydana getirilen teknik ve bilgiler olduğu, kültürün ise bu havza üzerinde her toplumun tabiatının kendisini ifadesi şeklinde tanımlar. Ziya Gökalp müşterek bir hayat yaşayarak ortaya çıkarılan medeniyetin, her millete ait özgül biçimler aldığını ifade eder. Yani medeniyet ulus üstü, kültür bizatihi millidir. Mümtaz Turhan'a göre bu kültür anlayışında biyolojik, sosyal ve ruhsal olmak üzere 3 temel unsur bulunmaktadır. Birincisi yeme, içme, giyinme gibi hayati konuları ikincisi toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki iş birliği yapma yöntemlerini üçüncüsü ise sevinç, korku, istikbal endişesi gibi ruhsal tatmin araçlarını işaret eder. Şimdi bu unsurlar arasında tam bir mutabakat veya mutabakata yönelik bir inanç olduğu ne kadar ileri sürülebilir?
İşte bu bakış açısıyla bakıldığında Türk Dünyası'nı oluşturan alt sistemlerin geçmişteki bütünün birer yansıması, bunun kendi tabiatındaki görüntüsü olsa bile özgül bir kültür parçasına sahip olduğu görülecektir. Her biri hızlı bir biçimde bu zemin üzerinde kendi milli kültür dokularını işlemektedir. Oysa medeniyet sahasında hepsini bekleyen bütünsel bir geçmiş ve inşa sahasında sınır tanımayan bir gelecek tasavvuru bulunmaktadır. Bu bir ayrım gibi gözükse de aslında günümüz gerçeklerini esas alan daha etkili bir birleştirme yöntemidir.