azadzanavli @ hotmail.com

Başlıktan mülhemle küçükken merhûm Seyit Cabbar dedemin ezberlettirdiği bir duâ düştü gönlüme. Mezkûr duâ; “YAZI YAZAN ELLERİ, / KUR’AN OKUR DİLLERİ. / ÖTER BÜLBÜLLERİ…” diye devam eder ve sonu şöyle biterdi; “…ELİF KUR’AN BAŞIDIR, / CÜMLEMİZİN İŞİDİR. / HER KİM BU DUÂ’YI OKURSA, / YARIN CENNET KUŞUDUR.” Yıllar önce merhûm Cabbar dedemin samimi bir kalple küçük gönlümüze saçtığı bir tohumdu bu… Arada bir bu tohumun üstü kapansa da gerçek şu ki, bugün eger bir yerlere kadar geldiysek o gün saçılan tohumların yeniden yeşermesiyle olmuştur. Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, saçılan tohum illa ki bir gün yeşerir düşüncesiyle ısrarla; “TOHUM SAÇ BİTMEZSE TOPRAK UTANSIN.” derken belki de bunu kastetmektedir. Ki, bizim görevimiz “TOHUM SAÇMAK” değil mi zaten?.. Onu yeşertecek olan ise yalnız Yüce Mevlâ’dır. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri; “HAK ŞERLERİ HAYR EYLER. / ÂRİF ANI SEYREYLER. / ZAN ETME Kİ GAYREYLER. / MEVLÂ GÖRELİM NEYLER. NEYLERSE GÜZEL EYLER.” diye bizleri tembihlemez mi?..

Evet, Tatildeyken (Azerbaycan/Saatlı/Nesimikend [Adıgün] Köyü) bir Cuma namazı öncesi, yaklaşık iki aylık “2016 YAZ KUR’AN KURSU” sonucu Kur’anla müşerref olmuş,  Kur’anla feyziyâb olmuş ve bunun neticesinde de hediyelerle taltif edilen 13 genç gönülleri, “13 Kur’an Bülbülleri”ni izlerken geçirmiştik yukarıda ki duygu dolu anları ve anıları… Ve yine o muhteşem tabloyu seyrederken Pakistanlı düşünür Muhammed İKBAL’in; “KUR’AN KALPLERE GİRİNCE DEĞİŞİR İNSAN, / İNSAN Kİ; O DEĞİŞİRSE DEĞİŞİR CİHAN.” diye “o genç gönülleri özetler mahiyette” bu muhteşem kelamı da zihnimizden süzüldü. Demek ki; Dünya’yı düzeltmenin, dünyamızı kurtarmamızın yegane yolu insanı düzeltmekten, insanlığı kurtarmaktan geçiyordu.

 

 

 

İnsan da İslam’la düzelir ancak” diyerek  Âkif’çe devam edecek olursak yani; “DOĞRUDAN DOĞRUYA KUR’AN’DAN ALIP İLHAMI, / ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİYİZ İSLÂM’I...” Asrın idraki Kur’an’la tanışmadığı sürece daha çok zillet içerisinde hayat süreriz. O Kur’an ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ümmete bıraktığı iki emanetten birisidir. Acaba emanete ne  kadar sahip çıkıyoruz diye de öz eleştiri yapmamız gerekmez mi?.. Milli Şair’imiz; “YA AÇAR NAZM-I CELİL’İN, BAKARIZ YAPRAĞINA; / YAHUT ÜFLER GEÇERİZ BİR ÖLÜNÜN TOPRAĞINA. / İNMEMİŞTİR HELE KUR’AN, BUNU HAKKIYLA BİLİN, / NE MEZARLIKTA OKUNMAK, NE DE FAL BAKMAK İÇİN.” diye bizleri bir asır öncesinden uyarırken kaçımız bu uyarıya dikkat kesildik?.. Yine  de ye’s yok, ümitsizlik yok elbet!... Yine Âkif, “YE’SE HİÇ DÜŞMEYECEK ZERRECE İMANI OLAN; / SADE SİZ DERDİ BULUN, SONRA KOLAYDIR DERMAN.” derken bununda reçetesini sunmaktadır haddi zâtında…

Bu mânâda insan yetiştirmenin peşine düşen, bunu kendilerine dert edinen hocaların aynasıydı bunlar. Ve yine aynı zamanda bir şeyleri kendileline dert edinen, “dersten önce dert öğretmeği kendilerine şiâr edinen.” hocaların mahsuluydu bunlar. Bir Çin Atasözü bunun formlünü şöyle vermektedir; “ÖNÜNÜZDEKİ BİR YILI DÜŞÜNÜYORSANIZ PİRİNÇ YETİŞTİRİN, ON YILI DÜŞÜNÜYORSANIZ AĞAÇ EKİN, YOK ŞAYET YÜZ YIL VE ÖTESİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ ‘İNSAN’ YETİŞTİRİN…”

  Evet, o gün köyümüzde farklı bir coşku vardı.  Mübarek Cuma’ya yeni Kur’an’a geçmiş genç gönüller de eklenince bu heyecan ikiye katlanmıştı âdeta. Azerbaycan’ın hemen her bölgesinde genç gönüllerin Kur’an’la buluşması için “Yaz Kur’an Kursları”nın düzenlendiğini söyleyen köyümüzün İmam Hatibi Rafael KOÇALİYEV hocamızın ifadesine göre, “BU YAZ KÖYÜMÜZDE MEZKÛR KURSA KAYITLI 98 ÖĞRENCİDEN 45’İ DAHA ÖNCE Kİ SENELER DE KUR’AN’A GEÇMİŞ, ‘2016 YAZ KUR’AN KURSU’NDA İSE 13 ÖĞRENCİ KUR’AN’LA BULUŞMUŞTUR.”

Cuma namazı öncesi hocalarının elinden hediyelerini alan gençlerin heyecanı gözlerinden belli oluyordu. Bu duygu bendenizi tâ yıllar öncesine, 1994 yılına götürmüştü. 1994 yılı Ramazan ayında “DİYANET GÖREVLİSİ” olarak bir aylığına köyümüze gelen Karslı Halil DEMİR hocamın ve sürgün görmüş o nemli gözlerin huzurunda ilk Kur’an’la müşerref olduğumuz günler geçti gönlümüzden. Yağmurlu bir kış günü hocamın dizleri dibinde ilk kez alenen, heyecanlı bir ses tonuyla “Fatiha Suresini” okuyarak hayatımıza yeni bir sayfa açıyorduk âdeta…

O çocukların gözlerinde de bu heyecanı görmemiz mümkündü. Ahısklıların nazarında artık onlarda bir “okumuş” olarak bilineceklerdi. Çünkü Ahıskalılar Kur’an bilgisine vâkıf olan hemen herkese “okumuş” derler ve yine Kur’an bilgisine hürmeten, yaşı ne olursa olsun “Kur’an (yas) Meclisleri”nde her zaman en baş köşeye alırlardı. Bu da muhtemeldir ki, Kur’an ilimlerine verdikleri ehemmiyetten ileri gelmekteydi. Bu mânâda “okumuş” kavramı Ahıskalılarda yeni bir semantik anlama bürünmüştür diyebiliriz. Şair bu tabloyu; “Oku kardeşim Kur’an-ı oku! / Oku ki; ayırasın siyah ile akı!” diye nazmederken, “Ey teslimiyet,  senin adın İslâmdır. diyen Aliya İZZETBEGOVİÇ ise biraz da öteye giderek nihayi noktayı şöyle koyar; “Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır…”

Bütün bunlardan mülhemle, her ne kadar Batılılar; “ÖYLE BİR GENÇLİK YETİŞTİRDİK Kİ, DEDESİNİN MEZAR TAŞINDAKİ YAZIYI KUR'AN ZANNEDİYOR. diye övünseler de Cemil MERİÇ bizlere de teselli mahiyetinde şöyle mukabele de bulunmaktadır; “BÜTÜN KUR'ANLARI YAKSAK, BÜTÜN CAMİLERİ YIKSAK, AVRUPALININ GÖZÜNDE OSMANLIYIZ; OSMANLI, YANİ İSLÂM.” İnsanı aziz kılan da İslam değil midir?.. Bu mânâda Üstad Necip FAZIL; “Eğer gaye Türklükse, bilmek lazımdır ki , Türk Müslüman olduktan sonra Türktür.” diyecek âdeta merhum Cemil MERİÇ’i tasvip etmektedir…

Son olarak bu kutlu yolda el-ele, gönül-gönüle yürüyen  “KÖY İMAM HATİPLERİ” Rafail KOÇALİYEV, Reşid KOÇALİYEV ve bunların sağ kolu mesabesinde olan Selahaddin ALİYEV hocalarımıza ve dahi emeği geçen her kese teşekkür ediyor, yukarıda zikrettiğimiz insan ki; o değişirse değişir cihân.” ibaresinden mülhemle bir menkıbeyle bitirmek istiyoruz: ŞÖYLE Kİ; Bir haftanın yorgunluğundan sonra baba, pazar sabahı kalkar, eline gazetesini alır ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın tadını çıkartayım der. Ama baba bunları düşünürken oğlu yanına gelir ve kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatır. Canı hiç dışarı çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde oturayım dinleneyim diye düşünür çaresiz baba. Derken birden gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişir. Bu haritayı önce parçalara ayırır ve oğluna uzatarak şöyle der:

-Oğlum bu haritayı birleştirebilirsen hemen gidelim parka!..

Sonra da içinden derin bir oh çeker. Bunu dünyanın coğrafya profesörlerinden birini getirsen yine de bir araya toplayamaz. İyi düşündüm diye sevinir baba. Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelir ve:

-Baba haritayı düzelttim parka gidebiliriz der.

Baba  önce inanmaz ve görmek ister. Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sorar.

Ve çocuk babasının hayatı boyunca unutamıyacağı o muhteşem (târihi) çevabı verir:

-BANA VERDİĞİN HARİTANIN ARKASINDA İNSAN RESMİ VARDI. İNSANI DÜZELTİNCE GÖRDÜM Kİ DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ…

NOT: Dinlemesini bilen çocuklardan dahi birşeyler öğrenir…